21- أَوَ لَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ كَانُوا مِن قَبْلِهِمْ “Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı?”
“Kendilerinden öncekiler” ile kastedilenler, Âd ve Semud gibi peygamberleri yalanlayan kavimlerdir.
كَانُوا هُمْ أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَآثَارًا فِي الْأَرْضِ “Onlar, kuvvetçe ve yeryüzündeki eserleri yönüyle kendilerinden daha çetin idiler.”
Kaleler yapmışlar, muhafazalı şehirler meydana getirmişlerdi.
فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ بِذُنُوبِهِمْ “Böyle iken Allah, günahları sebebiyle onları şiddetle yakaladı.”
وَمَا كَانَ لَهُم مِّنَ اللَّهِ مِن وَاقٍ “Ve onları Allah’ın azabından koruyacak hiç kimse olmadı.”
Allahtan gelen azabı onlardan men edecek kimse yoktu.
22- ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانَت تَّأْتِيهِمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَكَفَرُوا “Bunun sebebi şu idi: Peygamberleri onlara beyyineler getiriyor, onlar da inkâr ediyorlardı.”
فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ “Bu yüzden Allah onları yakaladı.”
Ayette geçen “beyyineler”den murat
-Mu’cizelerdir.
-Veya apaçık hükümlerdir.
إِنَّهُ قَوِيٌّ شَدِيدُ الْعِقَابِ “Şüphesiz O, Kavî’dir, cezası da çok şiddetlidir.”
O Kavî’dir, murat etmiş olduğu şeyi kolayca yapar.
Onun cezasından daha dehşetli bir ceza olamaz.
23- وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُّبِينٍ “Andolsun ki biz Mûsâ’yı ayetlerimizle ve sultan-ı mübinle gönderdik.”
“Ayetler”den murat, mu’cizelerdir. “Sultan-ı mübin”, apaçık ve kuvvetli delildir.
Hz. Musaya verilen bu özelliklerin atıf yoluyla gelmesi,
-Her iki vasfın farklı şeyler olmasındandır.
-Veya asa gibi bazı mu’cizelerin büyüklüğüne işaret olmak üzere böyle ifade edilmiştir.
24- إِلَى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ “Firavun’a, Hâmân’a ve Kârûn’a.”
فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ “Onlar ise “Bu çok yalancı bir sihirbaz” dediler.”
Ayetin bu anlatımında Hz. Peygambere bir teselli vardır.
Ayrıca, öncekilerden daha kuvvetli ve daha uzun süre yaşamış olanların akıbetini açıklamak vardır.
25- جَاءهُم بِالْحَقِّ مِنْ عِندِنَا قَالُوا اقْتُلُوا أَبْنَاء الَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ وَاسْتَحْيُوا نِسَاءهُمْ “(Mûsâ) onlara tarafımızdan hakkı getirince, “Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın” dediler.”
Yani, daha önce onlara yaptığınızı şimdi tekrar yapın, ta ki Musa’ya yardımdan vaz geçsinler.
وَمَا كَيْدُ الْكَافِرِينَ إِلَّا فِي ضَلَالٍ “Fakat kâfirlerin tuzağı hep boşa çıkmıştır.”
“Onlar” demek yerine “kâfirler” denilmesi, hem hükmün bütün kafirler hakkında olduğunu gösterir, hem de hilelerinin boşa gitmesinin illetini gösterir.
26- وَقَالَ فِرْعَوْنُ “Firavun dedi ki:”
Etrafındakiler “O senin korktuğun kişi değildir, o sadece bir sihirbazdır. Şayet O’nu öldürsen, delil getirerek ona karşı çıkmaktan aciz kaldığın zannedilir” diyerek, Firavunun Hz. Musayı öldürmesine engel oluyorlardı.
ذَرُونِي أَقْتُلْ مُوسَى وَلْيَدْعُ رَبَّهُ “Beni bırakın, Mûsâ’yı öldüreyim, Rabbini yardıma çağırsın!”
