107. DERS (A'raf Suresi, 138 - 153) Hz. Musa’nın Kavmi

138- وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَآئِيلَ الْبَحْرَ “Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik.”

Bu ayet ve devamı, Allahın kendilerine o kadar büyük nimetlerle ikramda bulunmasına ve nice ayetler (mu’cizeler) göstermesine rağmen, İsrailoğullarının yapmış oldukları çirkin işleri nazara verir.

Bunların anlatılması,

-Hz. Peygamberi, kavminden gördüğü durumlara karşı bir tesellidir.

-Ayrıca nefis muhasebesi yapmaktan ve kendi hallerini gözden geçirmekten gafil olmamaları için mü’minlere de bir uyarıdır.

Rivayete göre, Firavun ve kavminin helakinden sonra Hz. Musa yanındakilerle beraber aşure günü denizi geçti, o günün anısına oruç tuttular.

فَأَتَوْاْ عَلَى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلَى أَصْنَامٍ لَّهُمْ “Derken kendilerine mahsus bir takım putlara tapan bir kavme vardılar.”

Denildi ki: Sığır heykellerine tapıyorlardı. Bahsedilen kavim ise, Hz. Musaya kendileriyle savaşması emri verilen Amalika idi.

قَالُواْ يَا مُوسَى اجْعَل لَّنَا إِلَهًا كَمَا لَهُمْ آلِهَةٌ “Dediler ki: Ey Musa! Onların ilahları gibi, Sen de bize bir ilah yap!”

قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ “Musa dedi: Siz gerçekten cahillik eden bir kavimsiniz.”

Bu kadar büyük ayetler (mu’cizeler) gördükten sonra onlardan gelen bu teklif karşısında Hz. Musa onları mutlak bir cehaletle niteledi, yaptıklarının akıldan uzak olduğunu te’kidli bir üslûbla ifade etti.

 

139- إِنَّ هَؤُلاء مُتَبَّرٌ مَّا هُمْ فِيهِ وَبَاطِلٌ مَّا كَانُواْ يَعْمَلُونَ “Çünkü şu kimselerin içinde bulundukları, yok olmaya mahkûmdur ve bütün yaptıkları batıldır.”

Yani, Allah onların dinini ortadan kaldıracak, putlarını kırıp parça parça yapacak.

Bununla Allaha yakın olmayı kastetseler bile, yaptıkları bu ibadet batıldır.

Yapılan bu te’kidler, içlerinde bulundukları hâl sebebiyle bu kavmin mutlaka helâk olacaklarına ve bütün yaptıklarının boşa çıkacağına tenbihte bulunarak, İsrailoğullarını Hz. Musa’dan talep ettikleri şeyden nefret ettirip uzaklaştırmak ve sakındırmak içindir.

 

140- قَالَ أَغَيْرَ اللّهِ أَبْغِيكُمْ إِلَهًا وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ “Dedi: Sizi âlemlere üstün kıldığı halde, ben size Allah’tan başka ilâh mı ararım?”

Allah size başkalarına vermediği özel nimetler vermişken sizin için Allah dışında bir mabut mu ararım?

Ayette onların kötü muamelesine bir tenbih vardır. Şöyle ki:

Allah, sırf bir lütuf olarak, başkalarına vermediği nimetleri onlara vermişken, tutup da mahlûkatından en değersiz bir şeyi (putu) O’na ortak yapmak istediler!

 

141- وَإِذْ أَنجَيْنَاكُم مِّنْ آلِ فِرْعَونَ “Hani sizi Al-i Firavundan kurtarmıştık.”

يَسُومُونَكُمْ سُوَءَ الْعَذَابِ  “Size azabın kötüsünü yapıyorlardı.”

يُقَتِّلُونَ أَبْنَاءكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءكُمْ  Oğullarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı hayatta bırakıyorlardı.”

وَفِي ذَلِكُم بَلاء مِّن رَّبِّكُمْ عَظِيمٌ “Bunda sizin için Rabbinizden büyük imtihan vardı.”

“Bunda” derken bununla hem kurtarmak, hem de azap anlaşılabilir.

Birinciye göre mana, “bunda sizin için büyük bir nimet vardı.”

İkinciye göre ise, “bunda sizin için büyük bir mihnet (çile) vardı.”

 

142- وَوَاعَدْنَا مُوسَى ثَلاَثِينَ لَيْلَةً “Ve Musa’ya otuz gecelik bir süre tayin ettik.”

