10- إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يُنَادَوْنَ لَمَقْتُ اللَّهِ أَكْبَرُ مِن مَّقْتِكُمْ “İnkâr edenlere mu hakkak şöyle seslenilir: Allah’ın (size) buğzu, sizin kendinize olan buğzunuzdan daha büyüktür.’’[1>
Bu seslenme, kıyamet günü olacaktır.
أَنفُسَكُمْ إِذْ تُدْعَوْنَ إِلَى الْإِيمَانِ فَتَكْفُرُونَ “Çünkü siz imana çağırılırdınız da inkâr ederdiniz.”
قَالُوا “Dediler:
11- رَبَّنَا أَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ وَأَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ “Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün,iki defa da dirilttin.”
İki defa öldürmekten murat,
1-İnsanlara hayat verilmezden önceki hâlleri.
2-Ecel geldiğinde öldürülmeleridir. Çünkü öldürmek, ya bir şeyde hayatın hiç olmaması veya bir şeyi küçültmek veya büyütmek örneğinde olduğu gibi, ondaki hayatı gidermektir. Nitekim, buna benzer bir şekilde “Sivrisineği küçülten ve fili de büyüten Allahı tenzih ederiz” denilmiştir.
İki defa diriltmekten murat ise,
1-Şu dünyada hayat verilmesi,
2-Diğer âlemde hayat verilmesidir.
Şöyle de denilmiştir:
Birinci ölüm dünyada hayatın sona ermesiyle meydana gelen ölüm, ikincisi ise sual için kabirde hayat verilmesinden sonraki ölümdür. İki hayat ise, kabirde ve diğer âlemdeki hayatlardır. Çünkü böyle demelerinden maksat kendisinden gaflet ettikleri ve önem vermedikleri şeyi gözleriyle gördükten sonra itirafta bulunmalarıdır. Bunun için ayetin devamında şöyle dediler:
فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا “Artık günahlarımızı itiraf ettik.”
Çünkü onların günahları işlemeleri dünyaya aldanmalarından ve ahirette dirilmeyi inkâr etmelerinden dolayı idi.
فَهَلْ إِلَى خُرُوجٍ مِّن سَبِيلٍ “Şimdi çıkmaya bir yol var mı?”
Ateşten çıkmaya şöyle veya böyle bir yol var mı? Ta ki o yolda gidelim.
Böyle demeleri, ancak çok şiddetli ümitsizliklerindendir.
Bunun için kendilerine şöyle cevap verildi:
12- ذَلِكُم بِأَنَّهُ إِذَا دُعِيَ اللَّهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْ “Bu azab size şu sebeptendir: Siz tek Allaha davet olduğunda inkâr ettiniz.”
وَإِن يُشْرَكْ بِهِ تُؤْمِنُوا “Ama O’na ortak koşulunca inandınız.”
فَالْحُكْمُ لِلَّهِ الْعَلِيِّ الْكَبِيرِ “Artık hüküm, Aliyy – Kebîr olan Allah’ındır.”
O ise daimî azap görmenize hüküm vermiştir.
O, Aliyy’dir, kendisine şirk koşulmasından ve başkasıyla müsavî olmaktan çok yücedir.
Kebîr’dir, kendisine şirk koşan ve ibadete liyakatta bazı mahlukâtını O’na müsavî kılana daimî azap hükmünü vermiştir.
13- هُوَ الَّذِي يُرِيكُمْ آيَاتِهِ “O ki âyetlerini size gösteriyor.”
O, nefislerinizi kemâle erdirmek için, tevhide ve bilinmesi gereken diğer şeylere delâlet eden ayetlerini size gösteriyor.
وَيُنَزِّلُ لَكُم مِّنَ السَّمَاء رِزْقًا “Sizin için gökten bir rızık indiriyor.”
Dünya hayatındaki ihtiyaçlarınızı nazara alarak, yağmur gibi bir kısım rızık sebeplerini semadan size indiriyor.
وَمَا يَتَذَكَّرُ إِلَّا مَن يُنِيبُ “Bunları, ancak Allaha yönelenler tezekkür eder.”
