267. DERS (Ankebut Suresi, 45 - 55) Allahın Kitabı

45- اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ “Kitaptan sana vahyolunanı oku.”

-Kıraatıyla Allaha kurbiyet aramak,

-Lafızlarını ezberlemek,

-Ve manalarını anlamaya çalışmak suretiyle Kitaptan Sana vahyedileni oku.

Manasına dikkat ederek Kur’anı okuyan kimse, onu tekrar be tekrar okuduğunda, ilk okuduğunda dikkatini çekmeyen nice manalar zamanla kendisine açılır.

وَأَقِمِ الصَّلَاةَ “Namazı da dosdoğru kıl.”

إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ “Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor.”Çünkü insan namazla meşgul olduğunda günahlardan uzak kalır. Namaz ona Allahı hatırlattığı ve nefse Allahtan korkmayı ders verdiği için, namaz dışı zamanlarda da onu günahlardan korur.Rivayete göre Ensardan bir genç namazlarını Hz. Peygamberin arkasında kılıyor, ama bir türlü günahlardan da uzak kalmıyordu. Onun bu hâli Hz. Peygambere anlatıldı. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Namazı onu günahlardan alıkoyacaktır.” Gerçekten de çok geçmeden bu genç günahları terk etti.

وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ “Allah’ın zikri elbette en büyüktür.”

Allahın zikrinden murat namazdır. Namaz, diğer ibadetlerden çok daha büyüktür. Namazdan “zikir” olarak bahsedilmesi, onun kötülüklerden korumasının sebebini beyan etmek içindir. Çünkü namazda Allahın zikri temel umdedir. Bu yönüyle o, diğer iyiliklerden üstün kılınmıştır, kötülüklerden de alıkoyucu olmuştur.

“Allahın zikri elbette en büyüktür” ifadesi şu anlamı da ifade eder: Allahın rahmetiyle sizi anması, sizin O’nu taat ile anmanızdan daha büyüktür.

وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ “Allah, ne yaparsanız hepsini bilir.”

Allah sizin O’nu anmanızı ve yaptığınız diğer taatleri bilir, bu yaptıklarınıza en güzel şekilde mükâfat verir.

 

46- وَلَا تُجَادِلُوا أَهْلَ الْكِتَابِ إِلَّا بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ “Ehl-i kitapla ancak en güzel bir yolla mücadele edin.”

Onlarla,

-Sertliğe yumuşaklıkla,

-Öfkeye sükunetle,

-Kavga çıkarmak isteyene nasihatle mukabele etmek gibi, en güzel şekilde mücadele edin.

Denildi ki: Bu ayet, seyf ayetiyle neshedilmiştir. Çünkü, kılıçla mukabeleden daha sert bir mukabele yoktur.

Elcevap: Kılıçla mukabele etmek ahirü’d-deva, yani son çaredir.

Denildi ki: Bundan murat, “ahit yaptığınız ehl-i kitapla en güzel bir şekilde mücadele edin” demektir.

إِلَّا الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ “Ancak içlerinden zulmedenler hariç.”

-Haddi aşmakta ve inatta ifrat edenler,

-Allaha çocuk isnat edenler ve “Allah’ın eli bağlıdır” (Maide, 64) gibi iddiada bulunanlar,

-Ahdi bozan ve cizyeyi vermeyenler gibi zulmedenler müstesna.

وَقُولُوا آمَنَّا بِالَّذِي أُنزِلَ إِلَيْنَا وَأُنزِلَ إِلَيْكُمْ “Ve deyin ki: Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik.”

Ayetin bu kısmı, onlarla yapılacak en güzel mücadelenin bir açılımıdır. Yani, böyle diyerek mücadelenizi yapınız.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:“Ehl-i Kitabı tasdik de etmeyin tekzip de.. Deyin ki: “Biz Allaha kitaplarına, peygamberlerine iman ettik.” Böyle yapmakla bâtıl bir şey söylemişlerse tasdik etmemiş, doğru bir şey söylemişlerse de yalanlamamış olursunuz.”

وَإِلَهُنَا وَإِلَهُكُمْ وَاحِدٌ “İlâhımız ve ilâhınız birdir.”

وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ “Ve biz sadece O’na teslim olmuş kimseleriz.”

Biz hassaten O’na itaat etmiş kimseleriz.

Bu ifadede, onların keşiş ve ruhbanlarını Allahın dışında Rab edindiklerine bir tariz vardır.[1>

 

47- وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ “İşte böylece sana kitabı indirdik.”

İşte bu inzâl gibi, Biz Sana diğer ilâhî kitapları tasdik eden bir kitabı vahiy ile indirdik.

فَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِهِ “İşte, kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ediyorlar.”

Abdullah Bin Selâm ve benzerleri ona iman ederler.

