264. DERS (Ankebut Suresi, 1 - 15) Cennet Ucuz Değil

1- الم “Elif, Lâm, Mîm.”

Bununla ilgili açıklama, Bakara sûresinin başında geçti.

 

2- أَحَسِبَ النَّاسُ أَن يُتْرَكُوا أَن يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ “İnsanlar, sadece

“âmenna” (iman ettik) demeleriyle imtihan edilmeden bırakılıvereceklerini mi sandılar?”

“Âmenna” demeleri yeterli olmayacak, Allah onları

-Hicret,

-Cihad,

-Şehveti terk etmek,

-Bir takım emirler,

-Nefis ve mallarına gelecek çeşitli musibetler gibi zor durumlarla imtihan edecektir. Böylece,

-Muhlis münafıktan,

-Dinde sebat eden kimse, dinde tereddüt gösterenden ayrılacak, imtihanın hakkını verip bu zorluklara sabredenler en yüksek derecelere ulaşacaklardır. Çünkü hâlis de olsa mücerret iman, azapta daimi kalmaktan kurtarmak dışında bir şeyi netice vermez.[1>

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre, sahabeden bazı kimseler müşriklerin eziyet etmesinden sızlanınca, bu ayet nazil oldu.

Denildi ki: Ammar Bin Yasir hakkında indi, Allah yolunda işkenceye maruz kalmıştı.

Denildi ki: Ayet, Hz. Ömerin kölesi Mihca münasebetiyle indi. Amir Bin Hadrami, Bedir savaşında ok ile onu şehit etmişti. Anne-babası ve hanımı, onun ölümü üzerine çok feryat edip sızlanınca, ayet nazil oldu.

 

3- وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ “Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihan ettik.”

Yani, bu bütün ümmetlerde devam edegelen kadim bir ilâhî kanundur. Dolayısıyla, bunun hilafının beklenmemesi gerekir.

فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ “Allah, sadık olanları mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.”Allahın onları bilmesinden murat, bu bilgiye göre sevaplarını ve cezalarını vermesidir. Bunun için ayetin manasında “Allah elbette onları birbirinden ayırt edecek, bulundukları hale göre karşılık verecektir” denilmiştir. Ayetin şu manalarına da dikkat çekilmiştir:

“Allah elbette onları diğer insanlara bildirecektir.”

“Allah elbette kıyamet gününde onları yüzlerinin beyazlığı ve siyahlığı gibi bazı alametlerle ortaya çıkaracaktır.”

 

4- أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ أَن يَسْبِقُونَا “Yoksa kötü ameller yapanlar, bizden kaçıp kurtulacaklarını mı sandılar?”Bundan murat, küfür ve günahlardır. Çünkü “yapmak” ifadesi hem kalbin hem de azaların fiillerini içine alır. İşte, o kötü işleri yapanlar bizden kaçıp kurtulacaklarını, o kötü işlerine ceza veremeyeceğimizi mi sanıyorlar?

سَاء مَا يَحْكُمُونَ “Ne kötü hükmediyorlar!”

 

5- مَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء اللَّهِ فَإِنَّ أَجَلَ اللَّهِ لَآتٍ “Her kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa bilsin ki, Allah’ın tayin ettiği o vakit elbette gelecektir.”

“Allaha kavuşmak”tan murat,

-Cennettir.

-Veya O’nun sevabına ulaşmaktır.

-Veya ölüm, yeniden diriltiliş, hesaba çekilmek ve amellerin karşılığının verilmesi şeklindeki akıbet kastedilmektedir.

Burada, efendisinden uzak kalmış bir kölenin durumu temsil olarak getirilmiştir. Efendisi, köle yanında değilken neler yaptığını bilmektedir.

Köle, huzuruna getirilince ya yaptığı işlerden razı olduğunu müjdeleyecek veya kötü işler yapmışsa öfkelenip cezalandıracaktır.

Şüphesiz, Allaha kavuşmak için belirlenen vakit mutlaka gelecektir. Kavuşma vakti gelince de, hiç şüphesiz kavuşma gerçekleşecektir. Öyleyse, Allaha kavuşmayı umanlar

-Emellerini tahakkuk ettirecek,

-Ümitlerini doğru çıkaracak,

-Veya Allaha yakınlığı ve rızayı gerektirecek şeyler yapsınlar,

وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ “O, Semi’ – Alîm’dir.”

O, kullarının sözlerini işitir, inanç ve fiillerini bilir.

 

6- وَمَن جَاهَدَ فَإِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِهِ “Cihad eden ancak kendisi için cihad etmiş olur.”

