7- وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ “Ve hatırlayın ki Rabbiniz size şöyle bildirmişti:”Bu da Hz. Musanın kelamıdır.
لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ “Eğer şükrederseniz mutlaka size artırırım.”Ey İsrailoğulları! Size verdiğim Firavundan kurtarmak ve diğer nimetlerime iman ve salih amelle şükrederseniz, nimet nimet üstüne artırırım.
وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ “Ve eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”Ama size verdiklerime nankörlük yaparsanız, olur ki bu küfranınıza şiddetli bir şekilde azap ederek ceza veririm.
Ekremü’l-Ekremin olan Cenab-ı Hakkın âdeti, vaadî açıktan belirtmek ve vaîdi tarîz yollu söylemektir.[1>
8- وَقَالَ مُوسَى إِن تَكْفُرُواْ أَنتُمْ وَمَن فِي الأَرْضِ جَمِيعًا فَإِنَّ اللّهَ لَغَنِيٌّ حَمِيدٌ “Musa dedi ki: Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz, iyi biliniz ki Allah Ğani’dir –Hamid’dir.”Siz ve arzda olan bütün ins ve cin inkâr etseniz, şüphesiz Allah sizin şükrünüzden Ğanî’dir, muhtaç değildir; Hamîd’dir, zâtında hamde layıktır, bütün meleklerin kendisine hamdettiği Mahmud’dur, bütün mahlukatın zerreleri O’nun nimetlerini yad eder, söylerler. Dolayısıyla sizler küfür ile ancak kendinize zarar verir, daha ziyade olabilecek nimetlerden kendinizi mahrum bırakırsınız ve ayrıca şiddetli bir azaba muhatap edersiniz.
9- أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَأُ الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذِينَ مِن بَعْدِهِمْ “Sizden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonra gelenlerin haberleri size gelmedi mi?”Bu da Hz. Musa’nın kelâmından olabilir.Veya yeni bir cümle olarak Cenab-ı Hakkın kelâmıdır. لاَ يَعْلَمُهُمْ إِلاَّ اللّهُ “Onları, Allah’tan başkası bilmez.”
Yani, onlardan sonra o kadar çok kavimler geldi ki, onların sayısını ancak Allah bilir. Bundan dolayı İbnu Mes’ud şöyle der: “Nesep ilmiyle uğraşanlar yalan söylemişlerdir.”
جَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ “Peygamberleri onlara mu’cizeler getirdi.”
فَرَدُّواْ أَيْدِيَهُمْ فِي أَفْوَاهِهِمْ “Onlar ellerini ağızlarına götürdüler.”
“Ellerini ağızlarına götürdüler” ifadesi, değişik şekillerde açıklanmıştır:
-“Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar.” (Âl-i İmran, 119) ayetinde nazara verildiği tarzda, peygamberlerin getirdikleri şeylere öfkelerinden ellerini ağızlarına götürüp ısırdılar.
-Şaştıklarından böyle yaptılar.
-Gülmesi gelenin yaptığı gibi, dalga geçmek için böyle yaptılar.
-Peygamberleri susturmak için, ellerini onların ağızlarına götürdüler.
-“Ağzınızı kapatın” şeklinde böyle yaptılar.
-Elleriyle ağızlarına işaret edip onlara bir cevap vermiyeceklerine tenbihte bulundular.
-Peygamberleri konuşturmamak için ellerini onların ağızlarına götürdüler. Buna göre, bu ifadenin bir temsil olması muhtemeldir.
-Peygamberlerin öğütlerini, onlara vahiyle gelen hikmet ve hükümleri yalanlayıp kabul etmemekle, sanki onları geldikleri yere göndermiş oldular.
وَقَالُواْ إِنَّا كَفَرْنَا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ “Ve dediler ki: Biz sizinle gönderileni inkâr ettik.”
Sizin “bize bunlar bildirildi” şeklinde iddia ettiklerinizi biz inkâr ettik.
وَإِنَّا لَفِي شَكٍّ مِّمَّا تَدْعُونَنَا إِلَيْهِ مُرِيبٍ “Ve bizi çağırdığınız şeyden deşüphelendirici bir kuşku içindeyiz.”
10- قَالَتْ رُسُلُهُمْ أَفِي اللّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ “Onların peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında bir şüphe mi var?”Biz sizi ancak Allaha çağırıyoruz. Onun varlığı ise, delillerin çokluğu ve delâletin gayet açık olmasından dolayı şüphe edilecek bir durum değildir.
Buna şu sözleriyle işaret ettiler.
يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى “O, sizi günahlarınızdan bağışlamak için çağırıyor ve belirlenmiş bir süreye kadar size müsade ediyor.”O, bizleri göndererek sizi imana davet ediyor.“Günahlarınızdan” denilmesi, kendileriyle Allah arasında meselelerde olan günahları ifade eder. Çünkü İslâm, başkalarına yapılan zulümler (kul hakları) dışındakileri siler.
