154- وَلَمَّا سَكَتَ عَن مُّوسَى الْغَضَبُ أَخَذَ الأَلْوَاحَ “Musa’daki öfke sesini kesince levhaları aldı.”
Hz. Harunun mazeret beyan etmesi veya kavminin tevbesi dolayısıyla Musanın öfkesi yatıştığında Tevrat levhalarını aldı.
Bu ayette çok etkili, beliğ bir anlatım vardır. Hz. Musanın içindeki öfke, sanki bir âmir gibi hareket etmekte, onu bazı şeyleri yapmaya kışkırtmaktadır. Öyle ki, öfkenin yatışması ayette “öfke sesini kestiğinde” şeklinde ifade edilmiştir.
وَفِي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِّلَّذِينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ “Onlardaki yazıda, Rablerinden korkan kimseler için bir hidayet ve rahmet vardır.”
Onlarda olan hidayet hakkın beyanı, rahmet ise, salah ve hayra irşaddır.
Denildi ki: Ayette bahsedilen “nüsha”, onlardan kırılanlar hakkındadır.
155- وَاخْتَارَ مُوسَى قَوْمَهُ سَبْعِينَ رَجُلاً لِّمِيقَاتِنَا “Bir de Musa, mîkatımız için (tayin ettiğimiz vakitte tevbe için) kavminden yetmiş adam seçti.”
فَلَمَّا أَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ أَهْلَكْتَهُم مِّن قَبْلُ وَإِيَّايَ “Ne zaman ki, bunları o sarsıntı yakaladı, (o zaman Musa) dedi: Rabbim, dileseydin bunları da, beni de daha önce helâk ederdin.”
Rivayete göre, Cenab-ı Hak Hz. Musaya kavminden yetmiş kişi getirmesini emretti. Her boydan altı adam seçti, iki tane fazla oldu. Hz. Musa dedi: “İçinizden iki kişi geride kalsın.” Bunun üzerine aralarında tartışma çıktı. Hz. Musa, “geride oturup kalana, giden gibi sevap var” dedi. İçlerinden Kalib ve Yuşa kaldı. Hz. Musa diğerleriyle çıktı. Dağa yaklaştıklarında bir bulut Hz. Musayı bürüdü. Hz. Musa yanındakilerle beraber bulutun içine girdi, hepsi secdeye vardılar. Allahu Teâlânın Hz. Musaya emir ve nehiylerde bulunduğunu işittiler. Sonra bulut açıldı, Hz. Musaya doğru yöneldiler “Allahı açıktan görmedikçe sana iman etmeyeceğiz” dediler. Bunun üzerine kendilerine yıldırım isabet etti veya dağ zelzele ile sarsıldı, bayılıp yere düştüler.
Veya Hz. Musa üstteki ifadesiyle şunu kastetti: “Ya Rabbi, denizde onları boğmakla veya başka bir şekilde onları helâk etmeye kadirdin, ama merhamet ettin, onları bu helaketlerden kurtardın. Onlara tekrar merhamet etsen, bu Senin her şeyi kuşatan ihsanından uzak görülmez.”
أَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَهَاء مِنَّا “İçimizdeki sefihlerin yaptıkları yüzünden bizleri helâk mi edeceksin?”
“Bizden bir kısmı inat ederek ve rü’yet talebinde bulunarak akılsızlık yaptığında hepimizi helâk eder misin?”
Rü’yet talebinde bulunanlar hepsi değildi, içlerinden bir kısmı idi.
Denildi ki: “Sefihlik yapanlardan” murat buzağı heykeline tapanlardır. Yetmiş kişi ise, tevbe için Hz. Musanın seçtiği kimselerdi. Heybet hali bunları bürüdü, bundan endişeye düştüler, sarsıldılar, neredeyse mafsalları birbirinden ayrılacaktı. Ölüme yaklaştılar, Hz. Musa onlar hakkında korktu, ağladı, Allaha dua etti, Allahu Teâlâ da bu hali onlardan kaldırdı .
إِنْ هِيَ إِلاَّ فِتْنَتُكَ “O, ancak senin imtihan etmendir.”
“Ya Rabbi, bu ancak senden bir imtihandır. Kelâmını onlara duyurdun, onlar da rüyetine kavuşmayı umdular.”
Buzağıya ibadet açısından bakılınca mana şöyle olur:
“Ya Rabbi, sen o buzağı heykelinde bir ses meydana getirdin, onlar da ona meylettiler.” تُضِلُّ بِهَا مَن تَشَاء “Sen bu imtihanla dilediğini dalalette bırakırsın.”
Sen bu imtihanın ile, dalaletini dilediğini
-Ya haddini aşması,
-Veya hayalî şeylere uyması sonucu yoldan saptırırsın.
وَتَهْدِي مَن تَشَاء “Dilediğini de hidayete erdirirsin.” Hidayetini dilediğini ise, bu imtihanla hidayete sevk eder, imanını daha da kuvvetli kılarsın.