Her kim, tâatin zahmetine sabrederek ve şehevî şeylerden elini çekerek nefsiyle cihad etse, kendisi için etmiş demektir. Çünkü bunun faydası kendinedir.

إِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ “Şüphesiz Allah, âlemlerden müstağnidir.”

Allahın onların tâatine ihtiyacı yoktur. İnsanları mükellef kılması, sırf onlara bir rahmet ve faydalarına olan şeyi gözetmektir.

 

7- وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ “İman edip salih amel işleyenlerin kötülüklerini elbette örteceğiz.”Biz onların küfür seyyielerini imanla, günah seyyielerini ise günahın peşinden yaptıkları tâatler ile örteceğiz.

وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَحْسَنَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ “Ve onları işlediklerinin en güzeliyle mükâfatlandıracağız.”

Amellerinin karşılığının en güzeliyle onları mükafatlandıracağız.

 

8- وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًا “Biz insana, ana-babasına güzellik tavsiye ettik.”

“Güzel davranma”tan murat, güzel muamelede bulunmaktır.

Veya yapılması istenen muamele, güzelliğinin ziyade olması sebebiyle sanki zâtında güzeldir.

 “Tavsiye ettik” ifadesi, “emrettik” anlamında kullanılmıştır.[2>

وَإِن جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا “Şâyet onlar, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme.”

“Hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşmanı…” ifadesinde şöyle bir manayı hissettirmek vardır: Doğruluğu bilinmeyen bir şeye uymak caiz değildir. Nerde kaldı bâtıl olduğu bilinen bir şeye tâbi olunsun! Bu hususta onlara itaat etme. Çünkü “Halık’a isyan olan yerde, mahlûka itaat edilmez.”

إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ “Dönüşünüz ancak banadır.”Sizden iman eden de, şirke düşen de; anne – babasına iyilik yapan da, onlara zulmeden de Bana dönecektir.

فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “Ve ben yapmakta olduklarınızı size tek tek haber veririm.”

Yaptıklarınızın karşılığını vermek suretiyle, onları birer birer size haber veririm.

Sebeb-i Nüzûl

Ayet, Sa’d Bin Ebi Vakkas ve annesi hakkında indi. Annesi, Sa’dın Müslüman olduğunu işitince hep güneş altında bekleyeceğine, oğlu İslamdan dönmedikçe yiyip içmeyeceğine yemin etti. Bu şekilde üç gün kaldı.

Lokman ve Ahkaf sûresindeki ilgili ayetler de bu münasebetle nazil olmuştur.[3>

 

9- وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِي الصَّالِحِينَ “İman edip de salih amel işleyenler var ya, biz onları mutlaka salihlere dâhil edeceğiz.”

Salâhatte kemâl, mü’minlerin en üst dereceleridir. Allahın gönderdiği peygamberler de salihlerden olmayı Allahtan dilemişlerdir.[4>

Ayetin manası şöyle de olabilir: İman eden ve salih amel işleyenleri biz salihlerin girdiği cennete dâhil edeceğiz.

 

10- وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ “İnsanlardan öyleleri vardır ki, ‘Allah’a inandık’ der.”

فَإِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ “Ama Allah uğrunda bir ezaya uğratılınca, insanların fitnesini Allah’ın azabı gibi tutar.”

“İnsanların fitnesi”, dinden dönmesi için işkence yapmaları gibi durumlardır.

İşte bazı kimseler, imandan dönmesi için insanlardan kendisine isabet eden eziyeti, küfre dönse Allahın vereceği azap gibi tutar.

وَلَئِن جَاء نَصْرٌ مِّن رَّبِّكَ لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ “Andolsun, Rabbinden bir yardım gelecek olsa mutlaka, “Biz de sizinle beraberdik” der.”Rabbinden bir zafer ve ganimet geldiğinde, “biz de dinde sizinleyiz, ganimete bizi de ortak edin” derler.

Burada bahsi geçenler münafıklardır veya müşriklerin ezasını görünce dinden dönmüş bazı imanı zayıf kimselerdir. Ayetin devamı, birinci manayı teyid ile şöyle der:

 أَوَلَيْسَ اللَّهُ بِأَعْلَمَ بِمَا فِي صُدُورِ الْعَالَمِينَ “Allah, herkesin kalbinde olanı en iyi bilen değil midir?”Allah elbette, insanların kalplerinde olan ihlâsı ve nifakı en iyi bilendir.

 

11- وَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِقِينَ “Allah, elbette iman edenleri bilir ve elbette münafıkları da bilir.”Allah elbette kalpleriyle samimi iman edenleri de, münafıkları da bilir, her iki grubun amellerinin karşılığını verir.

