18- مَّثَلُ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِرَبِّهِمْ أَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍ اشْتَدَّتْ بِهِ الرِّيحُ فِي يَوْمٍ عَاصِفٍ “Rabblerini inkâr edenlerin amelleri, tıpkı fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu bir küle benzer.”
Kâfirlerin şu dünyada,
-Sadaka vermek.
-Sıla-i rahimde bulunmak.
-Muhtaca yardım etmek.
-Köle azat etmek gibi bazı iyi amelleri de olabilir. Bunlardan bir fayda görmeyecekleri, fırtınalı havada savrulan küllere benzetilerek anlatılmıştır. Çünkü bu amelleri, Allahın marifeti ve O’nun rızasını elde etme esasına dayanmıyordu.
Veya amellerinden murat putları için yaptıkları olabilir, bundan bir fayda göremeyeceklerdir.
لاَّ يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُواْ عَلَى شَيْءٍ “Kazandıklarından hiçbir şeyi ellerinde tutamazlar.”
Kıyamet günü bu amellerinden hiçbir şey ellerinde kalmayacaktır, çünkü hepsi boşa gitmiştir. Dolayısıyla herhangi bir sevap ellerine geçmeyecektir.
Ayetin bu kısmı, temsilin fezlekesidir.
ذَلِكَ هُوَ الضَّلاَلُ الْبَعِيدُ “İşte asıl uzak sapıklık budur.”“İşte bu” ifadesi, onların kendilerini iyi işler yapıyor sanmalarına mukabil dalalette olmalarına bir işarettir.
Çünkü bu, hak yoldan bütün bütün çıkmaktır.
1ّ9- أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللّهَ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِالْحقِّ “Görmedin mi Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı?”
Allah gökleri ve yeri hikmetle ve olması gereken ideal ölçülerde yarattı.
“Görmedin mi” hitabı Hz. Peygamberedir, ama bundan murat ümmetidir.
Denildi ki: Hitap her bir kâfiredir.
إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ “O, dilerse sizi yok edip yepyeni bir halk getirir.
O, isterse sizi ademe gönderir, sizin yerinize başkalarını yaratır.
Cenab-ı Hak bu ifadeleri gökleri ve yeri yarattığını nazara verdikten sonra söyledi. Dolayısıyla ayetin üst kısmı, son kısmına bir delildir. Çünkü onların asıllarını ve yaratılmalarının gerektirdiği şeyleri yaratan, sonra suretleri tebdil ve özellikleri değiştirmek suretiyle onları meydana getiren zât, onlara bedel başkalarını yaratmaya kâdirdir, bu ona hiç de zor gelmez. Ayetin devamı zâten bu manayı ifade etmektedir:
2ّ0- وَمَا ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ بِعَزِيزٍ “Bu, Allah’a hiç de güç bir şey değildir.”Çünkü O,
-Lizâtihi kudret sahibidir.
-Bir şeye gücünün yetip başkasına yetmemesi gibi bir durum söz konusu değildir.
Elbette böyle olan, iman edilmeye, sevabını umarak ve kıyamet günü cezasından korkarak ibadet edilmeye layıktır.
21- وَبَرَزُواْ لِلّهِ جَمِيعًا “(Kıyamet günü) İnsanların hepsi Allah’ın huzuruna çıktılar.”
İnsanlar kıyamet günü Allahın emri ve muhasebesi için kabirlerinden çıkarlar.
Veya ayetten murat, onların her şeylerinin açığa çıkması olabilir. Çünkü onlar bir takım çirkin işleri gizlice yapıyor ve bunların Allaha gizli kalacağını zannediyorlardı. Kıyamet günü olduğunda nefislerinde gizledikleri de ortaya çıkar.
Ayette bunun geçmiş zaman sığasıyla anlatılması, vukuunun tahakkukunu ifade içindir.
فَقَالَ الضُّعَفَاء لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُواْ إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنتُم مُّغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللّهِ مِن شَيْءٍ “Derken, zayıflar büyüklük taslayanlara şöyle dediler:Bizler, sizlere uymuştuk. Şimdi siz, Allah’ın azabından en ufak bir şeyi bizden savabilir misiniz?”
Bunların “zayıf” diye nitelendirilmesi, görüş itibarıyla zayıf olmalarını ifade içindir.
İşte bu zayıf karakterli tebea, kendilerini peşlerine takan ve günahlara sevkeden reislerine şöyle derler:
“Bizler, peygamberleri yalanlamada ve nasihatlerinden yüz çevirmede size tâbi olduk.
O önde gelen kâfirler, kendilerine tâbi olanların ayıplamalarına karşılık yaptıklarına bir mazeret olmak üzere şöyle derler:
قَالُواْ لَوْ هَدَانَا اللّهُ لَهَدَيْنَاكُمْ “Onlar da dediler ki: Allah bizi hidayete erdirseydi, biz de size doğru yolu gösterirdik.”Şayet Allah bizi imana sevketse ve muvaffak kılsaydı, biz de sizi doğru yola iletirdik. Lakin biz yoldan çıktık, sizi de yoldan çıkardık.
Yani, kendimiz için hangi yolu seçmişsek, size de o yolu seçtik.
Veya “Şayet Allah bizi azaptan kurtulma yoluna sevketse, biz de sizi o yola sevkederdik ve şimdi sizi azaba maruz kıldığımız gibi, o zaman azabı sizden giderirdik. Lakin ne çare, kurtuluş imkânımız kalmadı, o yol bize kapandı.
