29- فَلَمَّا قَضَى مُوسَىالْأَجَلَ وَسَارَ بِأَهْلِهِ آنَسَ مِن جَانِبِ الطُّورِ نَارًا “Musa, süreyi doldurup ehliyle yola çıkınca, Tûr tarafından bir ateş gördü.”Rivayete göre Hz. Musa, iki müddetten uzun olanı miktarı (on seneyi) tamamladı. Sonra bir on yıl daha Medyende Hz. Şuaybın yanında kaldı, sonra dönmeye niyetlendi, hanımıyla beraber yola çıktı.
قَالَ لِأَهْلِهِ امْكُثُوا “Ehline dedi: (Burada) bekleyin.”
إِنِّي آنَسْتُ نَارًا “Ben bir ateş gördüm.”
لَّعَلِّي آتِيكُم مِّنْهَا بِخَبَرٍ أَوْ جَذْوَةٍ مِنَ النَّارِ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ “Ola ki oradan size bir haber, yahut ısınmanız için o ateşten bir parça getiririm.”
30- فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِي مِن شَاطِئِ الْوَادِي الْأَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ أَن يَا مُوسَى إِنِّي أَنَا اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ “Oraya varınca, o mübarek yerdeki vâdinin sağ kıyısından, ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: “Ey Musa! Bil ki ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’ım.”Burada lafızlar Taha ve Neml sûresinde geçenlerden biraz farklı olsa da, maksad yönüyle aynısıdır.
31- وَأَنْ أَلْقِ عَصَاكَ “Ve “Asânı at!” (denildi).”
فَلَمَّا رَآهَا تَهْتَزُّ كَأَنَّهَا جَانٌّ وَلَّى مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْ “Musa (attığı) asâyı yılan gibi hareketli görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı.”
يَا مُوسَى أَقْبِلْ وَلَا تَخَفْ “Ey Musa! Beri gel, korkma.”
إِنَّكَ مِنَ الْآمِنِينَ “Çünkü sen emniyette olanlardansın.”
Sen korkulan şeylerden emniyet içinde olanlardansın. “Çünkü benim huzurumda peygamberler korkmaz.” (Neml, 10)
32- اسْلُكْ يَدَكَ فِي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاء مِنْ غَيْرِ سُوءٍ “Elini koynuna sok,
(alaca hastalığı gibi) bir hastalık sebebiyle olmaksızın bembeyaz bir hâlde çıksın.”
وَاضْمُمْ إِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ “Korkudan açılan kolunu kendine çek
(toparlan).”Korkan ve ürperen biri gibi, yılandan sakınmak için açtığın kollarını kendine çek. Sağ elini sol pazuna, sol elini de sağ pazuna koy. Veya onları koynuna koy.
Bu son manaya göre, bu hareket başka bir maksat için yapılmış olur. Bu da, düşman karşısında cüretini ortaya koymak ve bir mu’cize zuhuru için bir başlangıç olur.
Nasıl ki kuş korktuğunda kanatlarını açar, ama güvende olduğunda ve sükûnet hâlinde kanatlarını kapatır. Onun gibi, ayet istiare üslûbuyla asanın yılana dönüşmesi esnasında heyecana kapılmamak ve sebat göstermek manasını emrediyor olabilir.
Yani, Sana korku arız olduğunda heyecana kapılmamak ve kendini kontrol edebilmek için böyle yap.
فَذَانِكَ بُرْهَانَانِ مِن رَّبِّكَ إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ “İşte bu ikisi, Firavun ve ileri gelen adamlarına karşı Rabbin tarafından sana verilen iki delildir.”
إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ “Çünkü onlar fasık bir kavimdirler.”
33- قَالَ رَبِّ إِنِّي قَتَلْتُ مِنْهُمْ نَفْسًا “Musa dedi: Rabbim! Ben onlardan birini öldürmüştüm.”
فَأَخَافُ أَن يَقْتُلُونِ “Dolayısıyla beni öldürmelerinden korkarım.”
34- وَأَخِي هَارُونُ هُوَ أَفْصَحُ مِنِّي لِسَانًا “Kardeşim Hârûn lisanca benden daha fasihtir.”
فَأَرْسِلْهُ مَعِيَ رِدْءًا يُصَدِّقُنِي “Onu da benimle birlikte, beni tasdik eden bir yardımcı olarak gönder.”
Onun tasdiki,
-Hakkı ortaya çıkarsın.
-Başkalarına delil olsun.
-Şüpheleri ortadan kaldırsın.
إِنِّي أَخَافُ أَن يُكَذِّبُونِ “Çünkü ben, onların beni yalanlamalarından korkuyorum.”
Dilim ise münazara esnasında bana tam yardımcı olmaz.[1>
Denildi ki, Hz. Musa’nın kardeşi Harun için “Beni tasdik etsin” demesinden maksadı kavminin tasdik etmesidir. Hz. Harun da yaptığı anlatımlar ve açıklamalarla O’na yardımcı olacaktır. Burada, fiilin sebebe isnadı vardır.[2>
35- قَالَ سَنَشُدُّ عَضُدَكَ بِأَخِيكَ “Allah dedi: Kardeşinle pazunu güçlen direceğiz.”
“Kardeşinle pazunu güçlendireceğiz” ifadesinden murat, “Onunla Seni takviye edeceğiz” anlamındadır. Çünkü iş yaparken şahsın kuvveti elinin kuvvetine göredir. Bundan dolayı kişinin kuvveti elinin kuvvetiyle anlatılır ve şiddeti de pazusunun şiddetiyle ifade edilir.
