166. DERS (İbrahim Suresi, 24 - 34) İman ve Küfür Ağacı

2ّ4- أَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً “Görmedin mi? Allah nasıl bir misal verdi?”

كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاء “Kelime-i tayyibe(güzel bir söz), kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir.”

 

25- تُؤْتِي أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا(O ağaç) Rabbinin izniyle her zaman meyve verir.”

وَيَضْرِبُ اللّهُ الأَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ “Öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller getirir.”Çünkü böyle darb-ı meseller getirmek, meseleleri misallerle anlatmak daha ziyade anlaşılmasına ve öğüt alınmasına sebeptir. Zira misalle anlatmak manaları tasvîrdir ve onları hisse yaklaştırmaktır.

 

26- وَمَثلُ كَلِمَةٍ خَبِيثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَبِيثَةٍ اجْتُثَّتْ مِن فَوْقِ الأَرْضِ “Kelime-i habisenin (kötü sözün) durumu da, köksüz bir ağaca benzer.”

مَا لَهَا مِن قَرَارٍ “Onun bir kararı yoktur.”Çünkü kökleri derine inmemiş olup, yere yakındır.

Ayette geçen kelime ve ağaç değişik şekillerde açıklanmıştır:

Kelime-i tayyibe, kelime-i tevhid, İslâma davet ve Kur’an ile açıklanmıştır.

Kelime-i habise ise; Allaha şirk koşmak, küfre çağırmak ve hakkı yalanlamak ile tefsir edilmiştir.

Belki de bunlardan murat, bunların hepsidir.Öyleyse kelime-i tayyibe, hakkı anlatan veya salaha çağıran kelâmdır. Kelime-i habise ise, bunun hilafına olandır.

Şecere-i tayyibe (hoş ağaç) hurma ile açıklanmıştır. Bu, Hz. Peygamberden de rivayet edilmiştir.Şecere-i Tayyibe, “cennette bir ağaç” şeklinde de tefsir edilmiştir.

Şecere-i habise (nâhoş ağaç) ise hanzale ile açıklanmıştır. Muhtemelen bundan murat, bunların hepsidir.

 

2ّ7- يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ “Allah,iman edenleri, dünya hayatında da, ahirette de sağlam bir söz üzerinde sabit kılar.”Ehl-i iman olanlar delile dayanmaları ve imanın kalplerinde tam yerleşmesiyle hak üzere sebât ederler.

Şu dünya hayatında Hz. Zekeriya, Hz. Yahya, Hz. Cercis, Şem’un ve Ashab-ı Uhdud gibi dinlerinden dolayı çetin imtihanlarla karşılaşsalar da, asla dönmezler, imanlarında devam ederler.

Ahirette de inançlarının sorgulandığı yerde kem küm etmezler, kıyamet gününün korkulu halleri onları dehşete düşürmez.

Rivayet edilir ki, Hz. Peygamber bir defasında mü’minin ruhunun kabzedilmesini anlatmıştı. Ardından şöyle buyurdu: “Sonra onun ruhu cesedine iade edilir, iki melek gelir, onu kabrinde oturturlar ve ona şöyle sorarlar:

-Rabbin kim?

-Dinin ne?

-Peygamberin kim?

O kimse “Rabbim Allah, dinim İslâm, Peygamberim Hz. Muhammed” diye cevap verir. O zaman semâdan bir ses “kulum doğru söyledi” diye nida eder. İşte bu, “Allah, iman edenleri, dünya hayatında da, ahirette de sağlam bir söz üzerinde sabit kılar” ayetinin manasıdır.

وَيُضِلُّ اللّهُ الظَّالِمِينَ “Allah zalimleri ise saptırır.”

Allah,

-Taklitle yetinip hakka ulaşmayan,

-Fitnelerin olduğu yerlerde sebât edemeyen ve böylece nefislerine zulmetmiş olanları ise yoldan saptırır.

وَيَفْعَلُ اللّهُ مَا يَشَاء “Ve Allah, dilediğini yapar.”

