1- حم “Hâ, Mîm.”
2- تَنزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ “Kitabın indirilmesi, Azîz – Alîm olan Allah tarafındandır.”Allahın Azîz ve Alîm olmasının nazara verilmesi, Kur’anda kâmil bir kudrete ve tam bir hikmete delâlet eden mu’cizelik ve hüküm olması sebebiyle olabilir.
3- غَافِرِ الذَّنبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَدِيدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِ “O, günahı bağışlayan ve tevbeyi kabul eden, azabı çetin, lütfu bol olandır.”Allahın bu vasıflarının nazara verilmesi, Kur’anda bulunan terğib ve terhîb metodundan ve ayrıca bunlardan maksut olan şeylere teşvik yönüyledir.[1>
“Günahı bağışlayan ve tevbeyi kabul eden” vasıfları arasında “ve” bağlacının bulunması, bu iki vasıf arasında beraberlik olmasındandır.
-Veya bazan bir olduklarını tevehhüm edenler çıktığı cihetle, farklı olduklarını göstermek içindir.
-Veya her iki fiilin mevkiinin farklılığındandır. Çünkü bağışlamak, onu örtmektir. Böyle olunca, aslında günah yine kalmaktadır. Bu ise, tevbe etmemiş kimse içindir. Çünkü, günahtan tevbe eden kimse, günahı olmayan kimse gibidir. Bu vasıflar arasında “azabı çetin” ifadesinin rahmet vasıfları arasında kalması, ilâhî rahmetin üstünlüğüne bir delildir.
لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ “O’ndan başka ilâh yoktur.”
Böyle olunca, tam bir teveccüh ile O’na ibadete yönelmek gerekir.
إِلَيْهِ الْمَصِيرُ “Dönüş ancak O’nadır.”
Böylece O, hem itaat edene, hem de isyan içinde olana layık oldukları karşılığı verir.
4- يُجَادِلُ فِي آيَاتِ اللَّهِ إِلَّا الَّذِينَ كَفَرُوا “Allah’ın âyetleri hakkında ancak kâfirler mücadele eder.”Cenab-ı Hak, Kur’anın hak olduğunu ortaya koyduktan sonra, O Kur’anı tenkide ve ibtale çalışmakla mücadele edenlerin küfrünü tescil etti. Beşinci ayette onların bu mücadelelerine işaret edilmiştir. Ama, Kur’andaki kapalı meseleleri açmak, hakikatlerini istinbat etmek, hak yoldan sapanların teşebbüsünü kesmek ve onların tenkitlerini çürütmek için mücadele etmek ise, en büyük tâatlerdendir. Bundan dolayı Hz. Peygamber “Kur’an hakkında mücadele etmek, küfürdür” derken mücadele (cidal) kelimesini elif-lâmsız getirmiştir.[2>
Öte yandan, böyle bir mücadele Kur’anla mücadele değil, Kur’an için mücadeledir.
فَلَا يَغْرُرْكَ تَقَلُّبُهُمْ فِي الْبِلَادِ “Şimdi onların beldelerde gezip dolaşmaları seni aldatmasın.”
-Onlara mühlet verilmesi,
-Dünya işlerinde muvaffak olmaları,
-Şam, Yemen gibi yerlerde kârlı ticaretler yapmaları Seni aldatmasın.Çünkü, ayetin devamında nazara verildiği üzere, çok yakında küfürleri sebebiyle cezalarını bulacaklardır.
5- كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَالْأَحْزَابُ مِن بَعْدِهِمْ “Onlardan önce Nûh’un kavmi ve sonra gelen topluluklar da yalanlamıştı.”
“Sonra gelenler”den murat, Nûh kavminden sonraki Âd ve Semud kavimleri gibi peygamberlere karşı hizipler oluşturan ve onların karşısına dikilen kavimlerdir.
وَهَمَّتْ كُلُّ أُمَّةٍ بِرَسُولِهِمْ لِيَأْخُذُوهُ “Her ümmet kendi peygamberini ya kalayıp cezalandırmaya azmetmişti.”