وَأَتْمَمْنَاهَا بِعَشْر “Ve on gece daha ekledik.”

Rivayete göre bir ay Zilkade ve on gün de devamındaki Zilhicce ayıdır.

فَتَمَّ مِيقَاتُ رَبِّهِ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً “Ve böylece Rabbinin mikatı (tayin ettiği vakit) tam kırk gece oldu.”

Rivayete göre Hz. Musa İsrailoğulları daha Mısırda iken Firavunun helâkinden sonra, onlara Allah’tan emir ve yasaklar ihtiva eden bir kitap getirmeyi vaat etmişti. Firavun helâk olduğunda Cenab-ı Hak’tan böyle bir kitabı istedi. Cenab-ı Hak da Onun otuz gün oruç tutmasını istedi. Hz. Musa otuz günü tamamladığında ağzının kokusu hoşuna gitmedi ve misvak kullandı, temizledi. Melekler dediler ki: “Biz senden misk kokusu kokluyorduk, sen ise misvak kullanarak bunu bozdun.” Allahu Teâlâ on gün daha oruç tutmasını istedi.

Denildi ki: otuz günü oruç ve ibadetle geçirmesi için emretti, on günde ise Tevrat’ı indirdi ve O’nunla konuştu

وَقَالَ مُوسَى لأَخِيهِ هَارُونَ اخْلُفْنِي فِي قَوْمِي وَأَصْلِحْ “Musa, kardeşi Harun’a dedi: Kavmim içinde benim yerime geç, ıslaha çalış.”

Kavmim içinde benim halifem ol, onların işlerinden ıslah edilmesi gerekenleri ıslah et veya ıslah edici ol.

وَلاَ تَتَّبِعْ سَبِيلَ الْمُفْسِدِينَ “Ve bozguncuların yoluna gitme!”

Yani, seni ifsada çağıranlara itaat etme.

 

143-  وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ “Ne zaman ki, Musa, mikatımıza geldi ve Rabbi Onunla konuştu.”

Allahu Teâlâ, -meleklerle olduğu gibi- Tur’da Hz. Musa ile vasıtasız konuştu. Bu konuda gelen rivayetlerde “Hz. Musa ilâhî kelamı her cihetten işitiyordu” denilmesi, O’nun kelâm-ı kadimi (ezeli kelâmı) işitmesi mahlûkatın kelamını işitmesi cinsinden olmadığına bir tenbihtir.

 قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ “Ya Rabbi, kendini bana göster, Sana nazar edeyim” dedi.”

Hz. Musa’nın Cenab-ı Hakkın rü’yetini talep etmesi, rüyetullahın mümkün olduğuna bir delildir. Çünkü peygamberlerin olmayacak bir şeyi ve özellikle de Allah’ı bilmemeyi gerektiren bir durumu istemesi düşünülemez. Bundan dolayıdır ki Cenab-ı Hak “beni asla göremezsin” dedi “ben asla görülmem”, “bana asla bakamayacaksın” demedi.

Bunda Cenab-ı Hakkı görmenin gören kimsede bazı şartları gerektirdiğine ve o vakitte Hz. Musa’da bu şartların henüz gerçekleşmediğine bir tenbih vardır.

Hz. Musanın kavmi “Allah’ı bize açıkça göster” (Nisa, 153) dediğinde

Cenab-ı Hakkın bunu onlardan bir hata olarak görmesi rüyetullahı inkâra sebep olamaz. Çünkü rüyetullah imkânsız bir şey olsaydı Hz. Musanın onların cehaletini bildirmesi ve şüphelerini ortadan kaldırması gerekirdi. Nitekim “Ey Musa! Onların ilahları gibi, Sen de bize bir ilah yap!” (A’raf, 138) dediklerinde böyle yapmıştır. Hz. Musa kendisi kardeşi Harun’a “…ve bozguncuların yoluna gitme!” (A’raf, 142) derken, tutup da kendisinin kavminin yolundan gitmesi elbette düşünülemez.

Cenab-ı Hakkın “beni asla göremezsin” cevabından rüyetullahın imkânsız olduğuna delil getirmek çok daha büyük bir hatadır. Çünkü Cenab-ı Hakkın Hz. Musa’ya görülemeyeceğini haber vermesi O’nu başka zaman göremeyeceğine, başkasının O’nu göremeyeceğine delâlet etmez. Rüyetullahın imkânsız olduğunu ve bunun mutlaka böyle olması gerektiğini söylemek, göz göre göre hakkı kabul etmemek, rü’yetin gerçeğini bilmemektir.