Firavun, en küçük bir meselede bile kolaylıkla cana kıyarken, Hz. Musa olayında “bırakın beni, Onu öldüreyim” demesi, kendi iç dünyasında O’nun peygamber olduğuna kanaat getirip öldürmekten korktuğunu gösterir.
إِنِّي أَخَافُ أَن يُبَدِّلَ دِينَكُمْ أَوْ أَن يُظْهِرَ فِي الْأَرْضِ الْفَسَادَ “Çünkü ben onun,dininizi değiştirmesinden yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkarmasından korkuyorum.”
Şayet O’nu öldürmezsem dininizi değiştirmesinden korkuyorum.
Veya dininizi tamamen değiştiremese bile, harp ve kargaşalarla dünyanızı fesada vermesinden endişe ediyorum.
27- وَقَالَ مُوسَى “Mûsâ dedi:”
Hz. Musa, Firavunun bu sözünü duyunca, kavmine şöyle dedi:
إِنِّي عُذْتُ بِرَبِّي وَرَبِّكُم مِّن كُلِّ مُتَكَبِّرٍ لَّا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ “Şüphesiz ben,hesap gününe inanmayan her kibirliden, Rabbime ve Rabbinize sığındım.”
Hz. Musa, te’kidle söze başladı. Bunda, şerrin def’inde esas olanın Allaha sığınmak olduğunu hissettirmek vardır. “Rabbime sığındım” derken “Rab” ismini söylemesi, matlubun hıfz ve terbiye olmasındandır. “Rabbime ve Rabbinize” demesi, onları kendisine muvafakata bir teşviktir. Çünkü ruhların birbirine destek olması, duaya icabeti celbeder.
Firavunu ismen değil, başka emsalini de içine alan bir vasıfla söylemesi, istiazenin genel olması içindir. Ayrıca böyle demesinde hem hakka riayet, hem de Hz. Musa’yı böyle demeye sevkeden şeye delâlette bulunmak vardır.[1>
28- وَقَالَ رَجُلٌ مُّؤْمِنٌ مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ إِيمَانَهُ “Firavun hanedanından imanını saklayan bir adam da şöyle dedi:”
أَتَقْتُلُونَ رَجُلًا أَن يَقُولَ رَبِّيَ اللَّهُ “Rabbim Allah’tır” dediği için bir adamı öldürecek misiniz?”Rivayete göre bu adam Firavunun yakınlarından idi.
Denildi ki: Bu adam İsrailoğullarından olup, Firavun hanedanından imanını gizliyordu.
وَقَدْ جَاءكُم بِالْبَيِّنَاتِ مِن رَّبِّكُمْ “Hâlbuki o, size Rabbinizden apaçık mu’cizeler getirdi.”
O size, doğruluğuna delâlet eden pek çok mu’cizeler ve delillerle geldi.
“Rabbinizden” demesi, onlara karşı bir delil getirmek ve onları Rablerini itirafa yaklaştırmak içindir.Sonra da ihtiyat babından olmak üzere şöyle dedi:
وَإِن يَكُ كَاذِبًا فَعَلَيْهِ كَذِبُهُ “Eğer bir yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir.”
Yalanının vebâli kendinedir. Dolayısı ile, onu def için öldürmek gerekmez.
وَإِن يَكُ صَادِقًا يُصِبْكُم بَعْضُ الَّذِي يَعِدُكُمْ “Eğer doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir.”
Ama, ya doğruysa, o zaman en azından size vaat ettiklerinin bir kısmı başınıza gelir.
Bu zâtın böyle anlatımında,
-Hem etkin bir şekilde sakındırma,
-Hem insaflı bir yaklaşım,
-Hem de taassuptan uzaklık vardır. Bundan dolayı, “eğer bir yalancı ise” kısmını önce söyledi.
إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ “Şüphesiz Allah, aşırı giden, yalancılık eden kimseyi doğru yola eriştirmez.”
Bu, o mü’min zâtın getirdiği üçüncü delildir. Bunda iki cihetle delil vardır:
1-Musa şayet haddi aşan bir yalancı olsaydı, Allah O’na bu delilleri vermez ve bu mu’cizelerle desteklemezdi.
