13. DERS: (Bakara Suresi, 104 - 113) Ehl-i İmana Sesleniş

 

104- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقُولُواْ رَاعِنَا وَقُولُواْ انظُرْنَا Ey iman edenler! “Râina” demeyin, “unzurna” deyin.”

Sahabiler, Hz. Peygambere “râina” yani “bizi kolla, bizi gözet, bize telkin ettiğin şeyleri teenni ile anlat, ta ki anlayalım” diyorlardı. Yahudiler bunu işitince dillerine doladılar ve Hz. Peygambere bununla hitap ettiler. Ancak bununla Ona hakaret etmeyi esas almışlardı. Veya “Raîna” şeklinde biraz uzatarak İbranice bir kelime ile küfretmeye kalktılar. Bunun üzerine mü’minler “raina” kelimesini kullanmaktan men edildiler ve buna bedel yanlış kullanıma yol açmayacak ve “râina”nın normalde verdiği manayı verecek olanı kullanmakla emrolundular.

وَاسْمَعُوا ْ Ve iyi dinleyin.”

“Güzelce dinleyin, ta ki “bizi gözet, bizim durumumuzu nazara al, ağır ağır anlat” demeye muhtaç olmayın.”

Veya “Yahudiler gibi değil, kabul etmek için dinleyin!”

Veya “size emredilenleri ciddiyetle dinleyin, ta ki size yasaklanan şeylere bir daha dönmeyin!”

وَلِلكَافِرِينَ عَذَابٌ أَلِيمٌ Kâfirler için elem verici bir azap vardır.”

 

105- مَّا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلاَ الْمُشْرِكِينَ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْكُم مِّنْ خَيْرٍ مِّن رَّبِّكُمْ Kitab ehlinden inkâr edenler ve de müşrikler, Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler.”

 

Sebeb-i Nüzûl

Ayet, mü’minleri sevdiğini, onlar için hayır dilediklerini iddia eden Yahudilerden bir topluluk hakkında nazil oldu.

Yani, onlar size gelen vahyi kıskanırlar, nail olacağınız ilim ve yardım gibi her türlü hayırlı şeyleri sevmezler.

وَاللّهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهِ مَن يَشَاء Oysa Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder.”

Allah dilediğine nübüvvet verir, hikmet öğretir, ona yardım eder. Ona vâcip bir şey yoktur, kimsenin Allahtan hak talep etme hakkı söz konusu değildir.

وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ Allah, büyük lütuf sahibidir.”

Ayetin bu kısmı, nübüvvetin Allahın lütfundan olduğunu hissettirir. Allahın bazı kullarını mahrum bırakması, lütfunun darlığından olmayıp meşietinden ve onunla ilgili hikmetindendir.

 

106- مَا نَنسَخْ مِنْ آيَةٍ أَوْ نُنسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِّنْهَا أَوْ مِثْلِهَا Herhangi bir âyeti nesheder veya onu unutturur (ya da ertelersek), yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz.”

Sebeb-i Nüzûl

Müşrikler veya Yahudiler “Muhammedin hâline bakmaz mısınız, ashabına bir emir veriyor, sonra ondan yasaklıyor ve tam tersini emrediyor!” demeleri üzerine ayet nâzil oldu.

Nesh, kelime itibariyle bir şeyin şeklini izale edip başkasında bunu sabit kılmaktır. Tenasüh de aynı kökten gelir.

Ayetin neshi ise, kıraatinin veya ondan çıkarılan hükmün veya her birinin sona erdiğini beyandır.

Ayette geçen “insa” unutturmak anlamındadır. Şayet bu “Nesie” kökünden gelirse “tehir etmek” anlamına gelir. Yani “…biz bir ayeti sana unutturur veya tehir edersek…” şeklinde mana verilir.

Yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz.”

Getirilen yeni ayet insanlara fayda ve sevapta ya daha hayırlı olur veya sevapta misli olur.

أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ Bilmedin mi Allah her şeye kadîrdir.”

Her şeye kadir olduğu için elbette ayetlerin bir kısmını yürürlükten kaldırmaya ve kaldırılanların bir mislini veya daha hayırlısını getirmeye de gücü yeter.

Ayetler, Allahtan bir lütuf ve rahmet olarak, insanların maslahatlarını gözetmek ve nefislerini kemâle erdirmek için iner. Bu ise, geçim sebepleri gibi asırlara ve şahıslara göre farklılık arzeder. Çünkü bir asırda faydalı olan, başka bir asırda zarar verebilir.

 

Bazıları ayete dayanarak

-“Yerine bir hüküm gelmeden eskisi kaldırılmaz.”

-“Yeni hüküm eskisinden daha ağır olamaz.”

-“Sünnet ile kitabın hükmü kaldırılamaz” şeklinde genel kurallara delil getirdiler.

