168. DERS (İbrahim Suresi, 42 - 52) Ahiret Azabı

 

42- وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ “Sakın zalimlerin yaptıklarından Allah’ın gâfil olduğunu sanma!”Hitap, Hz. Peygamberedir. Hz. Peygamber zâten böyle olduğuna inanmakla beraber, Ona bu şekilde hitap edilmesi, Allahın onların hâllerine ve fiillerine muttali olduğu, hiçbir şeyin O’na gizli kalmadığı hususunda Hz. Peygambere sebat vermek ve hiç şüphesiz onların az veya çok bütün yaptıklarına ceza vereceğini bildirmek içindir.

Veya ayetin hitabı,

-Allahın sıfatlarını bilmemek,

-Ve zâlimlere mühlet vermesindeki sırrı anlamamak sebebiyle, onların ne yaptıklarından Allahın gafil olduğunu tevehhüm eden herkesedir. Denildi ki: Ayet, mazluma bir teselli, zâlime ise bir tehdittir.

إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ “Ancak Allah, onların cezalarını,gözlerin dehşetle açılacağı güne erteler.”Onların azabını ancak, gördükleri dehşetli şeyler karşısında gözlerin şaşkınlıktan dikilip kalacağı bir güne tehir etmektedir.

 

 43- مُهْطِعِينَ مُقْنِعِي رُءُوسِهِمْ “O gün, başlarını dikerek koşacaklar.”

Kelimenin aslı, bir şeye yönelmektir. Yani o zâlimler o gün kendilerini çağırana süratle icabet ederler.Veya gözlerini o tarafa çevirirler, öyle ki heybet ve korkudan gözlerini kapatamazlar.

لاَ يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ “Gözleri kendilerine dönmeyecek.”Gözleri sabit kalır.

Veya nazarları kendilerine dönmez ki, kendilerine baksınlar.

وَأَفْئِدَتُهُمْ هَوَاء “Ve gönülleri bomboştur.”Kalpleri ise, içinde bulundukları şiddetli şaşkınlık ve dehşetten dolayı, bir şey anlamaktan bomboştur.Ahmak ve korkak insana da “o kalpte bir görüş ve bir kuvvet yok” anlamında “kalbi boş” denilir.

 

44- وَأَنذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْتِيهِمُ الْعَذَابُ “İnsanları, azabın geleceği gün ile uyar.”

Ey Peygamber! Onları azabın geleceği kıyamet günü ile veya ölecekleri gün ile uyar. Çünkü bu, azap günlerinin başlangıcı olacaktır.

فَيَقُولُ الَّذِينَ ظَلَمُواْ رَبَّنَا أَخِّرْنَا إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ نُّجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِعِ الرُّسُلَ “O gün, zalimler şöyle diyecekler: Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir zamana kadar ertele de Senin davetine uyalım ve peygamberlere tâbi olalım.”Zalimlerden murat, şirk ile ve ilâhî ayetleri yalanlamakla zulmedenlerdir.“Bizi yakın bir zamana kadar ertele”

Bundan murat şunlar olabilir:

-“Azabı bizden tehir et”

-Veya “bizi dünyaya döndür, bize bir süre daha mühlet ver.”

-Veya “ecellerimizi tehir et ve iman edecek ve davetine uyacak kadar hayatımızı devam ettir.”

Bunun bir benzeri şu ayette geçer:“Sizden birine ölüm gelip de şöyle demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan (Allah için) infak edin: Rabbim, yakın bir süreye kadar bana mühlet verseydin de sadaka versem ve salihlerden olsaydım!” (Münafikun, 10)

أَوَلَمْ تَكُونُواْ أَقْسَمْتُم مِّن قَبْلُ مَا لَكُم مِّن زَوَالٍ (Onlara denilir:) Daha öncesizin için bir zeval olmadığına dair yemin etmemişmiydiniz?”Hani siz daha önce dünyada daimî kalacağınıza, ölümle zeval bulmayacağınıza yemin etmiştiniz.