قَالَ لَن تَرَانِي “Allah dedi: Beni asla göremezsin.”

وَلَكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي “Ve lâkin dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sonra sen de beni görürsün.”

Cenab-ı Hak bununla Hz. Musanın rü’yete güç yetiremeyeceğini beyan etmektedir. Rüyetullahın dağın yerinde durmasına talik edilmesi de bunun mümkün oluşuna delildir. Çünkü mümkün olan bir şeye talik edilen bir şeyin mümkün olması zaruridir.[1>

فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا “Derken Rabbi dağa tecelli edince, onu yerle bir etti.”

Cenab-ı Hakkın dağa tecellisi,

-Azametinin dağda zuhuru,

-İktidar ve emrinin ona yönelmesidir.

-Denildi ki: Allah dağa hayat verdi, dağ Allahı gördü.

 وَخَرَّ موسَى صَعِقًا “Musa da baygın yere düştü.”

Hz. Musa, gördüğü manzaranın dehşetinden bayılıp yere düştü.

فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ “Ayılıp kendine gelince, “Sen sübhansın dedi.”

تُبْتُ إِلَيْكَ “Sana döndüm.”

Allahım, Senden izin olmadan böyle bir şeyi istemeye cür’et etmemden ve teşebbüsümden sana tevbe ettim.

وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ “Ve ben iman edenlerin ilkiyim.”

Bunun tefsiri daha önce geçmişti.[2>

Denildi ki: “Ben, Senin dünyada görülemeyeceğine ilk inanan kimseyim.”

 

144-  قَالَ يَا مُوسَى إِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالاَتِي وَبِكَلاَمِي “Allah buyurdu: Ey Musa! Sana verdiğim peygamberlikle ve kelâmımla seni insanlar üzerine seçkin kıldım.”

“Ben Seni zamanındaki kimselere üstün biri olarak seçtim.”

فَخُذْ مَا آتَيْتُكَ وَكُن مِّنَ الشَّاكِرِينَ “Sana verdiğime sımsıkı sarıl ve şükredenlerden ol!”

Rivayete göre, Hz. Musanın rü’yet talebi Arefe günü oldu. Allah kendisine Tevratı kurban bayramı gününde verdi.

 

145- وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الأَلْوَاحِ مِن كُلِّ شَيْءٍ مَّوْعِظَةً وَتَفْصِيلاً لِّكُلِّ شَيْءٍ “Ve O’nun için o levhalarda öğüt olarak ve hükümlerin ayrıntılarına dair her şeyden yazdık.”

“Her şey” ifadesinden murat, “dini konularda ihtiyaçları olan her şey” demektir.

Bu Tevrat levhalarının on veya yedi olduğu rivayet edilir. Bu levhaların zümrüt, zeberced, kırmızı yakut veya sert kayadan olduğu hakkında farklı nakiller söylenir.

فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ “Haydi bunları kuvvetle al, bunları al” derken bundan murat Tevrat levhaları veya onlarda olan her şey veya ilâhî mesajlar olabilir.

Bunların kuvvetle alınması ise, ciddiyet ve azimetle sahip çıkılmasını ifade eder.

وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُواْ بِأَحْسَنِهَا “Kavmine emret, onlar da en güzelini alsınlar.”

“En güzelini alsınlar” ifadesi,

-Karşı koymak ve kısas uygulamak yerine sabrı ve afvı esas almak gibi durumları ifade eder. Bunda, en efdal olanı yapmaya bir teşvik vardır.

“Farkında olmadan azap size ansızın gelmeden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun.” (Zümer, 55) ayetinde de benzeri bir durumu görürüz.

-Veya bundan murat, “vacip olanları (yapılması zorunlu olanları) yapsınlar” manasıdır. Çünkü vacip olan, diğerlerinden daha güzeldir.

-Bundan muradın mutlak manada güzellik olması da caizdir. O da kendilerine emredilenlerdir. Nasıl ki, “yaz, kıştan daha sıcaktır” dediğimizde aslında bir tafdil söz konusu değildir.

سَأُرِيكُمْ دَارَ الْفَاسِقِينَ “Size yakında o fasıkların yurdunu göstereceğim.”