Bunların hepsi zayıftır. Çünkü bazen hüküm getirilmemesi veya daha ağır bir hüküm getirilmesi daha uygun olabilir. Ayrıca, sünnet de Allahın getirdiklerindendir. Ayette geçen “Yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz.” kısmına dayanarak “Hz. Peygamberin sünneti ayetin hükmünü kaldıramaz” denilemez. Çünkü “daha hayırlı veya misil” olmaktan murat, lafız yönünden değildir.1

Mu’tezile, bu ayete dayanak Kur’anın hâdis olduğuna delil getirmek istediler, değişiklik ve farklılığı hudusun gereklerinden olarak gördüler.

Buna cevaben şunu derim: Değişiklik ve farklılık, ârizî hallerden olup, bu arızî haller kadîm zâtla alakalıdır.

107-أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِأ Bilmedin mi, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır.”

Hitap, Hz. Peygamberedir, murat ise O ve ümmetidir. Çünkü devamında doğrudan çoğul sığasıyla ümmete hitap vardır. Peygambere yönelik gelmesi, O’nun en ziyade bilen kişi olması ve ümmetin ilminin de ona dayanmasındandır.

Dilediğini yapar, dilediği şekilde hüküm verir. Ayetin bu kısmı, biraz önce geçen “Bilmez misin, Allah her şeye kâdirdir” cümlesine veya neshin câiz oluşuna delil gibidir, bundan dolayı atıf terk edilmiştir.

 

وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ Sizin için Allah’tan başka ne bir veli, ne de bir yardımcı vardır.”

Sizin işlerinize mâlik olan ve bunları maslahatınıza göre icra eden ancak O’dur.

Velî ve nasîr (yardımcı) arasında şöyle fark vardır: Veli, bazen yardımdan aciz kalabilir, nasîr ise, bazen yardım edilene yabancı olabilir. Böylece bu ikisi manada yakın olmakla beraber, bir cihette farklıdırlar.

 

108-وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ Yoksa siz, daha önce Mûsâ’ya sorulduğu gibi peygamberinize sormak mı istiyorsunuz?”

Yoksa siz Yahudilerin Hz. Musa’ya sordukları türden peygambere gereksiz sorular sormak mı istiyorsunuz?

Veya evveliyle bağlı olmadan, onların Hz. Peygambere güvenmelerini, ona uygunsuz şeyler sormamalarını bildirir.

 

Sebeb-i Nüzûl

İniş sebebi hakkında farklı rivayetler vardır:

1-Ehl-i kitabın bir kısmı gelip Hz. Peygamberin semadan kendilerine bir kitap indirmesini istediler.

2-Hz. Peygambere gelip mu’cize talebinde bulunan müşrikler hakkında indi:

Dediler: Sen, bizim için yerden bir pınar akıtmadıkça sana asla inanmayacağız.”

Veyahut hurma ve üzümlerden senin bir bahçen olsun, bunların ortasından şarıl şarıl nehirler akıt.”

Yahut iddia ettiğin gibi, göğü başımıza parça parça düşür veya Allah’ı ve melekleri şahit getir.”

Yahut altından bir evin olsun ya da göğe yüksel. Oradan bize okuyacağımız bir kitap indirmeden oraya çıktığına da asla inanmayız.” (İsra, 90-93)

 

وَمَن يَتَبَدَّلِ الْكُفْرَ بِالإِيمَانِ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاء السَّبِيلِ Her kim imanı küfre değişirse, o artık doğru yoldan sapmış olur.”

Her kim apaçık ayetlere güveni terk eder ve onlarda şüpheye düşer, bunların yerine başka ayetler talep ederse, dosdoğru yoldan çıkmış olur, imandan sonra küfre düşer.

Ayetin manası şöyledir: Bu tarz şeyler talep etmeyin, yoksa istikametli yoldan saparsınız. Bu yoldan çıkmak sizi maksattan uzaklaştırır ve imanın yerine küfrü netice verecek bir duruma getirir.

 

109- وَدَّ كَثِيرٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُم مِّن بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّاراً حَسَدًا مِّنْ عِندِ أَنفُسِهِم مِّن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ Kitap ehlinden birçoğu, hak kendilerine açıkça görüldükten sonra, içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler.”

 

Ehl-i kitabın bazı âlimleri, sizler iman ettikten sonra mürted hâle gelmenizi isterler. Dindarlık namına, hakka meyil adına değil, sırf nefislerinden yola çıkarak size haset etmelerinden bunu böyle yaparlar. Hâlbuki mu’cizelerle ve Hz. Peygamberin Tevratta geçen sıfatlarıyla gerçek kendilerine açıkça görülmüştür.

فَاعْفُواْ وَاصْفَحُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ Ama siz, Allahın emri gelinceye kadar onları affedin, hoşgörün.”

Onları cezalandırmayın, kınamayın.

Allahın emrinin gelmesinden murat,

-Onlara savaş izni ve cizyeye mahkum edilmeleri hakkında emir olabileceği gibi,

-Benî Kurayzanın öldürülmesi, Benî Nadîrin de sürgüne gönderilmesi olabilir.

İbnu Abbas, bu ayetin “seyf ayeti” ile mensuh olduğunu söylese de, bu kesin olmaktan uzak bir kanaattir. Çünkü emir gayr-ı mutlaktır.

إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ Şüphesiz Allah, her kadîrdir.”

Onlardan intikam almaya da kâdirdir.

 

110-وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ Ve namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin.”

Ayet, önceki ayette geçen “Onları affedin…” hükmüne atıf ile gelmiştir. Sanki onlara sabrı, onlardan farklı olmayı, ibadet ve iyilikle Allaha sığınmayı emretmektedir.

وَمَا تُقَدِّمُواْ لأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللّهِ Kendiniz için hayır olarak önden ne gönderirseniz, Allah katında onu bulursunuz.”

إِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görendir.”

Hiçbir amel O’nun yanında zâyi olmaz.

 

111- وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى Bir de “Yahudi veya Hristiyanlardan başkası asla cennete giremeyecek” dediler.”

Ayet, kitap ehli olan Yahudi ve Hristiyanları anlatır. Nasıl ki “Yahudi veya Hristiyan olun ki, hidayet bulasınız” dediler.” (Bakara, 135) ayetinde mana şöyledir: Yahudiler dediler ki “Yahudi olun”, Hristiyanlar da dediler ki “Hristiyan olun.”

Benzeri bir şekilde burada da mana şöyle olur:

“Yahudiler dediler: Cennete ancak Yahudiler girecek. Hristiyanlar da dediler: Cennete ancak Hristiyanlar girecek.”

Ayetin bu üslûbta gelmesi, muhatabın fehmine güvendendir.

تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ Bu onların kendi kuruntularıdır.”

Ayetin bu kısmı, mezkûr kuruntularına bir işarettir: Onlar,

-Mü’minlere Rablerinden hiçbir hayır inmeyeceğini umarlar.

-Mü’minleri dinlerinden döndüreceklerini hayal ederler.

-Cennete kendilerinden başka kimsenin giremeyeceğini zannederler.

قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ Onlara de ki: Eğer doğru iseniz, haydi bakalım delilinizi getirin.”

Eğer cennete sadece kendinizin gireceği davanızda sadık iseniz, bunun delilini getiriniz. Çünkü, delili olmayan bir sözün kıymeti yoktur.

 

112- بَلَى Hayır, öyle değil!”

Hayır, iş sizin zannettiğiniz gibi değil.

مَنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُ أَجْرُهُ عِندَ رَبِّهِ Kim muhsin olarak yüzünü Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin katındadır.”

Her kim güzel amel işlese ve amelinde ihlaslı olsa, Rabbi nezdinde ameline va’dedilen sevabı alacaktır. Ona va’adedilen bu sevap, ne zâyi olur, ne de noksanlaşır.

وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ Ve onlara bir korku yoktur ve onlar üzülmezler.”

 

113-وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارَى عَلَىَ شَيْءٍ Yahudiler dediler ki, “Hristiyanlar birşey üzere değiller.”

وَقَالَتِ النَّصَارَى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلَى شَيْءٍ Hristiyanlar da “Yahudiler bir şey üzere değiller” dediler.”

وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَOysa hepsi de kitabı okuyorlar.”

 

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre Hristiyanlardan Necran kafilesi Hz. Peygamberin yanına geldiğinde, Yahudi âlimleri de onların yanına geldiler, münazara yaptılar, karşılıklı olarak bu şekilde konuştular.

كَذَلِكَ قَالَ الَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْ “Hiçbir bilgisi olmayanlar da onların dedikleri gibi dediler.”

 

Kitabı okuyan Yahudi ve Hristiyanlar böyle dediği gibi, puta tapan, Allahı inkar eden kimseler gibi ilimden ve kitaptan nasibi olmayanlar da aynı şeyi söylediler.

Allahu Teâlâ, bu ayetle onların birbirlerine karşı kibirlenmelerini ve cahil kimselere benzemelerini kınadı.

 

Eğer desen: Niye kınadı ki, aslında doğruyu söylediler? Her iki dinin de neshedildikten sonra hükmü kalmadı.

Elcevap: Onlar bunu kastetmediler. Onlardan her birinin maksadı, diğer dini kökünden batıl görmek, Peygamberini ve kitabını inkâr etmektir. Hâlbuki her iki dinden de neshedilmeyenleri haktır, kabul edilmesi ve kendisiyle amel edilmesi gerekir.

فَاللّهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُواْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ “İşte Allah kıyamet günü, ihtilafa düştükleri meselelerde, onlar arasında hüküm verecektir.”

Allah her bir fırka için uygun olan cezayı verir.

Denildi ki: Allahın onlar arasında hükmetmesi, onları yalanlaması ve ateşe atmasıdır.

Dipnotlar:

1 Hadisin lafzı elbette Kur’an ayetinden daha hayırlı olmadığı gibi, ona misil de olamaz. Ama sünnet ile getirilen yeni hüküm, insanlara faydalılık ve maslahat açısından daha hayırlı olabilir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
2. Bakara
Gönderi tarihi: 21-09-2010
10,494 kez okundu