Muhtemelen onlar şımarıklık ve gururla böyle yemin etmişlerdi.

Veya hâllerinden böyle anlaşılıyordu. Sanki hiç ölmeyecek gibi sağlam binalar yapıyor, uzun emeller taşıyorlardı.

Denildi ki: Başka bir âleme götürülmeyeceklerine ve öldüklerinde ise hep öyle kalacaklarına, başka hâle maruz kalmayacaklarına yemin ettiler. Şu ayette de böyle bir mana vardır:

 “Onlar, “Allah ölen kimseyi diriltmez” diye en kuvvetli yeminleriyle Allah’a yemin ettiler.” (Nahl, 38)

 

 45- وَسَكَنتُمْ فِي مَسَاكِنِ الَّذِينَ ظَلَمُواْ أَنفُسَهُمْ “Ve nefislerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz.”

Âd ve Semud kavmi gibi küfür ve isyanlarla nefislerine zulmedenlerin yaşadıkları yerlerde oturdunuz.

وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ “Onlara nasıl yaptığımız size apaçık bellioldu.”Onların menzillerinde onların başlarına neler geldiğine alametler var, bunları gördünüz. Onlarla alakalı tevatür yoluyla anlatılanlar var, bunları da duydunuz.

وَضَرَبْنَا لَكُمُ الأَمْثَالَ “Ve size misaller de vermiştik.”Onların hâllerinden size emsâl getirdik. Yani, sizin de küfürde ve azabı hak etmede onlar gibi olduğunuzu beyan ettik.Veya onların yaptıklarının özelliklerini ve dillere destan olacak şekilde kendilerine yapılanları size açıkladık.

 

 4ّ6- وَقَدْ مَكَرُواْ مَكْرَهُمْ وَعِندَ اللّهِ مَكْرُهُمْ “Gerçekten onlar tuzaklarını kurdular, Allah katında da onlara tuzak var.”Onlar hakkı ibtal ve batılı yerleştirmek için bütün hünerlerini ortaya koydular.Onların bu hileleri, tuzakları Allah katında yazılıdır, ona göre kendilerini cezalandırır.

Veya, onların hilelerine mukabil Allahın da karşılık olarak ve ibtal için bir hilesi vardır.

وَإِن كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ “İsterse onların hileleri dağları yerin den oynatacak olsun…”İsterse onların tuzağı büyüklük ve şiddette dağları yerinden oynatacak kadar güçlü olsun, bir işe yaramaz!

 

47- فَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ مُخْلِفَ وَعْدِهِ رُسُلَهُ “O halde, sakın Allah’ın peygamberlerine olan vaadinde durmayacağını sanma!”Cenab-ı Hakkın,

 “Şüphesiz biz, elçilerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” (Mü’min, 51)

“Allah şöyle yazdı: Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz.” (Mücadile, 21) gibi ayetlerle elçilerine vaadi vardır. -Haşa- O, vaadinde hulfetmez.

Ayette “vaad” kelimesinin elçilerden önce gelmesi, Allahın “Şüphesiz Allah va’dinden dönmez.” (Âl-i İmran, 9) ayetinde haber verdiği üzere, asla vaadinden dönmediğini bildirmek içindir. Kimseye vaadinde hulfetmezken, peygamberlerine vaadini tutmayışı düşünülemez.

إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ “Şüphesiz Allah Azîz’dir, intikam sahibidir.”Allah Azîz’dir; O’na hile yapılmaz bir Galib ve karşı konulamaz bir Kâdirdir.Dostları için, düşmanlarından intikam alır.

 

48- يَوْمَ تُبَدَّلُ الأَرْضُ غَيْرَ الأَرْضِ وَالسَّمَاوَاتُ “O gün yeryüzü başka bir yeryüzüne ve gökler başka göklere çevrilecek.”Buradaki “o gün” ifadesi

-Daha önce geçen “O gün azap kendilerine gelir” ifadesinden bedel olabilir.

-Veya bir üstteki ayette geçen “intikam alıcıdır” ifadesinin zamanını ifade edebilir.