2-Allah kime yardımı bırakırsa onu helâk eder, dolayısıyla sizin onu öldürmenize ihtiyaç olmaz.
Belki de bu mü’min zât, birinci manayı kastetmekle beraber, tabiatlarını yumuşatmak için ikinci manayı kastediyormuş gibi gösterdi.
Ayrıca, bu ifade ile Firavunun haddi aşan bir yalancı olduğuna, Allahın onu doğru yola ve kurtuluşa erdirmeyeceğine tarizde bulundu.
29- يَا قَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِرِينَ فِي الْأَرْضِ “Ey kavmim! Bugün arzda hâkim kimseler olarak saltanat sizindir.” Arz’dan murat, Mısır diyarıdır.
فَمَن يَنصُرُنَا مِن بَأْسِ اللَّهِ إِنْ جَاءنَا “Ama başımıza gelirse, bizi Allah’ın azabından kim kurtarır?” Dolayısıyla işinizde fesada gitmeyin, O’nu öldürmek suretiyle kendinizi Allahtan gelecek belaya maruz bırakmayın. Çünkü Allahtan bir ceza bize geldiğinde, o kimse bundan bizi kurtaramaz.
Bu zâtın “Ama başımıza gelirse, bizi Allah’ın azabından kim kurtarır?” derken kendini de işin içine katması,
-Onların yakını olmasındandır.
-Kendisinin onlarla beraber olduğunu göstermek,
-Ve onlara nasihat ettiği hususlarda kendisinin de ortak olduğunu bildirmek içindir.
قَالَ فِرْعَوْنُ مَا أُرِيكُمْ إِلَّا مَا أَرَى “Firavun dedi: Ben size ancak kendi görüşümü bildiriyorum.” Musa’nın öldürülmesiyle ilgili görüşüm, bence doğru olan görüştür. Bunun böyle olduğu hususunda kalbim ve dilim müttefiktir.
وَمَا أَهْدِيكُمْ إِلَّا سَبِيلَ الرَّشَادِ “Ve sizi ancak doğru yola sevk ediyorum.”
30- وَقَالَ الَّذِي آمَنَ “İman etmiş olan adam dedi ki:”
يَا قَوْمِ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُم مِّثْلَ يَوْمِ الْأَحْزَابِ “Ey kavmim! Doğrusu ben sizin hakkınızda ahzabın günleri gibi bir günden korkarım.” Şayet O’nu yalanlar ve öldürmeye kalkışırsanız, önceki kavimlerin başlarına gelen felâketler nevinden felâketlere maruz kalmanızdan korkarım.
31- مِثْلَ دَأْبِ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذِينَ مِن بَعْدِهِمْ “Nûh kavmi, Âd, Semûd ve onlardan sonrakilerin başına gelenlerin bir benzerine (maruz kalmanızdan korkarım).”
Bunlar, Allahı inkârı ve peygamberleri yalanlamayı âdet hâline getirmişlerdi.
وَمَا اللَّهُ يُرِيدُ ظُلْمًا لِّلْعِبَادِ “Allah, kullarına bir zulüm murat etmez.”
Dolayısıyla, onları günahsız yere cezalandırmaz ve onlardan zâlim olanları da cezasız bırakmaz.Bu ifade, “Rabbin, kullara asla zulmedici değildir.” (Fussılet, 46) ayetinden daha etkili bir anlatımdır. Çünkü burada sadece zulüm değil, Allahın iradesinin zulme taalluku nefyedilmektedir.
32- وَيَا قَوْمِ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِ “Ey kavmim! Gerçekten ben sizin için, o birbirine nida gününden korkarım.”Bundan murat, kıyamet günüdür. O günde insanlar yardım için birbirlerine seslenecekler veya “yazıklar olsun bize” şeklinde feryat edeceklerdir.