أَنتَ وَلِيُّنَا “Sen bizim Veli’miz.” İşimizi gören Velimiz Sensin
فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا “Artık bizi bağışla, bize merhamet et.”
وَأَنتَ خَيْرُ الْغَافِرِينَ “Sen bağışlayanların en hayırlısısın.” Seyyieyi bağışlar haseneye tebdil edersin.
156- وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ “Ve bize hem bu dünyada bir iyilik yaz, hem de ahirette.” Dünyada bize güzel bir geçim ve taate muvaffakiyet ver.
Ahirette de cennet ver.
إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ “Biz gerçekten Sana yöneldik.”
قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاء “Allah buyurdu: Azabımı dilediğime isabet ettiririm.”
وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ “Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır.”
Rahmetim ise şu dünyada mü’min-kâfir herkesi, hatta mükellef olanı ve olmayanı kuşatmıştır.
فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ “Onu günahlardan korunanlara, zekatını verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.”
Ahirette rahmetimi, küfür ve günahlardan sakınanlara yazacağım.
Şu mana da verilebilir. “Rahmetimi, -ey İsrailoğulları-, sizden küfür ve günahlardan sakınanlar için özel bir şekilde tahsis edeceğim.”
Burada zekâtın zikri, takvaya artı bir değer olması ve bir de onlara çok zor gelen bir ibadet olması yönündendir.
157- الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o resule (elçiye), o ümmî nebiye tabi olurlar.”
يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ “O, onlara iyiliği emreder ve kötülükten yasaklar.”
Ümmi peygambere uyanlardan murat, onlardan Hz. Muhammede (asm) iman edenlerdir. Hz. Peygambere “rasul” denilmesi Allaha nisbetledir, “nebi” denilmesi ise kullara nisbetledir.
Ümmi, okuma ve yazması olmayana denir. Hz. Peygamber, ilmin kemâlinde olmakla beraber “ümmi” olarak vasfedilmesi, O’nun mu’cizelerindendir.
وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ “Temiz ve hoş şeyleri onlara helâl kılar.”
Daha önceden onlara haram kılınan iç yağ gibi aslında temiz olan şeyleri onlara helâl kılar.
وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ “Habis şeyleri onlara haram kılar.”
Kan, domuz eti, faiz ve rüşvet gibi habis şeyleri ise haram kılar.
وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالأَغْلاَلَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ “Sırtlarındaki ağır yükleri ve üzerlerindeki zincirleri onlardan alır.”
Daha önceden onların muhatap oldukları ağır mükellefiyetleri kendilerinden hafifletir. Mesela, onların şeriatinde,
-Müteammiden ve hata ile öldürmelerde kısas uygulanırdı.
-Hata işleyen aza kesilirdi,
-Pislik bulaşan yer kesilirdi.
فَالَّذِينَ آمَنُواْ بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُواْ النُّورَ الَّذِيَ أُنزِلَ مَعَهُ “İşte ona iman eden, ona kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onunla birlikte indirilen nura tabi olan kimseler var ya…”
“Nur”dan murat, Kur’andır.
Kur’an’a “nur” denilmesi,
-Mu’cize olmasıyla zâhir olması ve başkasını da göstermesi yönüyledir.17
-Veya hakikatleri keşfedip, açığa çıkarmasındandır.
“Onunla birlikte indirilen nura tabi olan” ifadesi, “indirdiğimiz nur ile beraber peygambere tabi oldular” şeklinde de anlaşılabilir. Bu durumda ayet, Kitap ve Sünnet’e bir işaret olur.
أُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ “İşte felaha erenler onlardır.”
Ebedi rahmete kavuşanlar, işte onlardır.
Ayetin mazmunu, Hz. Musa’nın duasına cevap oluşudur.
158- قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا “De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah’ın rasulüyüm.”
Hitap, geneldir. Hz. Peygamber (asm) ins ve cinnin tamamına gönderildi, diğer peygamberler ise kavimlerine gönderilmişlerdi.
الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ “Ki, göklerin ve yerin mülkü O’nundur.”
ل لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ “O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.”
يُحْيِي وَيُمِيتُ “O, öldürür ve diriltir.”
Bu, uluhiyetin Allaha has olmasını takrir eder.
فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ “Artık gelin, Allah’a iman edin, Allah’a ve Onun kelimelerine iman etmiş bulunan rasûlüne, o ümmî peygambere de (iman edin).”
O, kendisine ve diğer peygamberlere indirilen Kitap ve vahye iman eder.
“Onun kelimelerine iman etmiş bulunan rasûlüne” ifadesinden murat, Yahudilere tariz olmak üzere “O, Hz. İsa’ya da inanır” anlamını da ifade eder ve ayrıca O’na inanmayan kimsenin imanının muteber olmadığına tenbihte bulunur.
