266. DERS (Ankebut Suresi, 36 - 44) Örümcek Ağına Sığınanlar

36- وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا “Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik).”

فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ “Dedi: Ey kavmim! Allah’a ibadet edin.”

وَارْجُوا الْيَوْمَ الْآخِرَ “Ve ahiret gününe ümit bağlayın.”Kendisinden sevap umduğunuz fiilleri yapın.“Ahiret gününe ümit bağlayın” denilmesinde neticenin sebep yerine konulması vardır.[1>Denildi ki: Buna “Ahiret gününden korkun” manası da verilebilir.

وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ “Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın!”

 

37- فَكَذَّبُوهُ “Ama onu yalanladılar.”

فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ “Bunun üzerine sarsıntı onları yakaladı.”

Ayet metninde geçen “racfe”, “şiddetli zelzele” anlamında olabileceği gibi, Hz. Cebrailin sayhası da olabilir. Çünkü kalpler o şiddetli sesle sarsılır.

فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ “Böylece yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.”

Ölü bir hâlde, dizleri üzerine çöküp kaldılar.

 

38- وَعَادًا وَثَمُودَ “Âd ve Semûd’u da.”

“Âd ve Semudu da zikret” veya “Âd ve Semudu da helak ettik” şeklinde takdir yapılabilir.

وَقَد تَّبَيَّنَ لَكُم مِّن مَّسَاكِنِهِمْ “Bu, oturdukları (harap olmuş) yerlerden size apaçık belli olmuştur.”Yani, onların meskenlerinden bir kısmı gözler önünde durmakta. Sizler, oradan geçerken bu meskenlere bakmak suretiyle onları helâk ettiğimizi görebilmektesiniz.

وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ “Şeytan, onlara amellerini süsledi.”

Şeytan, onların küfür ve isyanlarını kendilerine süslü kılmıştı.

فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ “Böylece onları doğru yoldan alıkoydu.”

Böylece onları peygamberlerin açıkladığı dosdoğru yoldan çevirmişti.

وَكَانُوا مُسْتَبْصِرِينَ “Hâlbuki onlar bakıp görebilecek durumdaydılar.”

Aslında bu kimseler tefekkür edebilecek, ibret alabilecek kapasitede idiler. Lakin böyle yapmadılar.Veya bunlar peygamberlerin haber vermesiyle azabın kendilerine geleceğini bilmekteydiler. Lakin inat ettiler, sonunda helâk oldular.

 

39- وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ “Kârûn’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da (helâkettik).”

Kârunun önce nazara verilmesi, nesebinin şerefi yönündendir.

وَلَقَدْ جَاءهُم مُّوسَى بِالْبَيِّنَاتِ “Andolsun, Mûsâ kendilerine apaçık mu’cizeler getirmişti.”

فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ “Ama onlar yeryüzünde büyüklük tasladılar.”

وَمَا كَانُوا سَابِقِينَ “Oysa bizi geçip (azabımızdan) kurtulamadılar.”

Onlar, kaçmakla azaptan kurtulamadılar. Bilakis Allahın emri onları buldu, cezalarını verdi.

 

40- فَكُلًّا أَخَذْنَا بِذَنبِهِ “Böylece onların her birini günahıyla yakaladık.”

Bahsi geçenlerin hepsini günahıyla yakalayıp cezalandırdık.

فَمِنْهُم مَّنْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِبًا “Onlardan kimine taş yağdırdık.”

Bunlardan bir kısmına kendisinde taş bulunan şiddetli bir fırtına gönderdik.

Veya kendilerine gökten taş yağdıran melek gönderdik. Lût kavminin helâki gibi.

وَمِنْهُم مَّنْ أَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُ “Kimini o korkunç ses yakaladı.”

Semud ve Medyen gibi.

وَمِنْهُم مَّنْ خَسَفْنَا بِهِ الْأَرْضَ “Kimini yerin dibine geçirdik.”

Karun gibi.

وَمِنْهُم مَّنْ أَغْرَقْنَا “Kimini suda boğduk.”

Nûh kavmi, Firavun ve kavmi gibi.

وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ “Allah, onlara zulmediyor değildi.”

Allah onlara suçsuz yere ceza veren zâlim kimse gibi muamele etmiş değildir. Çünkü böyle bir şey asla Allahın âdeti değildir.

وَلَكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ “Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.”

Lakin onlar kendilerini azaba maruz bırakarak, kendi nefislerine zulmediyorlardı.