Veya A’raf sûresinde anlatıldığı gibi, cennet ve cehennem ashabı birbirlerine sesleneceklerdir.[2>
33- يَوْمَ تُوَلُّونَ مُدْبِرِينَ “O gün, arkanıza dönüp kaçarsınız.”O gün mahşerden cehenneme doğru arkanıza bakmadan dönüp gidersiniz.
Denildi ki: Bundan murat, cehennem ateşinden ürküp kaçmalarıdır.
مَا لَكُم مِّنَ اللَّهِ مِنْ عَاصِمٍ “O gün sizi, Allah’tan kurtaracak kimse yoktur.”
وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ “Allah kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek biri yoktur.”
34- وَلَقَدْ جَاءكُمْ يُوسُفُ مِن قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ “Andolsun, daha önce de Yûsuf size beyyinelerle gelmişti.” Yani, “Musa’dan önce Yusuf size gelmişti.”
Burada, ecdadın hâllerinin evlada nisbeti söz konusudur.
“Beyyineler”den murat mu’cizelerdir.
فَمَا زِلْتُمْ فِي شَكٍّ مِّمَّا جَاءكُم بِهِ “Ama siz, onun size getirdikleri hakkında şüphe edip durmuştunuz.”
Dinle alakalı size getirdiklerinden hep şüphe içinde oldunuz.
حَتَّى إِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَن يَبْعَثَ اللَّهُ مِن بَعْدِهِ رَسُولًا “O ölünce de, “Allah, ondan sonra aslâ peygamber göndermez” demiştiniz.”
O’nun risaletini yalanlamanıza ilave olarak, O’ndan sonra gelecek rasûlleri de inkâr ettiniz.
Veya O’nun risaletine şek ile bakmakla beraber, O’ndan sonra bir rasûl gelmeyeceğinde tam kanaat sahibi oldunuz.
كَذَلِكَ يُضِلُّ اللَّهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُّرْتَابٌ “İşte Allah, aşırı giden şüpheci kimseleri böyle saptırır.”
İşte Allah, apaçık mu’cizeleri gördüğü hâlde,
-Vehmin galip gelmesi,
-Ve taklide saplanıp kalmak neticesi şek içinde kalan haddini aşmış kimseleri böyle saptırır.
35- الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ “Onlar kendilerine gelmiş hiçbir delil olmaksızın, Allah’ın âyetleri hakkında mücadele eden kimselerdir.”
Bunlar bir delile dayandıklarından değil,
-Ya taklide saparak,
-Veya batıl bir şüpheyle Allahın ayetlerine karşı mücadele ederler.
كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ وَعِندَ الَّذِينَ آمَنُوا “Bu ise, Allah katında ve iman edenler katında büyük bir buğzu gerektiren bir iştir.”
كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ “Allah, her kibirli zorbanın kalbini işte böyle mühürler.
36- وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَا هَامَانُ ابْنِ لِي صَرْحًا “Firavun dedi ki: Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap.”
لَّعَلِّي أَبْلُغُ الْأَسْبَابَ “Belki yollara erişirim.”
37- أَسْبَابَ السَّمَاوَاتِ “Göklerin yollarına.”
Ayette geçen “esbab”, “yollar” anlamındadır. Firavun bunu önce mübhem olarak ifade edip ardından açıkladı. Bunda, muhatabı onu öğrenmeye teşvik vardır.
فَأَطَّلِعَ إِلَى إِلَهِ مُوسَى “Böylece Mûsâ’nın ilâhına muttali olayım.”
Muhtemelen Firavun bu talimatla, yüksek bir yerde vezirinin rasathane yapmasını istedi. Ta ki arzda meydana gelen olaylara delâlet edecek semavi sebepler (yollar) olan yıldızların hâlini buradan gözlemleyebilsin, böylece Allahın O’na bir şeyler gönderdiğine delâlet eden bir şey görebilsin.
Veya böyle diyerek Hz. Musa’nın peygamberlik davasının çürük olduğunu göstermek istedi. Çünkü, Firavunun kabulüne göre “ben peygamberim” diyen birinin semanın ilahından haber vermesi, semaya muttali olmasına ve oraya kadar yükselmesine bağlıdır. Böyle bir şey ise, insanın yapabileceği şeylerden değildir.