Denildi ki: Kâfirlere olan hitapta, Kur’anın tamamında “günahlarınızdan” şeklinde ifade edildi, ama mü’minlere böyle denilmedi. Bu da mü’minle kâfir arasında günahların bağışlanması meselesinde bir ayırımdır.
Muhtemelen bunda şöyle bir mana vardır: Kâfirlere olan hitapta mağfiret imana terettüp ettirilerek gelmiştir. Mü’minlere olan hitapta ise mağfiret itaate ve günahlardan ve benzeri kötü şeylerden sakınmaya terettüp ettirildiğinden kul hakkından, zulümlerden hariç kalmayı da içine almaktadır.
Ayette geçen “ecel-i müsemma”dan maksat, Allahın belirlediği ve onların ömürlerinin sonu olarak takdir ettiği müddettir. قَالُواْ إِنْ أَنتُمْ إِلاَّ بَشَرٌ مِّثْلُنَا “Dediler: Siz sadece bizim gibi bir insansınız.”Sizin bize bir üstünlüğünüz yok, öyleyse bize değil de nübüvvet niye size verildi? Şayet Allah insanlara peygamberler göndermeyi dileseydi daha efdal olan bir cinsten Peygamber gönderirdi.
تُرِيدُونَ أَن تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ آبَآؤُنَا “Bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz.”Siz böyle bir davayla, bizi atalarımızın taptıklarından çevirmek istiyorsunuz.
فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ “O halde bize apaçık bir delil getirin!”
Öyleyse haydi bize üstünlüğünüze ve bu meziyete liyakatinize veya nübüvvet iddianıza delil olacak açık bir mu’cize getirin.
Öyle anlaşılıyor ki, bunlar Peygamberlerinin getirdikleri apaçık delillere
itibar etmediler, sırf işi yokuşa sürmek, inat etmek için başka bir mu’cize istediler.
11- قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ إِن نَّحْنُ إِلاَّ بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ “Onların peygamberleri onlara dediler: (Evet) biz ancak sizin gibi bir insanız.”
وَلَكِنَّ اللّهَ يَمُنُّ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ “Lakin Allah kullarından dilediğine nimetini lütfeder.”Peygamberler, bu ifadeleriyle kavimleriyle beşer olma noktasında ortak olduklarını kabul ettiler. Kendilerinin nübüvvetle serfiraz kılınmalarını Allahın fazlı ve kendilerine bir nimeti olarak nazara verdiler.
Ayette, nübüvvetin Allahın bir atâsı (ihsanı) ve zâtında câiz olan şeylerin bazısını bazısına tercih etmenin Allahın bir meşieti olduğuna bir delil vardır.
وَمَا كَانَ لَنَا أَن نَّأْتِيَكُم بِسُلْطَانٍ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ “Ve Allah’ın izni olmadıkça bizim size bir delil getirmemiz söz konusu olamaz.”Sizin istemiş olduğunuz mu’cizeleri getirmek bizim gücümüz dâhilinde değildir ki, talep ettiğiniz şeyleri yapabilelim. Bu, Allahın dilemesine bağlı bir durumdur. O da her peygambere böyle mu’cizelerden bir kısmını tahsis eder.
وَعلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ “Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler.”
Dolayısıyla biz de sizin inat ve düşmanlığınıza karşı sabretmek hususunda Allaha tevekkül ederiz.
“Mü’minler ancak Allaha tevekkül etsinler” derken tevekkülü icap ettiren şeyi hissettirmek için genel bir ifade kullandılar, ama bununla her şeyden önce kendilerini kastettiler. Ayetin devamı, bunu göstermektedir:
12- وَمَا لَنَا أَلاَّ نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّهِ وَقَدْ هَدَانَا سُبُلَنَا “Bize yollarımızı göstermişken, neden biz Allah’a tevekkül etmeyelim?”Allaha tevekkül etmemek için bize hangi mazeret olabilir? Biz o yollarla O’nu tanıyoruz ve bütün işlerin O’nun elinde olduğunu biliyoruz.
وَلَنَصْبِرَنَّ عَلَى مَا آذَيْتُمُونَا “Bize yaptığınız eziyetlere elbette sabredeceğiz.”
Böyle diyerek tevekküllerini ve kâfirlerin onlar aleyhinde yapacakları şeylere aldırmadıklarını te’kid ettiler.
وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ “Tevekkül edenler (başkasına değil), ancak Allah’a tevekkül etsinler.”Öyleyse, tevekkül edenler imanlarından kaynaklanan tevekküllerinde sebât göstersinler, sarsılmasınlar.
13- وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُواْ لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُم مِّنْ أَرْضِنَآ أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا “İnkâr edenler peygamberlerine dediler: Ya sizi yurdumuzdan sürüp çıkaracağız ya da bizim dinimize döneceksiniz!”
O inatçı kafirler şu iki şıktan birinin olacağına yemin ettiler:
-Ya o peygamberleri beldelerinden çıkarmak
-Ya da peygamberlerin onların dinine dönmesi. Burada dine dönmekten maksat, o dine girmektir, yoksa peygamberler hiçbir zaman kavimlerinin dini üzere değildi.