 

41-“ مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاء كَمَثَلِ الْعَنكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا Allah’ın dışında dostlar edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğe sığınanlara benzer.”

Allahtan başka dostlar edinip onlara dayanan ve güvenenlerin hâli, örümceğin son derece zayıf ve gevşek evine sığınan kimselerin hâline benzer. Hatta onların dayandıkları ve güvendikleri, örümceğin evi kadar da onları koruyamaz, kendilerine bir fayda sağlamaz. Çünkü, örümceğin evinin bir hakikati ve bir şekilde faydası vardır, ama onların fayda umduklarının hiçbir faydası olmaz.

Veya şöyle de düşünülebilir: Allahtan başka dostlar edinenlerle, tek Allaha inanıp güvenenlerin hâli şöyledir: Onlar, örümceğin evine sığınan kimselere benzer. Tek Allaha inanıp güvenen ise, sağlam bir ev yapan kimse misalidir.

Ankebut, hem tek örümceği hem de birden fazla örümceği ifade eder. Ayrıca hem erkek, hem de dişi örümcek için kullanılır. Sonundaki “t” harfi “tağut” kelimesinin son harfindeki “t” harfi gibidir.

وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنكَبُوتِ “Evlerin en gevşeği ise şüphesiz örümceğin evidir.”

Sıcak ve soğuğu hissettirmede, onun evinden daha gevşeği, daha az koruyanı yoktur.

لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ “Keşke bilselerdi!”

Şayet ilme müracaat etseler, hâllerinin böyle olduğunu ve dinlerinin örümcek evinden daha zayıf olduğunu elbette bilirlerdi.

“Örümceğin evi” ile, onların dinlerinin murat edilmesi de caizdir. Dinlerinin böyle isimlendirilmesi, temsil için bir tahkîk olmasıdır. Mana şöyle olur: Dinde kendisine dayanılacak en gevşek şey, onların dinidir.

Ey Peygamber! Kâfirlere şöyle de:

 

42- إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ “Şüphesiz Allah, onların kendini bırakıp da ne tür şeylere taptıklarını biliyor.”Ayette, hem onların cehaletlerini ortaya koymak, hem de kendilerine bir vaîd vardır.

وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “O, Azîz’dir – Hakîm’dir.”Ayetin bu kısmı, üstte ifade edilen her iki mananın illetini beyan eder. Çünkü böyle her şeyi bilen, Azîz ve Hakîm olan bir Zâta, böyle aciz şeyleri şerik kılmak son derece akılsızlıktır.

Ayrıca, her şeye gücü yeten ve her şeye hükmeden, her şeyi ilmen kuşatan ve her fiilini mükemmel yapan bir Zâta nispetle, o cansız putlar sanki yok hükmündedir.

Keza, bu vasıflara sahip olan Zât, elbette onları cezalandırmaya da kâdirdir.

 

43- وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ “İşte bu temsilleri biz insanlar için getiriyoruz.”

Üstte anlatılan mesel ve benzerlerini biz insanların fehimlerine yaklaştırmak için getiriyoruz.

وَمَا يَعْقِلُهَا إِلَّا الْعَالِمُونَ “Onları ancak alimler anlarlar.”

Bunların güzelliğini ve faydasını, ancak eşya üzerinde gereği gibi düşünenler anlar.

Hz. Peygamber (asm) bu ayeti okur ve ardından şöyle buyurur: “Akıllı kimse Allahın anlattığını anlayıp da emredileni yapan ve Allahın gadabına maruz kalmaktan sakınan kimsedir.”

44- خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ “Allah gökleri ve yeri hak olarak yarattı.”

Allah, gökleri ve yeri hak gayelerle yarattı, bunlarla batıl bir şey kastetmedi. Çünkü bunların yaratılışından bizzat maksut olan, hayrı netice vermek ve ayetin devamında işaret edildiği üzere, Allahın Zât ve sıfatlarına delâlette bulunmaktır.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّلْمُؤْمِنِينَ “Şüphesiz bunda, mü’minler için bir ayet bulunmaktadır.”

Çünkü bunlardan faydalananlar onlardır.


[1>Yani, o günde iyi bir karşılık görmeyi ummak, ancak iyi işler yapmakla olur. Öyleyse, iyi işler yapmak suretiyle ahiret gününe ümitle bakın.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
29. Ankebut
Gönderi tarihi: 15-04-2014
1,117 kez okundu
Block title
Block content