Firavunun bu düşüncesi, Allahı ve O’nun insanlara nasıl mesaj ilettiğini bilmemekten kaynaklanmakta idi.
وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ كَاذِبًا “Çünkü ben, onun yalancı olduğunu sanıyorum.”
Ben O’nu risalet davasında yalancılardan sanıyorum.
وَكَذَلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُوءُ عَمَلِهِ “Böylece Firavun’a yaptığı kötü iş süslü gösterildi.”
وَصُدَّ عَنِ السَّبِيلِ “Ve doğru yoldan saptırıldı.”
Firavuna amelinin süslü kılınması ve doğru yoldan çevrilmesi, sebep olarak şeytana, gerçek fail olarak ise Allaha dayanır.
وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ إِلَّا فِي تَبَابٍ “Firavun düzeni boşa çıkmaya mahkumdur.”
Bunu söyleyen, Firavun hanedanından iman eden zâttır. Hz. Musa olduğu da söylenmiştir.
38- وَقَالَ الَّذِي آمَنَ “O iman eden kimse dedi ki:”
يَا قَوْمِ اتَّبِعُونِ أَهْدِكُمْ سَبِيلَ الرَّشَادِ “Ey kavmim! Bana uyun ki, sizi sebilü’rreşada (doğru yola) sevk edeyim.”
Sebilür-reşad, kendisinde sülûk edeni maksuda götüren yoldur.
Bu ifadede, Firavun ve kavminin gittiği yolun bozuk bir yol olduğuna tariz vardır.[3>
39- يَا قَوْمِ إِنَّمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌ “Ey kavmim! Bu dünya hayatı ancak gelip geçici bir faydalanmadır.”
وَإِنَّ الْآخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ “Ahiret ise ebedî olarak kalınacak yerdir.”
Çünkü şu dünya hayatı süratle zevâl bulması cihetiyle sadece azıcık bir faydalanmaktır. Ahiret yurdu ise, ebedi olmasıyla gerçek yerleşim yeridir.
40- مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزَى إِلَّا مِثْلَهَا “Kim bir kötülük işlerse, ona ancak yaptığının dengi ile ceza verilir.”
Bu, Allahtan bir lütuftur.
Ayette, cinayetlerde dengiyle ödeme yapılacağına bir delil vardır.[4>
وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُوْلَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ “Erkek veya kadın, her kim de mü’min olarak iyi bir amel işlerse, işte onlar cennete girerler.”
يُرْزَقُونَ فِيهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ “Orada kendilerine hesapsız rızık verilir.”
Orada “biğayri hisap” yani “hesapsız” rızıklanmaları
-“Şu kadar” diye bir sınır olmaması,
-Ve amelleriyle mütenasip bulunmamasındandır. Allah, kendisinden lütuf ve rahmet olarak, onlara kat kat sevaplar verir, hesapsız rızıklandırır.
Ayetin anlatımında salih amel işlemeye vurgu yapılmış, ancak bunun “mü’min kimseler için” böyle netice vereceğine dikkat çekilmiştir. Demek ki, iman olmadan işlenen salih amellerde böyle bir mükafat söz konusu değildir.
41- وَيَا قَوْمِ مَا لِي أَدْعُوكُمْ إِلَى النَّجَاةِ وَتَدْعُونَنِي إِلَى النَّارِ “Ey kavmim! Nedir bu başıma gelen? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz ise beni ateşe çağırıyorsunuz.”
Biraz önce “ey kavmim” demiş iken, bu cümlesinde de “ey kavmim” ifadesini tekrarlaması, onları gaflet uykusundan uyarmak ve nida edilen hususa önem vermelerini sağlamak içindir. Ayrıca, kendisinin onların hayrını istemesine mukabil, onların menfi tavırlarını kınamaktır.demişti. Bu ifade ile, gerçek doğru yolun onun gittiği yol olmadığı anlatılmış oldu.