سَوَاء عَلَيْنَآ أَجَزِعْنَا أَمْ صَبَرْنَا “Feryat da etsek, sabır da göstersek artık bizim için bir şey değişmez.”
مَا لَنَا مِن مَّحِيصٍ “Bizim için kaçacak bir yer yoktur.”Bizim için azaptan sığınacak, kaçacak bir yer yok.Ayette geçen “mahîs” ifadesi hem mekân, hem de masdar için kullanıldığından, birinciye göre mana üstteki gibi olur. İkinciye göre ise: “Bizim için artık azaptan kaçmak söz konusu değil.”
“Feryat da etsek, sabır da göstersek artık bizim için bir şey değişmez” ifadesinin, hem küfrün önderlerinin, hem de onlara tâbi olanların ortak ifadesi olması caizdir. Nitekim şu rivayet de böyle olmasını teyid eder:
Onlar derler ki: “Haydi gelin, feryat edelim.” Böylece beşyüz yıl feryad eder, sızlanırlar, ama bu kendilerine bir fayda sağlamaz. Bunun üzerine “gelin sabredelim” derler, beşyüz yıl sabrederler. Sonra da “feryat da etsek, sabır da göstersek artık bizim için bir şey değişmez” derler.
22- وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الأَمْرُ “İş bitirilince şeytan onlara şöyle dedi:”
Herkes hakkında hüküm verilip ehl-i cennet cennete, ehl-i cehennem cehenneme alındığında, şeytan cin ve insin şakîlerine hitaben şöyle der:
إِنَّ اللّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ “Şüphesiz ki Allah size gerçek vaatte bulundu, ben de size vaat ettim, ama yerine getirmedim!”
Yani Allah, öldükten sonra diriltmeyi ve amellerin karşılığını vermeyi vaat etti ve vaadini yerine getirdi.
Ben de “öldükten sonra dirilmek yok, hesaba çekilmek yok. Şayet varsa bile putlar size şefaat eder” diyerek batıl şeyler vaat ettim.
وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلاَّ أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي “Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi çağırdım, siz de geldiniz.”Benim size karşı zorla küfre ve günahlara sevk etme gücüm yoktu. Ancak vesveselerimle sizi o yola davet edebilirdim, onu yaptım.Siz de koşup bana icabet ettiniz.
فَلاَ تَلُومُونِي وَلُومُواْ أَنفُسَكُم “O halde beni kınamayın, kendi kendinizi kınayın!”
Öyleyse benim vesvesemden dolayı beni kınamayın. Çünkü düşman olduğu size bildirilen birinin, vesvese vermesinden dolayı kınanmaması gerekir.
Rabbiniz davet ettiğinde O’na itaat etmediniz. Ama ben davet ettiğimde bana itaat ettiniz. Dolayısıyla beni değil, kendinizi kınayın.
Mu’tezile mezhebi, böyle ayetlerle insanın kendi fiillerinde tamamen müstakil olduğuna delil getirdi. Gerçekte ise bunlarda onlara delil olacak bir durum söz konusu değildir. Çünkü, fiillerin insanlara nisbet edilebilmesi için insanın kendi fiilinde “kesb” denilen herhangi bir etkisinin olması yeterlidir. Ehl-i sünnet, bunu esas almaktadır.[1>
مَّا أَنَاْ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُمْ بِمُصْرِخِيَّ “Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz!”
إِنِّي كَفَرْتُ بِمَآ أَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ “Ben, önceden beni Allah’a ortak koşmanızı da kabul etmedim.”
“Kıyamet günü de kendilerini Allah’a ortak koşmanızı inkâr ederler.” (14) ayetinde olduğu gibi, şeytan da “Bugün ben, dünyada beni Allaha şerik yapmanızı inkâr ediyorum” diyerek kendi dostlarından teberri eder.
Veya mana şöyle olabilir:
Ben sizi putlara ibadete ve benzeri şeylere davet ettiğimde siz bana itaat ederek beni Allaha şerik yaptınız. Hâlbuki Allah benim Âdeme secde etmemi emretmişti de ben reddetmiş, küfre düşmüştüm.[2>
إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Doğrusu zalimler için acı bir azab vardır!”
Bu, şeytanın kelamının tetimmesidir.
Veya yeni bir cümle olarak Allahın bildirdiği bir durumdur.
Böyle şeyleri hikâye yoluyla anlatmakta, muhataplara hem bir kolay anlama lütfu, hem de kendilerini hesaba çekmeleri ve akibetlerini düşünmeleri hususunda bir uyarı vardır.
23- وَأُدْخِلَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ “İman edip salih ameller işleyenler, cennetlere konulurlar.”Onları cennete alanlar, meleklerdir.
تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ “(Cennet bahçelerinin) altından ırmaklar akar.”
خَالِدِينَ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِمْ “Rablerinin izniyle orada daimîdirler.”
تَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ “Oradaki birbirlerine iyi dilek temennileri
“selâm”dır.”
[1>Yani, insanın Allah nezdinde sorumlu olabilmesi için Mu’tezilenin dediği tarzda “kendi fiillerinin yaratıcısı” olması gerekmez. “Kesb” denilen cüzî bir mübaşeret, bir temas yeterlidir. İnsan, kendi fiillerinin yaratıcısı değildir, ama o fiiller kendinden bir teşebbüsle meydana geldiği için o fiillerinden tamamen sorumludur.
[2>Ben Allaha bile itaat etmemişken siz tutup bana kul – köle oldunuz.