61- أَفَمَن وَعَدْنَاهُ وَعْدًا حَسَنًا فَهُوَ لَاقِيهِ كَمَن مَّتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنَ الْمُحْضَرِينَ “Kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz ve o vaad edilen şeye kavuşacak olan kimse, dünya hayatının menfaatlerinden yararlandırdığımız, sonra da kıyamet günü (hesaba çekilmek için) huzura getirilecek kimse gibi midir?”
Güzel vaadden murat, cennettir. Çünkü vaadin güzelliği, vaad edilenin güzelliğiyledir.
Allah vaadinde hulfetmiyeceği için o kimse bu vaad edilen cennete hiç şüphe yok kavuşacaktır. Bunun katiliğini ifade için atıf, sebebiyet manası veren فَ “fe” ile yapılmıştır.
Dünya hayatının menfaatleri,
-Elemlerle karışık,
-Yorgunluklarla bulanık,
-Geçici olması sebebiyle, sonu hep pişmanlıktır.
Dünyada keyfine göre yaşayan bu kimse, sonra kıyamet günü hesaba çekilmek veya azaba sevkedilmek için kayıtlı– kelepçeli olarak huzurumuza getirilecektir.Bu ayet, önceki ayetin bir neticesi gibi olduğundan فَ “fe” ile ona atfedilmiştir.[1>
62- وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنتُمْ تَزْعُمُونَ “O gün (Allah) onlara nida ile ‘Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz hani nerede?’ diyecektir.”Bu ayet, bir önceki ayette geçen “kıyamet günü” ifadesine atfedilmiştir.
Veya “şu günü hatırla” tarzında yeni bir cümledir.
63- قَالَ الَّذِينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ “Haklarında azap hükmü gerçekleşenler şöyle dediler.’’[2>
Bundan murat, “Rabbinin, ‘Andolsun ki cinlerden ve insanlardan cehennemi dolduracağım’ sözü tamam oldu.” (Hûd, 119) ayetinde ve vaîd ayetlerinde anlatılan durumdur. Bu sözün muktezası sabit olmuş, gereği meydana gelmiştir.
رَبَّنَا هَؤُلَاء الَّذِينَ أَغْوَيْنَا “Ey Rabbimiz! İşte şunlar bizim azdırdıklarımızdır.”
أَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَا “Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık.”
تَبَرَّأْنَا إِلَيْكَ “Onların suçlarından beri olduğumuzu sana arzederiz.”
مَا كَانُوا إِيَّانَا يَعْبُدُونَ “Onlar bize tapmıyorlardı.”
Onlar bize tapmıyorlardı, ancak kendi hevâ’larına ibadet ediyorlardı.
64- وَقِيلَ ادْعُوا شُرَكَاءكُمْ “Onlara, “Haydi şeriklerinizi çağırın!”denildi.’’[3>
فَدَعَوْهُمْ “Onlar da çağırdılar.”
فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ “Fakat şerikleri onlara cevap vermedi.”
Onlar, şaşkınlık içinde şerik kabul ettiklerini çağırırlar. Ama o şerikler, icabetten ve yardım etmekten aczleri dolayısıyla cevap veremezler.
يَسْتَجِيبُوا لَهُمْ “Ve azabı gördüler.”
وَرَأَوُا الْعَذَابَ لَوْ أَنَّهُمْ كَانُوا يَهْتَدُونَ “Keşke onlar doğru yola gelselerdi.”
Azabı gördüklerinde “ah keşke hidayet üzere olsaydık” diye temenni ederler.
Veya “ne olurdu, dünyada iken doğru yol üzere olsalardı!”
Veya “ah, şu azabı def etmeye bir yol bulsalardı…”
65- وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ مَاذَا أَجَبْتُمُ الْمُرْسَلِينَ “O gün Allah onlara seslenip “Peygamberlere ne cevap verdiniz?” der.”Bu, üstteki altmış ikinci ayete atfedilmiştir. Allahu Teâlâ önce kendisine şirk koşulmasından sormuş, sonra da peygamberleri yalanlamalarını sorgulamıştır.
66- فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْأَنبَاء يَوْمَئِذٍ “O gün onlara karşı bütün haberler kapanmıştır.”
O gün haberler kendilerine kör gibi olmuştur, o haberler onlara bir türlü ulaşamaz. Bununla, “onlar bütün haberlere karşı kör oldular, kendilerine hiçbir yerden haber gelmedi” manası kastedilmiştir. Lakin onların çaresizliğini daha kuvvetli anlatmak için böyle ifade edilmiştir. Bunda şöyle bir delâlet de vardır:
Zihin, böyle meselelerde ancak hariçten gelenlerle işlem yapar. Hariçten bir haber olmayınca, zihin onunla alakalı bir fonksiyon icra edemez.
“Haberlerden” murat, Peygamberlere verdikleri cevaplardır veya hem onu hem de diğerlerini içine alan haberlerdir.