-Veya başında “Hatırla şu günü” takdir edilip yeni bir cümle başı olabilir.

-Veya “Allah vaadinde hulfetmez” ifadesi başında takdir edilebilir.

Göklerin ve yerin tebdili:Tebdil ya zât veya sıfatta olur.

Zâtta tebdil: “Dirhemleri dinarlarla değiştirdim” ifadesinde olduğu gibi değişikliklere denir. “Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için kendilerine başka deriler vereceğiz.” (Nisa, 56) ayeti bu tarz bir değişikliği ifade eder.

Sıfatta tebdil: Demiri ısıtıp şeklini değiştirmek gibi değişikliklerdir. Şu ayet bu türdendir: “Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.” (Furkan, 70)

Ayette nazara verilen tebdilin, zâtta veya sıfatta değişikliğe ihtimali vardır. Hz. Ali’den şöyle nakledilir: “Arz, gümüş bir arza, semavat ise altına dönüştürülür.”

İbnu Mes’ud ve Enes’den ise şöyle nakledilir:

“İnsanlar arz-ı beyzaya sevkedilirler. Bu arzda hiçbir hata işlenmemiş-tir.’’[1>

İbnu Abbas ise şöyle der:

“Arz yine bu arzdır, ama sıfatları başkadır.”

Ebu Hüreyre’nin Hz. Peygamberden şu rivayeti de buna delalet eder:

“Arz başka arza tebdil edilir, yayılır, genişletilir. Ukaz arazisinin dümdüz olması gibi dümdüz hale getirilir.” “Orada ne bir çukur görürsün, ne de bir tümsek.” (Taha, 107)

Bil ki: Birinci cihete göre, tebdil ile hâsıl olanın gerçek olarak bir arz ve bir sema olması gerekmez. İkinciye göre de Allahın arzı cehennem ve semavatı da cennet kılması akıldan uzak sayılmaz. Nitekim şu iki ayet bunu hissettiriyor gibidir:

“Facirlerin yazısı muhakkak Siccin’dedir.” (Mutaffifin, 7)

“İyilerin yazısı muhakkak illiyyîn’dedir.” (Mutaffifin, 18) [2>

وَبَرَزُواْ للّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ “Ve Vahid – Kahhar olan Allah’ın huzuruna toplanacaklar.”Vahid – Kahhar olan Allahın emriyle, muhasebe ve amellerinin karşılığını görmek için kabirlerinden çıkarlar.Cenab-ı Hakkın burada kendini bu iki vasıfla zikretmesi, “Bugün mülk (hükümranlık) kimindir? Vahid – Kahhar olan Allah’ındır.” (Mü’min, 16) ayetinde nazara verildiği gibi o günün çok zor bir gün olduğuna delalet içindir. Çünkü emir, bir olan ve kendisine asla galebe edilmeyenden gelince, hiç kimse için bir başkasına sığınma veya koruması altına girme söz konusu olamaz.

 

 49- وَتَرَى الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ مُّقَرَّنِينَ فِي الأَصْفَادِ “O gün, suçluların zincire vurulmuş olduğunu görürsün.”“Nefisler eşleştirildiğinde.” (Tekvîr, 7) ayetinde nazara verildiği üzere, o gün mücrimler inanç ve amelde ortak olmalarına göre birbirlerinin yanlarına getirilirler.

-Veya bundan murat şeytanlarla beraber kılınmaları,

-Veya bozuk inançlar ve batıl melekelerle kesbettikleri şeylerle beraber olmaları,

-Veya el ve ayaklarının, demir çubuklarla boyunları ile birleştirilmeleri,

-Veya bu, onların el ve ayaklarıyla yaptıklarından dolayı cezalandırılmalarını anlatan bir temsil olabilir.