Bu ilâhî ayetler, gayet açık olmaları sebebiyle sanki akıllarda fıtrî olarak bulunmakla beraber,
-Taklîde dalmak,
-Ve hevâya uymak sebebiyle bunların delâletlerinden gaflet edilmiştir.
Ancak, bunlara yönelmek ve onlar hakkında tefekkür etmek ile inkârdan dönenler bunları tezekkür eder.[2>
Çünkü bir şeye kesin nazarıyla bakan kimse, buna aykırı şeylere nazar etmez.
14- فَادْعُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ “O hâlde, kâfirler hoşlanmasa da, siz dini Allah’a has kılarak O’na dua edin.”Kâfirler, sizin dini Allaha hâlis kılmanızdan hoşlanmasalar ve bu onlara zor gelse de, siz şirkten uzak bir şekilde sadece Allaha dua edin.
15- رَفِيعُ الدَّرَجَاتِ “O, dereceleri hakkıyla yükseltendir.”
ذُو الْعَرْشِ “Arş’ın sahibidir.”
Allahın “dereceleri yükselten ve arşın sahibi” olması, hem akla hem de hisse bakar bir şekilde O’nun Samediyetinin yüceliğine dalâlet eder. Bu ise, O’nun ulûhiyette tek olduğunu gösterir. Çünkü Allah, daha ziyadesi tasavvur edilemeyecek şekilde kemâl derecelerine sahiptir. Cismanî âlemin aslı olan arş, kudreti elindedir. Böyle bir Zâtın şeriki olması düşünülemez.
Denildi ki: Ayette ifade edilen dereceler,
-Mahlukatın mertebeleridir.
-Veya arşa kadar meleklerin yükselme yerleridir.
-Veya göklerdir.
-Veya sevap dereceleridir.
يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ لِيُنذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِ “Kavuşma günü hakkında uyarmak için, kullarından dilediği kimseye emrinden ruh indiriyor.”
Ayette “ruh”tan murat vahiydir. Önceki ayetlerde tevhid anlatılmıştı, bu ayetle de nübüvvet meselesine giriş yapıldı.
Ayette, nübüvvetin bir lütuf olup çalışmakla elde edilmediğine bir delil vardır.
“Kavuşma günü”nden murat kıyamet günüdür. Çünkü o günde ruhlar ve cesetler, sema ve arz ehli buluşurlar.İbadet edilen batıl mabutlarla, onlara ibadet edenler bir araya getirilirler.Yapılan ameller ve amelleri işleyenler buluşurlar.
16- يَوْمَ هُم بَارِزُونَ “O gün onlar ortaya çıkarlar.”
-Kabirlerinden çıkarlar.
-Gözler önündedirler, onları örten bir şey yoktur.
-Ruhları açıktadır, beden örtüleri onları örtmez.
-Veya bundan murat amellerinin ve sırlarının açıkta olmasıdır.
لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ “Onların hiçbir şeyi Allah’a gizli kalmaz.”
Onların zâtları, amelleri ve hâllerinden hiçbiri Allaha gizli değildir. Ayetin bu kısmı, önceki “O gün onlar ortaya çıkarlar” ifadesini takrirdir.
Ayrıca, dünyadaki gibi gizli kalma tevehhümünü ortadan kaldırmaktadır.
لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ “Bugün mülk (hükümranlık) kimindir?”
لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ “Vahid – Kahhar olan Allah’ındır.”
Ayetin bu kısmı, o günde sorulan bir soru ve buna verilen cevabı hikâye eder.
O günde sebepler ortadan kalkmış, vasıtalar yok olmuştur. Bundan dolayı mülkün Allaha ait olduğu daha iyi gözler önündedir. Gerçekte ise, mülk daima Allahındır, hakîkat-i hâl daima bunu söylemektedir.
17- الْيَوْمَ تُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ “Bugün her nefis yaptığının karşılığını alacaktır.”
Ayetin bu kısmı, önceki kısmın bir neticesi gibidir. Ayeti şöyle açıklayabiliriz:
İnsanların ruhları, inanç ve amellerle lezzetini ve elemini gerektirecek durumlar elde ederler. Lakin, kendilerini meşgul eden engeller dolayısıyla bunları tam duymazlar. Kıyamet koptuğunda engeller ortadan kalkar, lezzet ve elemlerini idrak ederler.