 

12- وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا اتَّبِعُوا سَبِيلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْ “İnkâr edenler iman edenlere, “Yolumuza uyun da sizin hatalarınızı yüklenelim” derler.”

“Siz de din hususunda bizim gittiğimiz yoldan gidin, şayet bu yol hata ise veya gerçekten öldükten sonra diriltilme ve hesaba çekilme varsa, biz sizin hatalarınızı yüklenelim.”

وَمَا هُم بِحَامِلِينَ مِنْ خَطَايَاهُم مِّن شَيْءٍ “Hâlbuki onların hatalarından hiçbir şey yüklenecek değillerdir.”

إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ “Şüphesiz onlar kesinlikle yalancılardır.”

 

13- وَلَيَحْمِلُنَّ أَثْقَالَهُمْ وَأَثْقَالًا مَّعَ أَثْقَالِهِمْ “Andolsun, onlar mutlaka kendi yüklerini ve kendi yükleriyle beraber nice ağır yükleri yükleneceklerdir.”

Gerçek şu ki, kendi yaptıkları hataların ağırlıklarını yüklenecekler. Ayrıca,

-Yoldan saptırma,

-Günaha teşvik ile saptırdıkları kimselerin günah ağırlıklarını da yüklenecekler. Ama, onların diğerlerinin günahlarını yüklenmesi, onlara uyan kimselerin günahlarından bir şey eksiltmeyecek.

وَلَيُسْأَلُنَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ “Uydurmakta oldukları şeylerden de kıyamet günü şüphesiz sorguya çekileceklerdir.”

Kıyamet günü de kendisiyle yoldan saptırdıkları batıl şeylerden tek tek suale çekilecekler. Bu suale çekilme, durumlarını öğrenmek için olmayıp onların başına vurmak ve susturmak için olacaktır.

 

14- وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ “Andolsun, biz Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik.”

فَلَبِثَ فِيهِمْ أَلْفَ سَنَةٍ إِلَّا خَمْسِينَ عَامًا “O da elli yıl müstesna, bin sene onların arasında kaldı.

Burada nazara verilen 950 sene, peygamberlik sonrasını içine alır. Rivayete göre kırk yaşında peygamber olarak gönderildi. Kavmini 950 sene boyunca Allahın dinine çağırdı. Tufandan sonra da atmış sene yaşadı.Ayette “dokuzyüz elli sene” “elli yıl müstesna, bin sene” şeklinde ifade edilmiştir. Böyle bir ibarenin seçilmesi, bu adedin takrîbî olmayıp tam olduğunu ifade etmek için olabilir. Çünkü “950 sene” bazan buna yakın bir zamanı ifadede kullanılabilir.Öte yandan “bin” kelimesi, muhataba çok uzun bir müddeti hayal ettirir. Bunun nazara verilmesi, Hz. Peygambere bir tesellidir ve kâfirlerden maruz kaldığı zorluklara mukabil kendisine sebat kazandırmaktır.

Aynı anlama gelen “sene ve yıl” ifadelerinin kullanılması, edebî yönden çirkin sayılan tekrardan sakınmak içindir.

فَأَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ “Neticede onlar zalim oldukları halde tûfan kendilerini yakalayıverdi.”Onlar, küfre girmekle zâlim idiler.

 

15- فَأَنجَيْنَاهُ وَأَصْحَابَ السَّفِينَةِ “Ama biz onu ve gemidekileri kurtardık.”

Böylece Nûh’u ve Onunla beraber gemiye binen evlat ve etbaını kurtardık. Bunlar, seksen kişi idiler.Ayrıca “yetmiş sekiz” ve “on kişi” şeklinde rivayet de vardır.

وَجَعَلْنَاهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ “Ve bunu âlemlere bir ayet yaptık.”

Gemiyi, veya bu olayı âlemlere bir ibret yaptık. Onunla öğüt alırlar, istidlâlde bulunurlar.


[1> Yani, iman etmiş ama salih amelle bunu desteklememiş, maruz kaldığı imtihanlarda imtihanın gereğini yapamamış kimse bu haliyle yüksek derecelere ulaşamaz. İmanında samimi olduğunda, bu azıcık iman onu cehennem ateşinde daimî kalmaktan kurtarır, ama bir miktar ateşte ceza görmesine engel olamaz.

[2> Mesela “rica etmek” ifadesi üstten alta söylendiğinde “emretmek” manası taşır.

[3> Bkz. Lokman,14-15 ve Ahkaf, 15

[4> Mesela bkz. Yusuf, 101; Şuara, 83; Neml, 19.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
29. Ankebut
Gönderi tarihi: 15-04-2014
1,690 kez okundu
Block title
Block content