 

50- سَرَابِيلُهُم مِّن قَطِرَانٍ “Gömlekleri katrandandır.”Katran, siyahtır, kokusu pistir. Ateş isabet ettiğinde süratle tutuşur. Cehennem ehlinin derileri bununla kaplanır, kendilerine gömlek gibi olur. Böylece onlarda

-Katranın yakıcılığı,

-Renginin ürkütücülüğü,

-Kokusunun kötülüğü,

-Ateşin her taraftan derilerini süratle sarması bir araya gelir. Öte yandan ateşte mertebeler olması gili, katranda da mertebeler olur.

Ayette tasvîr edilen durumun, ruh cevherini seviyesiz melekeler ve ürkütücü hallerin kuşatması ve ruha çeşit çeşit gam ve elemler celbetmesini anlatan bir temsil olması da muhtemeldir.

وَتَغْشَى وُجُوهَهُمْ النَّارُ “Ve yüzlerini ateş kaplar.”Çünkü onlar, yüzlerini hakka yöneltmediler, duygu ve hislerini yaratılış gayelerine uygun olarak hakkı düşünmekte kullanmadılar. Nitekim kalpleri de marifetten boş ve cehaletle dopdolu olduğundan mühürlenmiştir. Bunun bir benzeri şu ayetlerdir:“Kıyamet günü kötü azaba karşı yüzüyle korunan kimse, (o gün azaptan emin olan kimse gibi midir?)(Zümer, 24)

“Yüzüstü ateşe sürüklendikleri gün kendilerine, “Sakar’ın (Cehennemin) dokunuşunu tadın!” denecek.” (Kamer, 48)

 

5ّ1- لِيَجْزِي اللّهُ كُلَّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ (Bu), Allahın herkesi kazandığı ile cezalandırması içindir.”Allahın onlara böyle yapması, her mücrim nefsi cezalandırmak içindir.

Veya ayetten murat sadece mücrim nefis olmayıp mücrim ve itaatkâr her nefistir. Çünkü, mücrimlerin suçlarından dolayı cezalandırıldıkları beyan edilince, itaatkâr olanların da taatlerinden dolayı mükafatlandırılacakları anlaşılır.

 “Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.”Çünkü bir hesabı görmesi, diğerinden O’nu alıkoymaz.

 

 52- هَذَا بَلاَغٌ لِّلنَّاسِ وَلِيُنذَرُواْ بِهِ وَلِيَعْلَمُواْ أَنَّمَا هُوَ إِلَهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ “İşte bu, kendisiyle uyarılsınlar, Onun ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir tebliğdir.”“İşte bu” ile işaret edilen,

-Kur’an,

-Bu sûre,

-Bu sûrede anlatılan öğütler ve hatırlatmalar olabilir.

İşte bu, insanlara öğüt olarak yeter.

Ta ki o akıl sahipleri kendilerini alçaltacak şeylerden sakınsınlar, kendilerine fayda verecek şeyleri de kuşansınlar.

Bil ki: Allahu Teâlâ, bu öğüt için üç fayda zikretti. Bunlar, semâvî kitapların indirilmesinde gaye ve hikmettir:

1-Peygamberlerin insanları kemâle erdirmesi,

2-Nazarî (tefekküre dayalı) kuvve’nin kemalini bulması ki, bunun zirvesi tevhiddir.

3-Amelî kuvve’nin elverişli kullanımı ki, bu da takva elbisesine bürünmektir. Allah bizi bunları elde edenlerden eylesin. (Amin)

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“İbrahim sûresini kim okusa, putlara tapan ve tapmayan sayısınca ona haseneler verilir.”


[1>İnsanlar, şu arzda devamlı günah işleyerek onu manen ve maddeten kirletmişlerdir. Kıyamet sonrası kurulan yeni âlemde ise hiçbir günah işlenmemiştir ve işlenmeyecektir.

[2> “Siccin” kelimesi “sicn” kökünden gelir. Sicn kelimesi ise, zindan anlamındadır. Zindanın genelde yerin altında olduğu malumdur. “İlliyyin” kelimesi ise yüksekliği ifade eder. Cennet yüksektedir, semavatın fevkinde bulunmaktadır.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
14. İbrahim
Gönderi tarihi: 12-04-2014
2,314 kez okundu
Block title
Block content