Peygamberler bile böyle dehşetli bir günün hesabında cevap verirken zorlanıp durumu Allahın ilmine havale ederlerken, ümmetlerinden olup da dalalette gidenlerin hâli nice olur, kıyas edebilirsin!
فَهُمْ لَا يَتَسَاءلُونَ “Artık birbirlerine de soramazlar.”
Hem durumun dehşetinden, hem de onların da kendileri gibi aciz olduklarını bildiklerinden birbirlerine de cevabı soramazlar.
67- فَأَمَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَعَسَى أَن يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِحِينَ “Artık kim tevbe ederek, iman edip iyi işler yaparsa, ümit edilir ki o, kurtuluşa erenlerdendir.”
Ama her kim şirkten dönse, iman ve salih ameli cem etse, felaha erer.
“Ümit edilir ki” ifadesi Allaha nisbet edildiğinde katiyet bildirir. Böyle bir üslûb, büyük zâtların âdet edindikleri bir ifade tarzıdır.
“Ümid edilir ki” ifadesi tevbe edene nisbet edildiğinde ise gerçek anlamında kullanılmış olur. Tevbe eden kimse, felah bulmayı ümit eder bir hâlde olmalıdır.
68- وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَاء وَيَخْتَارُ “Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer.”Allahın herhangi bir şeyi yapmasını zorunlu kılacak bir güç olmadığı gibi, yaptığını engelleyecek bir şey de yoktur.
مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ “Onların seçim hakkı yoktur.”
Ayetin zahiri, insanlardan irade kuvvetini tamamen nefyetmektedir. Tahkik edildiğinde de durumun böyle olduğu anlaşılır. Çünkü kulların iradesi, Allahın tercihiyle yaratılmış olup bir kısım sebeplere bağlıdır. İnsanların ise, bu sebeplerde bir iradesi söz konusu değildir.[4>
Denildi ki: Ayetten murat, mahlûkattan hiçbirinin Allaha “şu şöyle olsun” diye bir dayatması olamadığını bildirmektir. Ayetin “Bu Kur’an, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!” (Zuhruf, 31) demeleri üzerine indiği rivayeti de bu manayı te’yid eder.
Denildi ki: Ayetin bu kısmı, öncekinin devamı olup, buradaki “Ma” edatı nefiy için değil, mevsul olarak gelmiştir. Yani, “Allah her ne dilerse yaratır ve her ne şey onlar için daha hayırlı ise onu seçer.”
سُبْحَانَ اللَّهِ “Allah, münezzehtir.”Bu ifade, Allahı tenzihtir. Hiç kimse yaratmada O’na hissedar olamaz, O’na müdahale edemez. Hiçbir irade, O’nun seçimine karışamaz.
وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ “Ve onların ortak koştuklarından şanı yücedir.”
Allah, onların şerik kılmasından veya şerik kıldıkları şeylerle beraber olmaktan yücedir.
69- وَرَبُّكَ يَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ “Rabbin, onların sinelerinde gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.”Senin Rabbin, peygambere düşmanlık ve kin gibi onların içinden geçenleri bilir. Onu tenkid etmek gibi açığa vurduklarını da bilir.
70- وَهُوَ اللَّهُ “O, Allah’tır.”O, ibadete layık olan Allahtır.
لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ “O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.”
İbadete, O’ndan başka layık olan yoktur.
لَهُ الْحَمْدُ فِي الْأُولَى وَالْآخِرَةِ “Başta da sonda da hamd O’na mahsustur.”
Çünkü hem şimdiki, hem de ilerde gelecek olan nimetlerin sahibi O’dur. Mü’minler dünyada O’nun nimetlerine hamdettikleri gibi, lütfundan dolayı sevinerek ve hamdetmekten lezzet alarak, ahirette de “Bizden üzüntüyü gideren Allah’a hamdolsun.” (Fatır, 34) ve “O Allaha hamdolsun ki bize olan vaadini gerçekleştirdi ve bizi arza varis kıldı. Cennette istediğimiz yerde oturuyoruz.” (Zümer, 74) ifadeleriyle yine hamd edeceklerdir.
وَلَهُ الْحُكْمُ “Hüküm yalnızca O’nundur.”Her şeyde nâfiz olan hüküm O’nundur.
وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “Ve siz O’na döndürüleceksiniz.”
Öldükten sonra diriltilerek O’na döndürüleceksiniz.
71- قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ اللَّيْلَ سَرْمَدًا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُم بِضِيَاء “De ki: Haber verin bakayım, eğer Allah üzerinizde geceyi tâ kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka size bir ziya getirecek ilah kimdir?”Allah güneşi yerin altında tutarak veya kaybolduğu ufuk etrafında hareket ettirerek kıyamete kadar daimî gece yapsa, size kim bir ziya getirir?“Allahtan başka ilah” ifadesi onların zannına göre kullanılmıştır. Çünkü onlar O’ndan başka ilah olduğunu iddia ediyorlardı.