Bu ümmetlerden her biri, kendilerine gönderilen elçiye işkence yapmak veya öldürmek teşebbüsünde bulundu.
وَجَادَلُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ “Batılla hakkı yok etmek için mücadele ettiler.”
Hakikati olmayan batıl şeylerle hakkı ortadan kaldırmaya çalıştılar.
فَأَخَذْتُهُمْ “Bu yüzden onları kıskıvrak yakaladım.”
Ben de kendilerine bir ceza olarak onları helâk ettim.
فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ “Bakın, benim cezalandırmam nasıl oldu!”
Çünkü sizler onların diyarlarına uğruyor, geride kalan harabeleri görüyorsunuz.
Ayetin ifadesinde, muhataplarını hayrete sevk edici bir takrir vardır.
6- وَكَذَلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّهُمْ أَصْحَابُ النَّارِ “Böylece Rabbinin, inkâr edenler hakkındaki, “Onlar cehennem ashabıdır” sözü gerçekleşmiş oldu.”
Bundan murat, Allahın vaîdi veya azap ile hükmetmesidir. Onlara gerçekleşen bu azap, küfürleri sebebiyledir.
7- الَّذِينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ “Hamele-i arş ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tesbih ederler.”
Hamele-i arş, Kerubiyyun denilen meleklerdir. Bunlar meleklerin en üst tabakasıdır ve yaratılış itibarıyla da en evvel yaratılanlardır. Arşı yüklenmeleri ve onun etrafını kuşatmaları, onu korumak ve onunla ilgili işleri yapmak manasından mecazdır.
-Veya arşın sahibi olan Allaha yakınlıklarından,
-Onun nezdinde seçkin konumda olmalarından
-Ve O’nun emrini uygulamada vasıta olmalarından kinayedir.
Onların tesbih etmeleri, Allahı celâl ve ikrâm sıfatlarından dolayı sena ile zikretmeleridir.
Ayette hamd, hâl olarak geldi. Çünkü hamd onların hâlinin gereğidir, tesbih ise öyle değildir. Çünkü hamd, Cenab-ı Hakkın ikram sıfatlarını sena etmektir ve bu da Allah’ın sübûtî sıfatlarındandır. Onlar çoğu hallerinde Allah’ı ikram sıfatlarıyla vasfederler ve hamdederler. Allah’ın zatını O’na layık olmayan hallerden tenzihi ifade eden celâl sıfatlarıyla vasfetmeleri ise, daimî olmayıp zaman zamandır.
وَيُؤْمِنُونَ بِهِ “Ve O’na inanırlar.”
Onların imanını haber vermesi,
-İmanın üstünlüğünü ortaya koymak,
-Ve ehl-i iman olanların büyüklüğünü göstermek içindir. Zaten, devamında açıklandığı üzere, ayet iman edenlerin durumunu ifade için sevkedilmiştir.
Ayette, Allahın marifeti hususunda hamele-i arş ile ferşin (yerin) sakinlerinin eşit olduğunu hissettirmek vardır. Bu ise, mücessimeye bir redir.[3>
وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذِينَ آمَنُوا “Ve iman edenler için şöyle istiğfarda bulunurlar:”
Onların ehl-i imana istiğfarda bulunmaları,
-Onları tevbeye sevketmeleri,
-Ve onlara mağfireti netice verecek şeyleri ilham etmeleridir.
Bunda, imanda ortak olmanın, her ne kadar cinsler farklı olsa da birinin diğerine hayırhâhlığı ve şefkatini icap ettirdiğine bir tenbih vardır.[4>
Çünkü iman, münasebetlerin en kuvvetlisidir. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurur:
“Mü’minler ancak kardeştirler.” (Hucurat, 10)
رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَّحْمَةً وَعِلْمًا “Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır.”Ayette rahmetin önce zikrolunması, buradaki durum itibarıyla maksud-u bizzat olmasındandır.
فَاغْفِرْ لِلَّذِينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَبِيلَكَ “O hâlde tevbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla.”
وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ “Ve onları cehennem azâbından koru.”
“Onları bağışla” derken cehennemden korunma taleplerini hissettirdiler. Bununla da açıktan bunu ifade ettiler. Bunda, hem bir te’kid, hem de azabın şiddetine bir delâlet vardır.
8- رَبَّنَا وَأَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍ الَّتِي وَعَدتَّهُم “Ey Rabbimiz! Onları kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy.”
وَمَن صَلَحَ مِنْ آبَائِهِمْ وَأَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ “Onların ecdadından, eşlerinden ve nesillerinden salih olanları da.”Salih olan ecdad, eş ve nesillerinin de kendileriyle beraber Adn cennetlerine alınması, onların sürurlarının tam olması içindir.
إِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “Şüphesiz sen Azîz’sin – Hakîm’sin.”
Şüphesiz Sen hiçbir şeyin kendisine zor gelmediği Azîz’sin, her şeyi hikmetle yapan Hakîm’sin. Vaadine vefa göstermek de Senin hikmetindendir.
9- وَقِهِمُ السَّيِّئَاتِ “Onları kötülüklerden koru.”Bundan murat, cezalardır veya kötü amellerin karşılığıdır.Bu ifadede, tahsisden sonra tamim vardır.[5> Veya ayetin bu kısmı onların salih olan ecdad, eş ve nesilleriyle ilgili olabilir.Veya bundan murat, dünyadaki masiyetler, yani günah fiillerdir. Ayetin devamı, bu manayı teyid eder:
وَمَن تَقِ السَّيِّئَاتِ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُ “Sen o gün kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmiş olursun.”Sen kimi bu dünyada günah fiillerden korursan, ahirette onları rahmetine mazhar kılarsın.Sanki onlar, neticeyi istemelerinden sonra, bunun sebebini talep ettiler.[6>
وَذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ “İşte bu, büyük kurtuluştur.”
“İşte bu” ile işaret edilen
-Ya rahmet,
-Ya günah fiillerden koruma,
-Veya her ikisidir.
[1> “Günahı bağışlayan ve tevbeyi kabul eden” vasıfları, Kur’anda ilâhî rahmete rağbet uyandıran ayetlere; “azabı çetin” vasfı, ondaki ilâhî azapla sakındıran ayetlere; “lütfu bol” vasfı ise, Kur’anda yapılması teşvik edilen durumları anlatan ayetlere bakar.
[2> Yani, Kur’an hakkındaki mücadelenin bir çeşidi küfürdür, o da konumuz olan ayette anlatıldığı şekilde, O’nun ibtali için yapılan mücadeledir. O’nun hakikatlerini neşir için yapılan mücadele ise, en efdal amellerden biridir.
[3> Bazıları Allahı maddi bir cisim gibi tevehhüm etmişler. Bunlara “mücessime” adı verilir. Mücessime mezhebi, Arş’ı cismani bir taht ve Rahmân’ın Arş’a istivasını maddi bir oturuş olarak anlamak istemişlerse de, ilgili ayetlerin bu tarz yorumu Kur’an’ın esaslarına, muhkematına aykırıdır, aklen ve şer’an büyük bir cehalettir. Keza, Hamele- Arş’tan bahseden ayetlerden hareketle, İlahi Arşı meleklerin omuzuna yükleme gayreti, haktan inhiraftır. Arş, genelde müfessirler tarafından ilâhî saltanattan kinaye olarak değerlendirilmiştir.
[4> Melek ve insan, cins olarak farklı olmakla beraber, Allaha imanda müşterektirler. Bu ise, aralarında bir münasebeti ve meleklerin insana yardımcı olmalarını netice verir.
[5> Öncesinde “Ve onları cehennem azâbından koru.” denilmişti. Bunda ise bütün kötülüklerden korumasını istediler. Cehennem azabı kötü olmakla beraber, kötü şeyler cehennemden ibaret değildir.
[6> “Ey Rabbimiz! Onları kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy…” demeleri neticedir. “Sen o gün kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmiş olursun” demeleri ise buna bir sebeptir.