Ayet önce Hz. Peygambere hitap ile başlamışken, devamında üçüncü şahıs olarak O’ndan bahsedilmesi (tekellümden gıyabî anlatıma geçilmesi) O’na iman ve tâbi olmaya yol açıcı olan bu sıfatları nazara vermek içindir.
وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ “Ve Ona uyun ki, hidayete eresiniz.”
Ayette hidayet üzere olmak,
-Hz. Peygambere iman etmeye,
-Ve O’na tâbi olmaya terettüp ettirilmesinde, O’nu tasdik eden, ama dinine iltizam ile O’na tâbi olmayan kimsenin dalalette olduğuna bir uyarı vardır.
159- وَمِن قَوْمِ مُوسَى أُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِهِ يَعْدِلُونَ “Musa’nın kavminden hakka sevk eden ve hakkıyla adalet yapan bir topluluk vardır.”
Musanın kavmi olan İsrailoğullarından kendileri hak üzere olup insanları hak söze sevkeden bir ümmet vardır.
Bu ümmetten murat, Hz. Musa zamanındaki iman üzere sabit, hak üzere bulunan kimselerdir. Bunun devamında ise, Kur’anın metodu üzere, bunların zıddı olanlar getirildi. Bunda, hayır ve şerrin birbirine muarız olmasına, hak ve batıl ehlinin birbiriyle mücadele etmelerinin tarih boyunca devam edegelen bir durum olduğuna tenbihte bulunmak vardır.
Denildi ki: Ayetteki ümmet, ehl-i kitaptan müslüman olanlardır.
Denildi ki: bunlar Çinin ötesinde bir kavimdir. Hz. Peygamber bunları miraç gecesi gördü, onlar da Hz. Peygambere iman ettiler.
160- وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ أَسْبَاطًا أُمَمًا “Biz onları on iki kabile halinde ümmetlere ayırdık.”
وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى إِذِ اسْتَسْقَاهُ قَوْمُهُ أَنِ اضْرِب بِّعَصَاكَ الْحَجَرَ “Ve kavmi kendisinden su istediği zaman Musa’ya, ‘elindeki asâ ile taşa vur’, diye vahyettik.”
قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَّشْرَبَهُمْ “Bunun üzerine o taştan on iki pınar akmaya başladı.”
Ayette Hz. Musaya taşa asası ile vurma emrinin hemen peşinde suyun fışkırdığının nazara verilip “o da vurdu” ifadesinin zikredilmeyişi, Hz. Musanın emre uymakta hiç beklemediğine ve ayrıca O’nun vurmasının suyun çıkmasında müessir olmadığına ima eder.
عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَّشْرَبَهُمْ “İnsanların her biri su alacağı yeri bildi.”
وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ “Bulutu da üzerlerine gölge yaptık.”
Güneşin hararetinden koruması için, bulutu onlara gölgelik yaptık.
وَأَنزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى “ Onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik.”
كُلُواْ مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ “Size rızk olarak ihsan ettiğimiz nimetlerin temizinden yiyin.”
وَمَا ظَلَمُونَا وَلَكِن كَانُواْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ “Onlar bize zulmetmediler, lakin kendi kendilerine zulmediyorlardı.”Bu kısmın tefsiri, Bakara sûresinde geçti.
161- وَإِذْ قِيلَ لَهُمُ اسْكُنُواْ هَذِهِ الْقَرْيَةَ “Ve o vakit onlara denilmişti ki: Şu şehre yerleşin.”
Belde’den murat, Beytül- Makdis’tir.
وَكُلُواْ مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ “Ve orada dilediğiniz şeylerden yiyin.”
وَقُولُواْ حِطَّةٌ “Hitta” (günahlarımızı bağışla) deyin.”
وَادْخُلُواْ الْبَابَ سُجَّدًا “Ve secde ederek kapısından girin.”
Bu ayetlerin benzeri Bakara sûresinde geçmişti.
نَّغْفِرْ لَكُمْ خَطِيئَاتِكُمْ “Ta ki, suçlarınızı bağışlayalım.”
سَنَزِيدُ الْمُحْسِنِينَ “Muhsin olanlara ziyadesiyle vereceğiz.”
Ayet, hem bağışlamayı, hem de buna ilave olarak sevap vermeyi vaat eder.
“Muhsin olanlara (iyi işler yapanlara) ziyadesiyle vereceğiz” cümlesinin evveline atfedilmeyip müstakil cümle olması, bu ziyade vermenin tamamen Allahtan bir lütuf olup, emredilenlere mukabil olmadığına delâlet etmesi içindir.
162- فَبَدَّلَ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنْهُمْ قَوْلاً غَيْرَ الَّذِي قِيلَ لَهُمْ “Onlardan zalim olanlar, kendilerine söylenen sözü değiştirdiler.”
فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزًا مِّنَ السَّمَاء بِمَا كَانُواْ يَظْلِمُونَ “Zulmetmeleri yüzünden biz de üzerlerine gökten azap gönderdik.”