Veya bundan murat, Hz. Peygamber devrinden önce Kur’ana iman eden ehl-i kitaptır.

وَمِنْ هَؤُلَاء مَن يُؤْمِنُ بِهِ “Şunlardan da ona iman eden kimseler vardır.”

Arabdan, Mekke ehlinden ve Hz. Peygamber devrindeki kitap ehlinden o Kur’ana iman edenler var.

وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الْكَافِرُونَ “Bizim âyetlerimizi ancak kâfirler inkâr eder.”

Ayetlerimiz bu kadar açık ve hak olduklarına dair nice deliller varken, küfürde ileri gidenler onları inkâr ederler. Çünkü yanlış ön kabulleri, O Kur’anın Hz. Peygamberin bir mu’cizesi olduğunu, hükümlerinin doğruluğunu gösteren şeyleri düşünmelerine engel olur.

Ayetin devamı buna işaret eder:

 

48- وَمَا كُنتَ تَتْلُو مِن قَبْلِهِ مِن كِتَابٍ وَلَا تَخُطُّهُ بِيَمِينِكَ “Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de sağ elinle onu yazardın.”Çünkü nice kıymettar ilimlerin envaını içine alan bu Kitabın okuma yazma bilmeyen ümmî bir insandan zuhuru harikulâde bir durumdur.

Ayette “sağ el” ifadesinin geçmesi, Hz. Peygamberin yazı bilmediğini ziyadesiyle tasvîr etmek ve bu isnadın mecazî olma hâlini red içindir.

إِذًا لَّارْتَابَ الْمُبْطِلُونَ “Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı.”

Şayet okuyan – yazan biri olsaydın şöyle derlerdi: Belki de bu Kur’anı başkalarından öğrendi veya öncekilerin kitaplarından derleyip toparladı.

Ayette onlara “mubtılûn” denilmesi inkârlarından dolayıdır veya Kur’anın pek çok i’caz yönleri varken, bunlardan bir yönün ortadan kalkmasıyla şüpheye düşmelerindendir.[2>

Denildi ki: Ehl-i Kitap Seni kitaplarında ümmî peygamber olarak bildiklerinden, şayet Sen okuma-yazma bilen biri olarak zuhur etsen, onlar kitaplarındaki özelliğine aykırı bulduklarından şüpheye düşerlerdi. Bu durumda onların ibtali ve inkârı, mukadder bir duruma göre değil, vâki’deki durum itibarıyla olurdu.

 

49- بَلْ هُوَ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ فِي صُدُورِ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ “Hayır, o (Kur’ân), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde apaçık âyetlerdir.”Ehl-i ilim olanlar onu ezberlerler, kimse onun tahrifine güç yetiremez.

وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الظَّالِمُونَ “Ve bizim âyetlerimizi ancak zalimler inkâr eder.”

Bizim ayetlerimizin mu’cize olduğuna dair deliller o kadar açık iken, onları yalanlayanlar, ancak göz göre göre onları red ile onlara kıymet vermeyen zulme dalmış kimselerdir.

 

50- وَقَالُوا لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَاتٌ مِّن رَّبِّهِ “Dediler ki: “Ona Rabbinden ayetler indirilse ya!”

“Ona Salihin devesi, Musa’nın asası ve İsa’nın sofrası gibi mu’cizeler indirilse ya” dediler.

قُلْ إِنَّمَا الْآيَاتُ عِندَ اللَّهِ “De ki: Ayetler ancak Allah katındadır.”

Allah o mu’cizeleri dilediği gibi indirir. Böyle mu’cizeler benim kudretimle olmayacak ki, siz istediğinizde mu’cize göstereyim.

وَإِنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُّبِينٌ “Ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.”

Benim hâlim, ancak uyarmak ve bana verilen ayetleri apaçık bir şekilde beyan etmektir.

 

51- أَوَلَمْ يَكْفِهِمْ أَنَّا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلَى عَلَيْهِمْ “Onlara okunmakta olan kitabı sana indirmemiz kendilerine yetmedi mi?”Onların talep ettikleri mu’cizelere bedel kendilerine okunan Kitabı Sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Bu kitap devamlı onlara tilavet olunuyor, “haydi bir benzerini getirin!” diye bununla kendilerine meydan okunuyor. Diğer mu’cizeler gelip geçici iken, bu sabit bir mu’cize olarak önlerinde duruyor.

Veya şu manayı da ifade edebilir: Bu kitap, Yahudilerin ellerinde olan Senin özelliğin ve dininin özelliği ile ilgili şeyleri teyid eder bir şekilde onlara okunuyor.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرَى لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ “Bunda iman edecek bir kavim için elbette bir rahmet ve öğüt vardır.”Şüphesiz daimî bir mu’cize ve apaçık bir delil olan bu kitapta, işi yokuşa sürmek değil, gerçekten iman etmek isteyenler için büyük bir nimet ve öğüt vardır.