Bundan murat, Firavun ve kavminin Mısırdaki harabeye dönmüş yurtları veya Âd, Semud ve benzerlerinin menzilleri olabilir. Bunların gösterilmesi, Musanın kavminin ibret alıp yoldan çıkmamaları içindir.

“Fasıkların yurdu” ile onların ahiretteki yeri, yani cehennem de kastedilmiş olabilir.

“Göstereceğim” ifadesi, “Ve o hırpalanıp ezilmekte olan kavmi de arzın bereketle donattığımız doğusuna ve batısına mirasçı yaptık.”ayetinde anlatıldığı gibi, “sizi o diyarlara varis kılacağım” manasını da ifade edebilir.

 

146- سَأَصْرِفُ عَنْ آيَاتِيَ الَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ “Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri, âyetlerimden uzak tutacağım.”

Kalplerini mühürlemek sûretiyle, afak ve enfüste dikilen ayetlerimden onları çevireceğim.

Böylece o ayetleri tefekkür edemeyecekler, ibret alamayacaklar.

Şu manaya da dikkat çekilmiştir: “Yeryüzünde kibirlenenleri ayetlerimi ibtal etmekten çevireceğim. Ne kadar gayret gösterseler de hedeflerine varamayacaklar. Ayetlerimi yüce kılacağım, o kibirlenenleri helâk edeceğim.”

 “Haksız yere kibirlenmeleri” batıl dinleriyle övünmeleridir. Bu ise aslında övünülecek bir şey değildir.

وَإِن يَرَوْاْ كُلَّ آيَةٍ لاَّ يُؤْمِنُواْ بِهَا “Onlar bütün âyetleri görseler, yine de onlara iman etmezler.”

Onlar, her türlü musibet veya mu’cizeyi görseler bunlara inanmazlar.

İnanmamaları,

-İnatları,

-Hevâya uymaları ve körü körüne taklit içinde olmaları yüzünden akıllarının işe yaramamasındandır.

Her türlü ayeti görseler yine iman etmeyeceklerini bildirmek, onların ayetlerden çevrilmesinin kalplerinin mühürlenmesi yüzünden olduğunu anlatan görüşü te’yid etmektedir.

وَإِن يَرَوْاْ سَبِيلَ الرُّشْدِ لاَ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلاً “Doğru yolu görseler onu yol edinmezler.”

وَإِن يَرَوْاْ سَبِيلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلاً “Eğri yolu görseler onu yol edinirler.”

ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَكَانُواْ عَنْهَا غَافِلِينَ “Çünkü onlar âyetlerimizi inkâr ettiler ve onlardan hep gafil idiler.”

Yani, ilâhî ayetlerden çevrilmeleri

-Bu ayetleri yalanlamaları

-Ve bunlar üzerinde düşünmemeleri sebebiyledir.

 

147-  وَالَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَلِقَاء الآخِرَةِ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ “Âyetlerimizi ve ahiretteki karşılaşmayı inkâr edenlerin amelleri boşa gitmiştir.”

Yani, amellerinden bir fayda görmezler.

هَلْ يُجْزَوْنَ إِلاَّ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ “Onlar başka değil, sırf kendi yaptıklarının karşılığını göreceklerdir.”

 

148-  وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسَى مِن بَعْدِهِ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلاً جَسَدًا لَّهُ خُوَارٌ “Musa’nın kavmi, O’nun ardından süs takılarından yapılmış böğüren bir buzağı heykeli edinmişlerdi.”

Musanın kavmi, O’nun Tura gidişinden sonra böyle yapmışlardı.

Bunlar, Mısırdan çıkmaya niyetlendiklerinde Kıbtîlerden bazı zînet eşyalarını ödünç almışlardı.

Ayette bu zînet eşyalarının İsrailoğullarına nisbet edilmesi,

-Onların ellerinde olmasından

-Veya Kıbtîlerin helâkinden sonra bunlara sahip olmalarındandır.

Bu süs eşyalarıyla ruhsuz bir ceset şeklinde buzağı heykeli yaptılar.

Rivayete göre Samiri bu heykeli yaptığında Cebrail’in atının izi olan topraktan onun ağzına bıraktı, o da canlı bir hâle geldi.

Denildi ki: Samiri, özel bir sanatla bunu gerçekleştirdi. Rüzgâr içine giriyor ve ses veriyordu.

Yapan aslında Samiri iken bunun hepsine nisbet edilmesi

-Buna razı olmaları yüzünden,

-Veya bundan muradın onların ilah edinmesi olmasındandır.