42- تَدْعُونَنِي لِأَكْفُرَ بِاللَّهِ وَأُشْرِكَ بِهِ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ “Siz beni Allah’ı inkâr etmeye ve hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyleri O’na ortak koşmaya çağırıyorsunuz.”
Kendisinin rab olduğu hususunda hiçbir bilgim olmayan şeyi, Allaha ortak kılmaya beni çağırıyorsunuz.Böyle demekten muradı, Allahın dışında rab telakki edilen şeylerin rububiyetini reddetmektir.Böyle demesinde, ulûhiyetin (ilah olmanın) mutlaka bir delile dayanması gerektiğini hissettirmek vardır.[5> Dolayısıyla, birinin ilahlığına itikad etmek, ancak yakîn ile olmalıdır.
وَأَنَا أَدْعُوكُمْ إِلَى الْعَزِيزِ الْغَفَّارِ “Ben ise sizi Azîz – Ğaffar olana çağırıyorum.”
Benim kendisine imana davet ettiğim Allah ise, ulûhiyette olması gereken bütün sıfatları kendinde cem etmiştir.O, tam bir kudret ve galebeye, ilim ve iradeye sahiptir. Mahlûkatın amellerine karşılık verir, onları azaplandırmaya veya affetmeye kâdirdir.
43- لَا جَرَمَ أَنَّمَا تَدْعُونَنِي إِلَيْهِ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْآخِرَةِ “Şüphe yok ki sizin beni çağırdığınız şey, dünyada da ahirette de çağrılmaya (ibadete) layık değildir.”
Sizin ilahlarınızın ibadete layık olmadığı ise, gözler önündedir. Çünkü onlar cansız şeylerdir, bunların ilahlığını (mabud olmalarını) gerektiren hiçbir özellikleri yoktur.
وَأَنَّ مَرَدَّنَا إِلَى اللَّهِ “Şüphesiz dönüşümüz Allah’adır.”
Ölüm ile, dönüşümüz Allahadır.
وَأَنَّ الْمُسْرِفِينَ هُمْ أَصْحَابُ النَّارِ “Ve şüphesiz, aşırı gidenler cehennem ashabının ta kendileridir.”Allaha şirk koşmak ve kan akıtmak gibi fiillerle dalalet ve tuğyanda aşırı giden müsrifler, elbette cehennem ashabı olmayı hak etmişlerdir.
44- فَسَتَذْكُرُونَ مَا أَقُولُ لَكُمْ “Size söylediklerimi hatırlayacaksınız.”
İlerde, size verdiğim bu nasihati hatırlayacaksınız.
وَأُفَوِّضُ أَمْرِي إِلَى اللَّهِ “Ve ben işimi Allah’a havale ediyorum.”
Her türlü kötü şeyden beni koruması için, işimi Allaha bıraktım.
إِنَّ اللَّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ “Şüphesiz Allah, kullarını hakkıyla görendir.”
Allah, kullarını görür, dolayısıyla onları muhafaza eder.
Bir sonraki ayetten, onların bu zâtı tehdit ettikleri anlaşılmaktadır. Böyle olunca, ayetin bu kısmı onların tehditlerine bir cevap gibidir.
45- فَوَقَاهُ اللَّهُ سَيِّئَاتِ مَا مَكَرُوا “Allah, kurdukları tuzakların kötülüklerinden onu korudu.”
وَحَاقَ بِآلِ فِرْعَوْنَ سُوءُ الْعَذَابِ “Âl-i Firavnı ise, o kötü azap kuşattı.”
Âl-i Firavundan murat, Firavun ve kavmidir. Firavunun burada doğrudan zikri geçmemesi, onların zikrinin buna lüzum hissettirmemesindendir. Yani, Allah Âl-i Firavuna azap verdiğinde, Firavunun da buna dâhil olduğu evleviyetle sabittir.
“Kötü azap”tan murat, suda boğulmaları, katledilmeleri veya cehennem azabına maruz kalmalarıdır.
46- النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا “(Öyle bir) ateş ki, onlar sabah-akşam ona arz olunurlar.”
Ayette bahsedilen ateş, şu rivayetten anlaşıldığı üzere, ruhlarına kabirde verilen azaptır: “Onların ruhları siyah kuşların içinde kıyamet gününe kadar sabah-akşam ateşe arzedilirler.”
“Sabah-akşam” şeklindeki ifade, tahsis ve teyide muhtemeldir.[6>
Ayette, ölümden sonra ruhun bekasına ve kabir azabına bir delil vardır.[7>
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ “Kıyamet koptuğu günde ise”
Firavun hanedanına verilecek bu azap, dünya devam ettikçe olacaktır. Ama, kıyamet koptuğunda, onlarla ilgili olarak meleklere şöyle denilir:
أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ “Âl-i Firavnı azabın en şiddetlisine sokun!”
Bundan murat ise, cehennem azabıdır.
Çünkü cehennem azabı, kabir azabından daha şiddetlidir.
47- وَإِذْ يَتَحَاجُّونَ فِي النَّارِ فَيَقُولُ الضُّعَفَاء لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنتُم مُّغْنُونَ عَنَّا نَصِيبًا مِّنَ النَّارِ “Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara, “Biz size uymuş kimselerdik. Şimdi ateşten olan payımızdan bir kısmını bizden kaldırabilir misiniz?” derler.”
Ondan bir kısmını bizden def edebilir veya kendiniz yüklenebilir misiniz?
48- قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُلٌّ فِيهَا “Büyüklük taslayanlar ise şöyle derler: Biz hepimiz ateşin içindeyiz.”Yani, hem biz hem siz aynı ateşteyiz, nasıl size bir fayda verebiliriz? Yapabilsek, kendimizden azabı def ederiz!
إِنَّ اللَّهَ قَدْ حَكَمَ بَيْنَ الْعِبَادِ “Şüphesiz Allah, kullar arasında hüküm vermiştir.”
Allah Cennet ehlini cennete, cehennem ehlini cehenneme almakla, kulları arasında hükmünü vermiştir. Onun hükmünü bozacak kimse yoktur.[8>
49- وَقَالَ الَّذِينَ فِي النَّارِ لِخَزَنَةِ جَهَنَّمَ ادْعُوا رَبَّكُمْ يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْمًا مِّنَ الْعَذَابِ “Ateşte olanlar cehennem bekçilerine, “Rabbinizden isteyin de (hiç değilse) bir gün bizden azabı hafifletsin” derler.”
“Ateşte olanlar, oranın bekçilerine şöyle derler” demek yerine “cehennem bekçilerine şöyle derler” denilmesi, durumun dehşetini ifade etmek ve korkutmak içindir veya onların o ateşte yerlerini beyan için böyle denilmiştir.[9>
“Cehennem” kelimesinin, o azap mahallinin en uzak derekesi olması muhtemeldir.
50- قَالُوا أَوَلَمْ تَكُ تَأْتِيكُمْ رُسُلُكُم بِالْبَيِّنَاتِ “Dediler: “Size peygamberleriniz açık mu’cizeler getirmemiş miydi?”
Cehennem bekçileri böyle diyerek,
-Onları ilzam etmek
-Hakka davet edildikleri vakitleri zayi etmelerinden dolayı onları kınamak,
-Ve icabet sebeplerini boşa çıkarmalarını göstermek istediler.
قَالُوا بَلَى “Onlar, “Evet, getirmişti” dediler.”
قَالُوا فَادْعُوا “Öyleyse kendiniz yalvarın” dediler.”
“Siz kendiniz dua edin. Biz buna cesaret edemeyiz. Çünkü bize, sizin gibilere dua etme hususunda izin verilmedi.”
Bunda, onların ümitlerini bütün bütün kırmak vardır.
وَمَا دُعَاء الْكَافِرِينَ إِلَّا فِي ضَلَالٍ “Şüphesiz kâfirlerin duası boşunadır.”
Onların duası zâyi olur, cevap verilmez.