لَا ظُلْمَ الْيَوْمَ “Bugün zulüm yoktur.”Sevabı azaltmak veya azabı çoğaltmak gibi herhangi bir haksızlık söz konusu olmayacak
إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ “Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.”
Çünkü hiçbir durum başka durumla ilgilenmesine engel değildir. Dolayısıyla, her birine layık oldukları şey gayet seri bir şekilde ulaşır.
18- وَأَنذِرْهُمْ يَوْمَ الْآزِفَةِ “Yaklaşmakta olan günle onları uyar.”
“Yevm-i âzife” kıyamet günüdür. Yakınlığı sebebiyle böyle isimlendirilmiştir.
Veya cehennem ehlinin oraya yakınlığı sebebiyle böyle denilmiştir.
إِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِمِينَ “O günde yürekler gırtlaklara dayanmıştır, yutkunup dururlar.”Denildi ki: Bundan murat, ölümdür. Çünkü o günde kalpler, yerlerinden yükselir, boğazlarına yapışır. Normal hâle dönmez ki rahatlasınlar, istirahat etsinler.
مَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ حَمِيمٍ وَلَا شَفِيعٍ يُطَاعُ “Zalimler için ne sıcak bir dost vardır, ne de sözü dinlenecek bir şefaatçi.”
“Onlar için” denilmek yerine “zâlimler için” denilmesi, bu durumun onlara has olduğunu bildirmek ve zulümleri sebebiyle böyle cezalandırıldıklarını anlatmak içindir.
19- يَعْلَمُ خَائِنَةَ الْأَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ “O, gözlerin hain bakışını da bilir, gönüllerin gizlediğini de.”Hâin bakış, mahremi olmayan kadını ilk defa gördükten sonra ikinci defa nazarını çevirip bakmak ve kaçamak bakışlarla ona nazar etmektir.Veya bundan murat, gözlerin hıyanetidir. Ayet, her türlü gizli hâlin Allaha gizli kalmadığını, O’nun bilgisi dâhilinde olduğunu ve o hâle uygun karşılığı vereceğini gösterir.
20- وَاللَّهُ يَقْضِي بِالْحَقِّ “Allah, hak ile hükmeder.”Çünkü, mutlak manada Mâlik ve Hâkim O’dur. Dolayısıyla, hangi şeyle hükmetmişse, hükmettiği şey haktır.
وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ لَا يَقْضُونَ بِشَيْءٍ “Allah’tan başka taptıkları ise hiçbir hükümde bulunamazlar.”Ayet, onlarla inceden bir istihzadır. Çünkü cansız bir şey hakkında “hüküm verir” veya “hüküm vermez” denilmez.
إِنَّ اللَّهَ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ “Şüphesiz Semi’ – Basîr (hakkıyla işiten ve hakkıyla gören) ancak Allahtır.”Ayet, O’nun gözlerin hıyanetini bilmesini ve hak olarak hükmetmesini takrirdir ve onların söyledikleri ve yaptıkları şeylere karşılık kendilerine bir vaîddir.
Ayrıca O’nun dışında dua edip çağırdıklarının hâline de bir tarizdir.[3>
[1> Çünkü, yaratılış gayenize ters davrandınız, ömür sermayenizi zayi ettiniz. Ebedi saadeti kazanabilecek iken, kendinizi ebedi şekavete maruz bıraktınız.
[2> “Tezekkür etmek”, hatırlamak manasını da tazammun eder. Kur’anda anlatılan gerçekler, sanki insan aklında zâten fıtrî olarak bulunmakta, ama insanlar gaflet sebebiyle bunları hatırlamamaktadır. Bu gaflet hâlinden sıyrılanlar, aslî fıtrata dönerek bu manaları hatırlarlar, Kur’anın ayetlerinden ders ve ibret alırlar.
[3> Yani, “Şüphesiz Semi’ – Basîr (hakkıyla işiten ve hakkıyla gören) ancak Allahtır” ifadesi, onların taptıklarının bir şey işitmediğini ve görmediğini tariz yoluyla onlara söylemektedir.