Ve Allah bazılarına sebât vermek, diğerlerini de saptırmak gibi, dilediği fiili yapar. Fiillerinden dolayı kimsenin O’na herhangi bir itiraz hakkı olamaz.

 

2ّ8- أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ بَدَّلُواْ نِعْمَةَ اللّهِ كُفْرًا وَأَحَلُّواْ قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِ “Allah’ın nimetlerine nankörlükle karşılık veren ve kavimlerini helak yurduna sevk edenleri görmedin mi?”

Bunlar, nimete şükür ile karşılık vermek yerine nankörlükle mukabele ettiler.

Veya nimetin kendisini küfre tebdil ettiler. Çünkü onlar, nimete nankörlük yaptıklarında, o nimet kendilerinden alındı, böylece o nimeti terk etmiş ve ona bedel nankörlüğü elde etmiş oldular. Mekke ehli gibi… Çünkü Allah onları yarattı, hareme yerleştirdi, Ka’benin görevlileri yaptı, kendilerine rızık kapılarını açtı, Hz. Muhammed (asm) ile onları şereflendirdi. Ama onlar bütün bunlara nankörlük ile küfre düştüler, Allah da yedi yıl boyunca onlara kıtlık verdi. Bedir Savaşında bir kısmı öldürüldü ve zillete maruz kaldılar. Böylece nimet kendilerinden selbedildi, küfürle/ nankörlükle anılır oldular.

Hz. Ömer ve Hz. Ali’den ayetle ilgili şöyle nakledilir: “Ayette anlatılanlar Kureyşten Benî Muğîre ve Beni Ümeyye kabileleridir. Benî Muğîreyi Bedir savaşında yendiniz. Benî Ümeyye ise, belli bir vakte kadar nimetlendi.”

“Kavimlerini helak yurduna sevk edenleri…”Ve onlar, küfürde kendilerine taraftar olan kavimlerini küfre sevk ederek helâk yurduna sürüklediler. Helak yurdundan maksat, cehennemdir.

 

29- جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا “Onlar, cehenneme girecekler.”

وَبِئْسَ الْقَرَارُ “O, ne kötü karargâhtır.”

 

3ّّّ0- } وَجَعَلُواْ لِلّهِ أَندَادًا لِّيُضِلُّواْ عَن سَبِيلِهِ “Yolundan saptırmak için Allah’a eşler koştular.”“Allahın yolundan” murat, tevhiddir. Aslında Allaha şerikler edinmekten maksatları sapmak veya saptırmak değildi. Ama neticesi bu olunca, maksat gibi ifade edildi.

قُلْ تَمَتَّعُواْ “De ki: Keyif sürün bakalım!”

Şehevanî şeylerle veya putlara ibadet etmek suretiyle keyfinize bakın! Putlara ibadet de bir nevi kendisiyle keyif sürülenlerden sayılır.

Tehdidin emir suretiyle yapılmasında, tehdidi gerektiren fiilin, tehdîd edilen şeye yol açması sebebiyle, sanki matlup gibi olduğunu ve her ikisinin de (yani onların şerikler edinmesi ve bunun sonucu olarak cehenneme atılmalarının) mutlaka olacağını bildirmek vardır. Bundan dolayı, ayetin devamında şöyle denildi:

فَإِنَّ مَصِيرَكُمْ إِلَى النَّارِ “Sonunda varacağınız yer ateştir.”

Ayetin üslûbundan öyle anlaşılıyor ki, “keyif sürün bakalım!” emrine muhatap olanlar, büsbütün küfre dalmaları sebebiyle, itaat edilen bir âmir tarafından böyle yapmaya memur gibidirler.

 

31- قُل لِّعِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُواْ يُقِيمُواْ الصَّلاَةَ “İman eden kullarıma söyle:Namazı dosdoğru kılsınlar.”

Cenab-ı Hakkın ehl-i iman hakkında “kullarım” demesinde,

-Onların şanlarını yüceltmek,

-Ubudiyetin (Allaha kul olmanın) hakkını onların verdiğine bir tenbih vardır.

وَيُنفِقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلانِيَةً مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لاَّ بَيْعٌ فِيهِ وَلاَ خِلاَلٌ “Alış-veriş ve dostluğun olmadığı bir günün gelmesinden önce, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden açık ve gizli (Allah yolunda) infak etsinler.”

Ayetin üslûbunda, Cenab-ı Hakkın kendilerinden “kullarım” diye bahsettiği bu kimselerin Hz. Peygambere itaatte çok ileri olduklarını, bundan dolayı da Onun emrinin hemen akabinde emredileni yaptıklarını bildirmek vardır.

En güzeli, farzları açıktan, nafileleri ise gizlice yapmaktır.

Kıyamet günü geldiğinde,

-Kişi şu dünyada ihmâl ettiği şeyleri telafi imkanı bulamaz veya fidye ile kendini kurtaramaz.

-Artık o günde bir dost aracılığıyla da kurtulamaz.[1>

Ayette şu mana da düşünülebilir:

O kıyamet günü geldiğinde, dünyadaki alış-veriş, dostluk gibi şeyler fayda vermeyecek, kişi ancak Allah yolunda infak ettiklerinden istifade edecektir.

 

32- اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ “O Allah ki; gökleri ve yeri yarattı.”

وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَّكُمْ “Gökten bir su indirdi de, onunla size rızık olmak üzere semeratı çıkardı.”Ayette geçen “semerat” ifadesi, yiyecek ve giyeceklerin hepsini içine alır.

وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ “Emri gereğince denizde yüzüp gitmeleri için gemileri hizmetinize musahhar kıldı.”

وَسَخَّرَ لَكُمُ الأَنْهَارَ “Nehirleri hizmetinize musahhar kıldı.”

Ve o nehirleri faydalanmanıza ve tasarrufunuza müheyya kıldı.

Denildi ki: Bunların insana musahhar kılınması, nasıl faydalanılacağının insana öğretilmesidir.

 

 33- وَسَخَّر لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَآئِبَينَ “Peşpeşe yörüngelerinde hareket eden güneşi ve ayı size musahhar kıldı.”Güneş ve ay, kendi yörüngelerinde yol alırlar, münavebe ile âlemimizi aydınlatırlar, canlı – cansız şeylerin faydalı hale gelmesinde görev yaparlar.

وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ “Geceyi ve gündüzü size musahhar kıldı.”

Gece ve gündüz, insanların istirahati ve geçimi için peşpeşe gelirler.

 

34- وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ “O, istediğiniz her şeyden size verdi.”

“İstediğiniz” ifadesinden murat, insan istesin veya istemesin ihtiyacı olan her şeydir.

Ayette geçen مَا “Ma” ifadesi nefiyde de kullanılabilir. Bu durumda

mana şöyle olur: “Siz istemediniz ama, biz ihtiyacınız olan her şeyi verdik.”

وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَتَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا “Eğer Allah’ın nîmetini sayacak olsanız, sayıp bitiremezsiniz.”Bunların nevilerini bile sayamazsınız, nerde kaldı fertlerini sayabilesiniz! Çünkü, o nimetlerin fertlerinin bir sonu yoktur.

إِنَّ الإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ “Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür.”

İnsan, şükründen gaflet ederek nimete zulmetmiş olur.

Veya nefsini mahrumiyete maruz bırakarak zulmeder.

 

Denildi ki: İnsan zalumdur, darlık zamanı hâlinden şikâyet eder, feryadı basar. Keffar’dır, nimet zamanı hırsla toplar, başkasına da vermez.


 

[1> Bunlar, şu dünyada olabilen şeylerdir. Pek çok ihmalleri olan kişi, aklı başına geldiğinde bunları telâfi edebilir. Öte yandan, çok zor durumda kaldığında, bir dostunun aracılığıyla kurtulabilir. Ama kıyamet günü geldiğinde bu imkânlar olmayacak, herkes o güne kadar neler yapmışsa onların karşılığını görecektir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
14. İbrahim
Gönderi tarihi: 12-04-2014
1,949 kez okundu
Block title
Block content