 أَلَمْ يَرَوْاْ أَنَّهُ لاَ يُكَلِّمُهُمْ وَلاَ يَهْدِيهِمْ سَبِيلاً“O buzağının kendilerine bir söz söylemediğini ve bir yol gösteremediğini görmediler mi?”

Ayet, onların dalalette aşırılığını ve tefekkürü büsbütün bıraktıklarını başlarına vurmaktadır. Yani, buzağı heykelini ilah edindikleri zaman, onun konuşmaya ve kendilerine yol göstermeye gücü olmadığını görmediler mi? Onu varlıkların, kuvvetlerin, kaderin yaratıcısı mı zannettiler?

اتَّخَذُوهُ وَكَانُواْ ظَالِمِينَ “Onu ilah edindiler ve zalimlerden oldular.”

Onlar eşyayı mahallinde kullanmayarak zalimler oldular. Buzağıyı ilah edinmek ilk defa onların yaptığı bir zulüm değildi, kendilerinden önce de böyle yapanlar vardı.

 

149- وَلَمَّا سُقِطَ فَي أَيْدِيهِمْ وَرَأَوْاْ أَنَّهُمْ قَدْ ضَلُّواْ “Ne zaman ki, yaptıklarına pişman oldular ve yoldan çıkmış olduklarını gördüler.”

Ayet, onların son derece pişman olduklarını kinaye yoluyla ifade eder.[3>

 قَالُواْ لَئِن لَّمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا وَيَغْفِرْ لَنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ “Yemin ol  sun ki; eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa, muhakkak hüsrana düşenlerden olacağız” dediler.”

Buzağı heykelini ilah edinmekle yoldan çıktıklarını anladıklarında “Şayet Rabbimiz Tevratı indirerek bize merhamet etmez ve hatamızı bağışlamazsa elbette hüsrana düşenlerden oluruz” dediler.

 

150-  وَلَمَّا رَجَعَ مُوسَى إِلَى قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا قَالَ “Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndüğünde şöyle dedi:”

بِئْسَمَا خَلَفْتُمُونِي مِن بَعْدِيَ “Arkamdan bana ne kötü bir halef oldunuz!”

Hitap, buzağıya tapanlara veya Hz. Harunla beraber mü’minlere olabilir.

Birinciye göre mana şöyledir: “Benden sonra ne kötü iş yaptınız, tuttunuz buzağı heykeline taptınız.”

İkinciye göre ise mana şöyle olur: “Bana ne kötü halef oldunuz! Buzağı heykeline tapılmasına engel olamadınız!

أَعَجِلْتُمْ أَمْرَ رَبِّكُمْ “Rabbinizin emri hususunda acele mi ettiniz?”

-Rabbinizin emrini terk edip yarım mı bıraktınız?

-Veya “Rabbinizin bana vaat etmiş olduğu kırk günü fazla bulup benim öldüğümü mü sandınız ve bazı ümmetlerin peygamberlerinden sonra dinlerini değiştirmeleri gibi siz de din mi değiştirdiniz?”

وَأَلْقَى الألْوَاحَ “Elindeki levhaları yere attı.”

Sonra din namına bir hamiyetle öfkesinin şiddeti ve onların halinden fevkalâde rahatsızlığı sebebiyle elindeki Tevrat levhalarını yere attı.

Rivayet edilir ki: Tevrat yedi levha idi, Hz. Musa elinden Tevrat levhalarını attığında levhalardan altı tanesi kırıldı. Bunlarda her şeyin ayrıntılı ilmi vardı. Geriye sadece biri kaldı, onda da öğütler ve hükümler bulunmaktadır.

وَأَخَذَ بِرَأْسِ أَخِيهِ يَجُرُّهُ إِلَيْهِ “Ve kardeşi Harun’u başından tutarak kendine doğru çekmeye başladı.”

Hz. Musanın, kardeşi Harunu bu şekilde saçından tutup kendisine çekmesi, O’nun buzağı heykeline tapılması meselesinde kusuru olduğunu tevehhüm etmesindendi. Hz. Harun, Hz. Musa’dan üç yaş büyüktü. Daha

mütehammil ve yumuşak olduğundan İsrailoğulları tarafından daha çok sevilmekteydi.

قَالَ ابْنَ أُمَّ “Harun, “Ey anamın oğlu!” dedi.”