أَفَلَا تَسْمَعُونَ “Hâlâ işitmez misiniz?”Düşünerek ve basiretle işitmez misiniz?
72- قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُم بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ فِيهِ “De ki: Haber verin bakayım, eğer Allah üzerinizde gündüzü ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka size istirahat edeceğiniz bir geceyi getirecek ilah kimdir?”
أَفَلَا تُبْصِرُونَ “Hâlâ görmez misiniz?”Allah güneşi semanın ortasında tutarak veya ufkun üzerindeki yörüngesinde hareket ettirerek kıyamet gününe kadar daima gündüz yapsa meşguliyet yorgunluklarından dinlenmeniz için Allahtan başka hangi ilah size geceyi getirir?
Ayette önce “kim size bir ziya getirir?” denildi. Burada ise sadece “kim size bir gece getirir?” denilmek yerine “istirahat edeceğiniz bir gece” denildi. Bunda şöyle bir incelik vardır: Çünkü ziya zâtında bir nimettir, bizâhiti istenilir. Ama gece öyle değildir.
Keza, ziyanın faydaları, gecenin faydalarından daha çoktur. Bundan dolayı ziya nimetinden bahsedildikten sonra “Hâlâ işitmez misiniz?” denildi. Gece nimetinden sonra ise, “Hâlâ görmez misiniz?” denildi. Çünkü aklın işitmekten olan istifadesi, görmekten gelen istifadesinden daha fazladır.
73- وَمِن رَّحْمَتِهِ جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ “Rahmetinden dolayı, Allah geceyi ve gündüzü hem dinlenmeniz hem de O’nun lütfundan rızkınızı aramanız için var etti.”İnsan, gecede istirahat eder, gündüzde ise çeşitli işler yapar.
وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ “Ve ola ki şükredersiniz.”
Allahın size bunları vermesi, bu husustaki ilâhî nimetleri bilip onlara şükretmeniz içindir.
74- وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنتُمْ تَزْعُمُونَ “O gün Allah onları çağırarak, “Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz, hani nerede?” diyecektir.”
Bu ibare, altmış ikinci ayette de geçmişti. Burada tekrarı, onların şirklerini tekrar be tekrar başlarına vurarak en ziyade Allahın gadabını celbeden şeyin O’na ortak koşmak olduğunu hissettirmektir.
Veya birinci ibare onların görüşlerinin bozukluğunu anlatmak, ikincisi ise bu görüşün bir senede dayanmayıp ancak bir arzu ve hevâ’dan çıktığını beyan etmektir.
75- وَنَزَعْنَا مِن كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا “Her ümmetten bir şahit çıkarırız.”
Her ümmetten çıkarılacak şâhit, o ümmete gönderilen peygamberdir. Peygamber, onların ne hâlde bulunduklarına şehâdet eder.
فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ “Ve (kâfirlere) “Kesin delilinizi getirin” deriz.”
Bulunduğunuz dininizin sıhhatine dair delilinizi getirin bakalım.
فَعَلِمُوا أَنَّ الْحَقَّ لِلَّهِ “Onlar da gerçeğin Allah’a ait olduğunu bilirler.”
O zaman ulûhiyette hakkın sadece Allaha ait olduğunu, hiçbir şeyin O’na şerik olmadığını bilirler.
وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ “Ve uydurdukları şeyler kaybolup gitmişlerdir.”
Ve Allaha şerik olarak uydurdukları batıl ilahların hepsi onlardan kaybolup gider.
[1> Önceki ayette dünya hayatının gelip geçiciliği, ahiret sevabının ise daha hayırlı ve daimi olduğu anlatılmıştı. İşte, durum böyle olunca, ilerde kendisine cennet verilecek olan kimse, elbette ve elbette şu dünya hayatında refah içinde yaşamakla beraber diğer âlemde azap görecek olan kimseye kıyas edilemez. Bu kimse şu hayatta çileler çekse bile, madem önünde daimi bir mükâfat, bitmez bir saadet var, o çileleri hoş karşılamalıdır.
[2> Öyle anlaşılıyor ki, bu ilâhî hitap, insanlardan ve ruhanî varlıklardan putlaş tırılanlara yapılacaktır. Her ne kadar bu açıktan ifade edilmemiş olsa da, ayetin devamından böyle olduğu görülmektedir.
[3> Buradaki hitap ise, bazı insanları ve ruhanî varlıkları putlaştırılanlaradır.
[4>Bu ifadeler, insanın fiillerinde tamamen kaderin mahkûmu olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. İnsan, var olup olmama, cinsiyet, huy, saçının rengi gibi şeyleri seçemez, ama kendi yaptığı fiillerde tercih hakkına sahiptir. Yürümeyi yaratan Allahu Teâlâdır, ama camiye veya meyhaneye gitmeyi isteyen insanın iradesidir.