1- الَر “Elif, Lâm, Râ.”
كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِ رَبِّهِمْ “(Bu Kur’ân), Rablerinin izni ile insanları zulümattan nura çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.”
Bu Kur’an, davetinde insanları her türlü dalalet karanlıklarından hidayet nuruna çıkarmak için indirdiğimiz bir kitaptır.“Rablerinin izni ile”Onların karanlıklardan aydınlığa çıkmaları, Rab’lerinin muvaffak kılması ve kolaylaştırmasıyla olacaktır.
إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ “Aziz- Hamid olan Allah’ın yoluna.”Ayetin bu kısmı, “nur”dan bedeldir. Yani, onları karanlıklardan Azîz – Hamîd olanın yoluna çıkarman için…Veya mukadder bir suale cevap olmak üzere, yeni bir cümle başlangıcı da olabilir. Yani, o nur, Azîz – Hamîd olanın yoludur.
Yolun Allaha nisbet edilmesi,
-Ya o yoldan maksadın, Allaha ulaşmak olmasından,
-Ya da o yolu Allahın göstermesindendir.
Bu nisbet yapılırken Allahın Azîz – Hamîd isimlerinin özellikle kullanılmasında şöyle bir tenbih vardır: Bu yolda giden zillet çekmez, bu yolun yolcusu eli boş dönmez.
2- اللّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ “O Allah’ın (yoluna) ki, göklerde ne var ve yerde ne varsa hepsi O’nundur.”
وَوَيْلٌ لِّلْكَافِرِينَ مِنْ عَذَابٍ شَدِيدٍ “Şiddetli bir azabdan dolayı vaykâfirlerin haline!”
Ayet, kitabı inkâr eden ve zulümattan nura çıkmayan kimseler için bir vaîddir.
3- الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الآخِرَةِ “Onlar, dünya hayatını ahirete tercih ederler.”
وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ “Ve Allah yolundan çevirirler.”İnsanları imandan alıkoymak suretiyle Allahın yolundan engellerler.
وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا “Ve onda eğrilik ararlar.”Onu tenkid edebilmek için onda kusur ve arızalar ararlar.
أُوْلَئِكَ فِي ضَلاَلٍ بَعِيدٍ “İşte bunlar, çok uzak bir sapıklık içindedirler.”
İşte onlar haktan saptılar, ondan çok uzakta kaldılar.Uzaklık gerçekte dalâlette olan kimsenin sıfatıdır, ama onun fiili böyle bir uzaklıkla vasfedildi. Bunda, onların haktan ne kadar uzak olduğunu daha kuvvetli bir şekilde anlatmak vardır.
4- وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ “Biz, her peygamberi onlara açıkça anlatması için kavminin diliyle gönderdik.”
Her Peygamber, içinde bulunduğu ve gönderildiği kavmin diliyle onlara konuşmuştur.
Bu, onlara emredilenleri beyan edebilmesi ve muhataplarının da bu şekilde kolayca ve süratli bir şekilde anlamaları içindir. Sonra ilâhî mesajı başkalarına naklederler, manasını tercüme ederler. Böyle olunca peygamberin gönderildiği kavim, Peygamberin onları davet etmesine ve uyarmasına en layık, en uygun kimseler olur. Bunun içindir ki Hz. Peygamber önce kendi aşiretini uyarmakla emredildi.
Şayet muhtelif ümmetlere kendi dilleri üzere kitaplar indirilse, bu müstakil bir i’caz nevi olurdu. Lakin bu,
-Kelâm ihtilafına yol açardı.
-Lafız ve manaların öğreniminde gayret göstermenin faziletini zayi ederdi.
Denildi ki: Ayete şöyle de mana verilebilir: “Biz her Peygamberi O’nun (Hz. Muhammedin) kavminin dili üzere gönderdik.” Yani, Allah bütün kitapları Arabça olarak indirdi. Sonra Hz. Cebrail veya her peygamber, gönderilen kavmin diline tercüme etti.
Ama böyle bir görüş sahih değildir. Ayetin devamında gelen “onlara beyan etmesi için” kısmı, böyle anlamamızı reddeder. Tevrat, İncil ve benzerleri Arablara beyan edilmesi için inmemiştir.
فَيُضِلُّ اللّهُ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء “Böylece Allah dilediğini dalalette bırakır, dilediğini de hidayete erdirir.”
Allah, dilediklerini imana muvaffak kılmaz. Dilediğini ise hidayete muvaffak kılar.
وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “O, Azîz’dir – Hakîm’dir.” O, Azîz’dir, meşîetine galebe edilmez. Hakîm’dir, dalâlette bırakması da, hidayet etmesi de ancak hikmetledir.
5- وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا أَنْ أَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ “And olsun ki Musa’yı âyetlerimizle gönderdik: Kavmini zulümattan nura çıkar.”Onu yed-i beyza ve asa gibi mu’cizelerle gönderdik.
وَذَكِّرْهُمْ بِأَيَّامِ اللّهِ “Ve onlara Allah’ın günlerini hatırlat.”“Eyyamu’l-Arab” denildiğinde, onların savaşları anlaşılır. “Eyyamullah” yani “Allahın günleri” denildiğinde de, helâk olan ümmetlerin başlarına gelen ilâhî felaketler murattır.
Denildi ki: “Eyyamullah” ifadesi, onlara olan nimetleri ve belâları içine alır.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ “Şüphe yok ki bunda çokça sabredip çokça şükreden herkes için nice ayetler vardır.”
Bunda, Allahın belasına sabreden, nimetlerine şükreden kimseler için ibretler vardır. Çünkü böyle biri, onların başına gelen bir belayı veya kendilerine yapılan in’amı duyduğunda ibret alır ve yapması gereken sabır ve şükürle ilgili intibaha gelir.
Denildi ki: Ayette ifade edilen “çokça sabredip çokça şükreden herkes”ten murad, her mü’mindir. Mü’minden böyle bahsedilmesi, sabır ve şükrün mü’minin ünvanı olmasındandır.
6- وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ اذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ “Musa kavmine demiştiki: “Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın.”
إِذْ أَنجَاكُم مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ “Hani O, sizi Firavun ailesinden kurtardı.”
يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ “Onlar sizi en kötü bir azaba sürüyorlardı.”
وَيُذَبِّحُونَ أَبْنَاءكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءكُمْ “Ve oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı hayatta bırakıyorlardı.”Burada ifade edilen azaptan murat, Bakara ve A’raf sûrelerinde geçen onlarla ilgili azaptan farklıdır. Çünkü orada azap boğazlamak ve öldürmek şeklinde açıklanmıştı. Burada ise boğazlamak atıf yoluyla gelmektedir. Bu durumda burada ifade edilen azap, ya cins bildirir veya onların köle yapılmaları, dayanılmaz işlerde çalıştırılmaları gibi durumları anlatır.
وَفِي ذَلِكُم بَلاء مِّن رَّبِّكُمْ عَظِيمٌ “Ve bunda Rabbinizden size büyük bir bela vardı.”
Burada belanın Allaha nisbet edilmesi, Firavun ve hanedanına O’nun güç ve kudret vermesi, onları hemen cezalandırmayıp mühlet tanıması yönündendir. Şüphesiz Allahu Teâlânın bu şekilde onlara imkân vermesi, bir imtihandır.
Öte yandan ayette işaret edilen durum İsrailoğullarının kurtarılması da olabilir. Bu durumda ayette geçen “belâ” ifadesinden nimet murat edilmiş olur.