“Ey anamın oğlu” deyişi, kendisine karşı daha rikkatli olmasını temin içindi, anne - baba bir kardeş idiler.

إِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُونِي “Gerçekten bunlar beni güçsüz, etkisiz hale getirdiler.”

وَكَادُواْ يَقْتُلُونَنِي “Az daha beni öldürüyorlardı.”

Hz. Harun böyle diyerek Hz. Musanın kendisi hakkında görevde kusuru olduğunu vehmetmesini ortadan kaldırdı. Yani, “Onlara engel olmak için ben elimden geleni yaptım, ama onlar bana galip geldiler, beni güçsüz bıraktılar, hatta neredeyse öldüreceklerdi.”

فَلاَ تُشْمِتْ بِيَ الأعْدَاء “Sen de bana böyle yaparak düşmanları sevindirme.”

وَلاَ تَجْعَلْنِي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ “Ve beni bu zalim kavimle bir tutma.”

“Cezalandırarak beni onlardan sayma, ihmalim olduğunu söyleyerek düşmanları sevindirme!”

 

151-  قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلأَخِي “Musa dedi ki: Ya Rabbi! Beni ve kardeşimi bağışla!”

“Ya Rabbi, kardeşime yaptığımdan dolayı beni bağışla, onlara engel olmada ihmali varsa kardeşimi de bağışla.”

Hz. Musa kardeşini razı etmek ve Ona yaptığıyla başkalarının sevinmesini önlemek için, kendisiyle beraber duaya kardeşini de kattı.

وَأَدْخِلْنَا فِي رَحْمَتِكَ “Bizi rahmetine al.”

وَأَنتَ أَرْحَم الرَّاحِمِينَ ُ “Sen merhametlilerin en merhametlisisin.”

“Sen bize bizim kendimize merhamet etmemizden çok daha merhametlisin.”

 

152- إِنَّ الَّذِينَ اتَّخَذُواْ الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا “Şüphesiz o buzağıyı ilah edinenlere Rablerinden bir gadap ve dünya hayatında bir zillet erişecektir.”

Onlara Rablerinden gelen gadap, nefislerini öldürme emridir.

Dünya hayatındaki zillet ise, diyarlarından çıkmalarıdır.

“Cizyeye mahkûm olmalarıdır” şeklinde değerlendirenler de olmuştur.

وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَرِينَ “İşte biz, iftiracıları böyle cezalandırırız.”

“Allaha iftira edenleri işte biz böyle cezalandırırız.”

Çünkü onların iftirasından daha büyük bir iftira yoktur. O da yaptıkları buzağı heykeli için, “İşte sizin de, Musa’nın da ilâhı budur, ama o unuttu.”demeleridir. Belki de onlardan önce ve sonra kimse böyle bir şey söylememiştir.

 

153- وَالَّذِينَ عَمِلُواْ السَّيِّئَاتِ ثُمَّ تَابُواْ مِن بَعْدِهَا وَآمَنُواْ إِنَّ رَبَّكَ مِن بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ “Kötü amelleri işleyip de sonra arkasından tevbe edenve iman edenler için, hiç şüphe yok ki Rabbin bundan sonra Ğafur – Rahîm’dir.”

 

Sonra imanla ve onun gereği olan salih amelle meşgul olanlara gelince, şüphesiz senin Rabbin onların tevbesinden sonra Ğafur- Rahim’dir, günahlarını bağışlar, onlara merhamet eder. Öyle ki buzağı heykeline tapmak gibi en büyük bir günah da olsa, İsrailoğullarının günahları gibi çok da olsa yine affeder, merhamet eder.


[1> Yani, haddi zatında bu ilâhî tecelli karşısında, dağın yerinde durması mümkündür. Böyle olunca, bu ayeti rüyetullahın olmayacağına delil getirmek sıhhatli bir istidlal değildir.

[2> Mesela bkz. En’am, 163.

[3> Kinaye, cömert insan için “eli açık”, cimri için “eli sıkı”, israf eden bir insan için “eli delik” denilmesi gibi, bir sözün hem gerçek hem de mecazî anlama gelecek şekilde kullanılmasıdır. Burada da ayet metninde ellerinde olanın düştüğü söylenmektedir. Bir insan son derece pişman olduğunda, elleri yana açılır, elindekiler yere düşer.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
7. A'raf
Gönderi tarihi: 20-07-2013
2,667 kez okundu
Block title
Block content