Bunda da yine onların icabet hususunda bütün ümitlerini kırmak vardır.
51- إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُ “Şüphesiz biz, elçilerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.”
Biz, elçilerimize şu dünyada
-Deliller göstererek,
-Zafer vererek,
-Onlar namına kâfirlerden intikam alarak yardım ederiz.
-“Ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde”,
Yani, onlara yardımımız hem dünya hem de ahirettedir.
Din düşmanlarının zaman zaman peygamberlere galip gelmesi bu hükmü bozmaz. Çünkü, itibar işin akıbetine ve ekseri durumlara göredir.[10>
Ayette geçen “şahitler”den murat, kıyamet günü şehâdette bulunacak olan
-Melekler,
-Peygamberler,
-Ve mü’minlerdir.
52- يَوْمَ لَا يَنفَعُ الظَّالِمِينَ مَعْذِرَتُهُمْ “O gün zalimlere, mazeretleri fayda vermez.”
Buradaki “gün” ifadesi, önceki ayetteki günden bedeldir. Yani, şahitlerin şehadette bulunacağı o günde, o zâlimlerin ileri sürdükleri mazeretler kendilerine bir fayda vermeyecektir. Çünkü, batıl bir özürdür.
Veya onlara izin verilmez ki mazeret beyan edebilsinler!
وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ “Onlara lânet vardır.”
Lânetten murat, rahmetten uzak kılınmalarıdır.
وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ “En kötü yer onlar içindir.”
Bundan murat, cehennemdir.
[1>Yani “Firavundan Rabbime sğındım” denildiğinde niçin sığınıldığı belli değildir. Ama ayette “şöyle şöyle olan herkesten Rabbime sığındım” denildiğinde niçin sığınıldığı bellidir
[2> Bunun için bkz. A’raf 44-51.
[3>Firavun yirmidokuzuncu ayette “Ve sizi ancak doğru yola sevk ediyorum.”
[4> Mesela, bir cam kıran kimseye bunun bedeli ödetilir, kendisinden iki cam parası alınmaz.
[5> Yani birisin “ben ilahım” demesiyle veya bazı insanların herhangi bir şeyi “ilah” kabul etmesiyle, o şey ilah olmaz. İlah olduğuna dair delil olması gerekir.
[6> Yani, “onların kabir azabı sabah ve akşam vakitlerinde, günde iki defa gerçekleşir” manası anlaşılabileceği gibi, “devamlı azap içinde bulunurlar” manası da anlaşılabilir.
[7> Ölüm, ruhun bedenden ayrılması olayıdır. Ruh ile beden arasında, lamba ile cereyan arasındaki gibi bir münasebet vardır. Lamba parçalandığında ışık artık görülmez, ama aslında cereyana bir zarar da gelmez. Cereyanın varlığı lambadan farklıdır ve ona bağlı değildir. Beden ölüm ile dağılır, ama ruh kendi hayatına devam eder.
[8>Dünyada, mahkemenin verdiği kararı bir üst mahkeme bozabilmektedir. Ama Allah için –haşa- bir üst merci yoktur ki, O’nun verdiği hükmü bozabilsin!
[9>Birinci yoruma göre, cehennem ve ateş aynı anlamda kullanılmıştır. Ama ikinci yoruma göre, cehennem bir mekân olarak ele alınmış, ateş ise onda bir unsur olarak değerlendirilmiştir.
[10> Mesela, Hz. Peygamber Mekke döneminde çok sıkıntılar yaşamış ve Uhud Savaşında mağlubiyet tadılmıştır. Ama neticede hak batıla galip gelmiş, Mekke fethedilmiş, Ka’be putlardan temizlenmiştir. Diğer peygamberlerin hayatına ve peygamber varisi zâtların durumlarına bu zâviyeden bakmak lazımdır. Nitekim Kur’an-ı Kerîm “İşte bak, uyarılanların akıbeti nasıl oldu?” (Yunus, 73), “O halde sabret! Şüphesiz akıbet, müttakilerindir.” (Hûd, 49) demektedir.