Ayette hitap her ne kadar peygamberlere ise de, bu hitabın kendisine iman edenlerle beraber her peygambere yapılması da caizdir. Bu durumda, cemaat bir kişiyle (peygamberle) temsil edilmiş olur.
فَأَوْحَى إِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِمِينَ “Rableri de onlara şöyle vahyetti: Zâlimleri mutlaka helak edeceğiz.”
14- وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الأَرْضَ مِن بَعْدِهِمْ “Ve onlardan sonra sizi mutlaka o arzda yerleştireceğiz.”
“Ve o hırpalanıp ezilmekte olan kavmi de arzın bereketle donattığımız doğusuna ve batısına mirasçı yaptık.” (A’raf, 137) ayetinde de nazara verildiği gibi, onları helâk edip sizi onların arzına ve diyarına yerleştireceğiz.
ذَلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَامِي وَخَافَ وَعِيدِ “İşte bu, makamımdan ve tehdidimden korkan içindir.”
“İşte bu” ifadesiyle, vahyedilen şeye işaret vardır. O da:
-Zâlimlerin helâki,
-Ve Mü’minlerin onların arzına yerleştirilmesidir.
“Makamımdan ve tehdidimden korkan içindir.”
Bu ilâhî vaat, insanların kıyamet günü muhakeme olmak üzere Allahın huzurunda divan durmaları veya benim onların yaptıklarını bilip, kendilerine bildirmem için bunları muhafaza etmemden, veya azap ile olan vaîdimden, veya kafirlere vaat edilen azabımdan korkan kimseler içindir.
15- وَاسْتَفْتَحُواْ “Ve fetih istediler.”Ve düşmanlarına karşı Allahtan fetih istediler.
Veya “Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasını hak ile aç.” (A’raf, 89) ayetinde olduğu gibi, kendileriyle düşmanları arasında hükmedilmesini istediler. Fethi isteyenler peygamberlerdir.
Denildi ki: Zamir kâfirler içindir.
Denildi ki: Zamir, her iki fırka içindir. Çünkü iki taraf da haklının galip gelmesini, batıl yolda olanın helâk olmasını istedi.
وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ “Ve her zorba inatçı hüsrana uğradı.”
Böylece aralarında hüküm verildi, mü’minler felâh buldu, Allaha isyanda haddi aşan, hakkı kabul etmemekte inat eden her zorba ise iflah olmadı.
Fetih talep etmek kafirlere veya her iki fırkaya raci kılınınca ayetteki haybet, yani eli boş hüsranda kalmak manası daha da etkili bir anlam kazanır.
16- مِّن وَرَآئِهِ جَهَنَّمُ “Ardından da Cehennem vardır.”Her zorba inatçı için, önünde cehennem vardır. Dünyada âdeta cehennemin kenarında durmaktadır, ahirette de oraya gönderilecektir.
Denildi ki: Ayetin manası, “o kimse için hayatının ötesinde cehennem vardır.”
وَيُسْقَى مِن مَّاء صَدِيدٍ “Ve orada kendisine irinli su içirilir.”
O kimse cehenneme gönderilir, orada kendisine cehennem ehlinin derilerinden akan şey, su olarak içirilir.
17- يَتَجَرَّعُهُ وَلاَ يَكَادُ يُسِيغُهُ “Onu yutmaya çalışır, fakat neredeyse boğazından geçiremez.”
Yutkunarak onu içmeye kendini zorlar ama neredeyse boğazından onu geçiremez. Bu da başka bir azap olur, böylece azabı uzar.
وَيَأْتِيهِ الْمَوْتُ مِن كُلِّ مَكَانٍ “Ve her yerden ona ölüm gelir.”
Ölümün sebepleri olan zor ve çetin hâller her taraftan ona gelir, her cihetten onu kuşatır.
Denildi ki: “Her yerden” ifadesi, kıllarının kökünden ayak başparmağına varıncaya kadar “cesedinin her tarafından” demektir.
وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍ “Fakat o ölmez.”Ama buna rağmen o kimse ölmez ki istirahat edip kurtulsun!
وَمِن وَرَآئِهِ عَذَابٌ غَلِيظٌ “Arkasından da çetin bir azab gelecektir.”
Böylece onun önünde her vakit daha şiddetli bir azap olur.
Denildi ki: Bundan murat, cehennemde ebediliktir.
Denildi ki: Nefes almasına engel olunmasıdır.
Denildi ki: Ayet, peygamberlerin kıssasından ayrıdır. Mekke ahalisi hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamberin bedduası üzere kıtlığa maruz kalmışlar, yağmur talebinde bulunmuşlardı. Ama ümitleri boşa çıktı, kendilerine yağmur gönderilmedi. Buna bedel Cenab-ı Hak onları cehennemde cehennem ehlinin bedenlerinden akan su ile sulamayı vaat etti.
[1> Ayette şükre mukabil Allahu Teâlâ “mutlaka artırırım” dediği halde, küfran-ı nimete mukabil “şiddetli azap ederim” demeyip, “azabım çok şiddetlidir” buyurdu.