Sebeb-i Nüzûl

Denildi ki: Bazı Müslümanlar, ellerinde Yahudilerin söyledikleri bazı şeyleri yazan kitaplarla Hz. Peygamberin yanına geldiler. Hz. Peygamber onlara şöyle dedi: “Bir kavmin dalâleti için, kendi peygamberlerinin getirdiğinden yüz çevirip peygamberlerinden başkasının getirdiğine yönelmeleri kâfidir.” Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.

 

 52- قُلْ كَفَى بِاللَّهِ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ شَهِيدًا “De ki: Benimle sizin aranızda şahit  olarak Allah yeter.”Benim doğruluğuma şahit olarak Allah yeter. Çünkü mu’cizelerle beni tasdik etti.Veya mana şöyle olabilir: Benim size gönderildiğim şeyleri tebliğ ettiğime ve nasihatte bulunduğuma, sizin de yalanlama ve işi yokuşa sürmekle mukabele ettiğinize şahit olarak Allah yeter.

يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “O, göklerde ve yerde ne varsa bilir.”

Dolayısıyla benim ve sizin hâlleriniz O’na gizli değildir.

وَالَّذِينَ آمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ “Batıla inanıp Allahı inkâr edenler var ya, işte ziyana uğrayacaklar onlardır.”

Batıla inanmak, Allahın dışında tapılan batıl mabutlara inanmaktır:

Bunlar, imanı verip küfrü satın aldıklarından bu ticaretlerinde zararda olan kimselerdir.

 

53- وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ “Senden azabı hemen getirmeni istiyorlar.”

“Semadan üzerimize taş yağdır” demişlerdi.[3>

وَلَوْلَا أَجَلٌ مُّسَمًّى لَجَاءهُمُ الْعَذَابُ “Şayet bir ecel-i müsemma (belirlenmiş bir süre) olmasaydı, azap onlara mutlaka gelirdi.”

Her azap veya her kavm için belli bir ecel olmasaydı, azap kendilerine hemen gelirdi.

وَلَيَأْتِيَنَّهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ “Ve farkında değillerken, elbette azap ansızın onlara gelecektir.”

Onlar, azabın gelişinin farkına varmadıkları bir hâlde,

-Dünyada Bedir Savaşında olduğu gibi

-Veya sonunda ölümün kendilerine inmesi gibi, azap ansızın onlara gelecektir.

 

54- يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ “Senden azabı hemen getirmeni istiyorlar.”

وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحِيطَةٌ بِالْكَافِرِينَ “Hâlbuki cehennem, şüphesiz kâfirleri kuşatmıştır.”

Azabın onlara geleceği gün, cehennem onları kuşatacaktır.

Veya bundan murat, cehennemi netice verecek küfür ve günahların şimdi onları kuşatmasıdır. Bunların onları kuşatması, cehennemin kuşatması gibidir.

“Cehennem onları kuşatmıştır” yerine “kâfirleri kuşatmıştır” denilmesi, cehennemin niçin onları kuşattığına delâlet içindir. Yani, küfür ve küfranları sebebiyle, cehennem onları ihata etmiştir.

Kâfirler” ifadesinin elif-lâmlı olması,

-Ya belirlilik ifade eder. Yani, cehennem, o belli kâfirleri kuşatmıştır.

-Veya cins ifade eder. Yani, cehennem bütün kâfirleri kuşatmıştır. Bu durumda, üstteki ayetlerde durumu anlatılan kâfirlerin diğer kâfirlerle bezeri akıbeti paylaşacakları anlaşılır, kâfirlere verilecek cezadan bunlara verilecek cezaya istidlalde bulunulur.

 

55- يَوْمَ يَغْشَاهُمُ الْعَذَابُ مِن فَوْقِهِمْ وَمِن تَحْتِ أَرْجُلِهِمْ “O günde azap,onları hem üstlerinden, hem ayaklarının altından bürür.”Yani, azap onları o günde her taraftan bürür.

وَيَقُولُ ذُوقُوا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “Onlara der: Tadın yaptıklarınızın cezasını!”

Bunu diyen ya Allahu Teâlâdır veya O’nun emriyle bir melektir.


[1>Yani, “biz sadece Allaha teslim olduk. Ama siz, kendi din adamlarınızı bir nevi rabler edindiniz. Onların emirlerini ilâhî birer hüküm gibi uyguladınız. 

[2> Yani, Hz. Peygamber faraza okuma-yazma bilseydi bu durum O’na gelen Kur’anın mu’cizeliğine, Allahtan gelmesine mâni olmazdı.

[3>Bkz. Enfal, 32.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
29. Ankebut
Gönderi tarihi: 15-04-2014
1,334 kez okundu
Block title
Block content