وَنَجْعَلُ لَكُمَا سُلْطَانًا “Ve size bir kudret vereceğiz.”
فَلَا يَصِلُونَ إِلَيْكُمَا بِآيَاتِنَا “Ayetlerimizle, onlar size erişemeyecekler.”
Size öyle bir galebe veya delil vereceğiz ki, onlar istila veya delil getirmek suretiyle size erişemeyecekler.
“Ayetlerimizle” ifadesi şu manaları ifade edebilir:
“Ayetlerimizle gidin!”
“Sizi, ayetlerimizle onlara galip kılacağız.”
“Ayetlerimizden dolayı size erişemeyecekler.”
“Ayetlerimize yemin ederim, onlar size erişemeyecekler.”
“Siz ikiniz ve size tâbi olanlar ayetlerimizle onlara galip geleceksiniz”
أَنتُمَا وَمَنِ اتَّبَعَكُمَا الْغَالِبُونَ “Siz ve size tabi olanlar galip geleceksiniz.”
36- فَلَمَّا جَاءهُم مُّوسَى بِآيَاتِنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّفْتَرًى “Musa onlara apaçık âyetlerimizi getirince şöyle dediler: Bu, olsa olsa uydurulmuş bir sihirdir.”“Bu, misli daha önce görülmemiş bir sihirdir” dediler.Veya bundan murat şudur: “Bu, Senin yaptığın bir sihirdir. Ama iftira ile Allaha nisbet ediyorsun!”Veya “bu da diğer sihir nevileri gibi iftira ile nitelenen bir sihirdir.”
وَمَا سَمِعْنَا بِهَذَا فِي آبَائِنَا الْأَوَّلِينَ “Biz önceki atalarımızdan bunu işitmemiştik.”
“Bunu” ifadeleriyle işaret ettikleri
-“Bu sihri”
-Veya “bu nübüvveti” manası olabilir.
37- وَقَالَ مُوسَى رَبِّي أَعْلَمُ بِمَن جَاء بِالْهُدَى مِنْ عِندِهِ وَمَن تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِ “Musa şöyle dedi: Kendi katından kimin hidayet getirdiğini ve güzel akıbetin kime nasip olacağını Rabbim en iyi bilendir.”
Böyle olunca benim hak yolda, sizin de batıl yolda olduğunuzu bilir.
“Onlar şöyle dedi”, “Musa da böyle dedi…” şeklinde anlatılması, her iki tarafa nazar eden kimsenin, onların aralarında mukayesede bulunabilmesi ve böylece o ikisinden doğru olanı fasid olandan ayırabilmesi içindir.Ayet metnindeki “Akıbetü’d-dâr”dan murat “güzel akıbet”tir. Çünkü dâr’dan murat dünyadır, onun aslî akıbeti ise cennettir. Zira, dünya ahirete bir geçiş yeri olarak yaratılmıştır. Dünyadan bizzat maksut olan sevaptır. Ceza ise ancak arızî bir durumdur.[3>
إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ “Doğrusu zalimler felah bulmazlar.”
Zalim olanlar ne dünyada hidayeti ne de ahirette güzel akıbeti elde edemezler.
38- وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ مَا عَلِمْتُ لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرِي “Firavun dedi: “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim.”
Ayette Firavunun “Sizin için benden başka ilah yok” demek yerine “Sizin için benden başka bir ilah bilmedim” demesi, bu konuda kesin bir kanaate varmadığına işaret eder. Bundan dolayı, ayetin devamında yüksek bir kule yapılmasını emretmesi nazara verildi. Bu kuleye çıkıp, semada bir ilah olup olmadığına bakacaktır.
فَأَوْقِدْ لِي يَا هَامَانُ عَلَى الطِّينِ “Benim için bir ateş yakıp tuğla pişir EyHâmân!”
فَاجْعَل لِّي صَرْحًا “Sonra da bana bir kule yap!”
لَّعَلِّي أَطَّلِعُ إِلَى إِلَهِ مُوسَى “Belki Mûsâ’nın ilâhına çıkar bakarım(!)”
وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ مِنَ الْكَاذِبِينَ “Ben onun mutlaka yalancılardan olduğunu sanıyorum.”
Sanki Firavun şöyle bir tevehhüm içindeydi: Şayet başka bir ilah varsa semada bir cisim olur, ona da yüksek bina ile ulaşılabilir.
Veya Firavunun bundan maksadı kendisine bir rasathane kurulması olabilir. Bu rasathane ile yıldızların durumlarını rasat edecek ve onlarda bir peygamberin gönderilmesine veya yeni bir devletin zuhuruna delâlet eden bir şey olup olmadığına bakacaktır.
Denildi ki: Firavunun “Sizin için benden başka bir ilah bilmedim” demesi, “De ki: ‘Siz Allah’a göklerde ve yerde O’nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?” (Yunus, 18) ayetinde olduğu gibi ilmin nefyiyle malumun nefyidir, yani başka bir ilahın olmadığını bildirmektir. Çünkü bundan murat, “onlarda olmayan bir şeyi mi Allaha haber vereceksiniz” demektir. Bu, fiille ilgili ilimlerin özelliklerindendir. Çünkü eşyanın tahakkuku için bilinmeleri şarttır. Böyle olunca, bunlarla ilgili bilgi yoksa kendileri de yok demektir. Ama infialî ilimler böyle değillerdir.[4>Denildi ki: Kiremit işini ilk defa uygulayan Firavundur. Bundan dolayı Haman’a “benim için bir ateş yakıp tuğla pişir” derken, bu sanatı öğretir bir üslupla emir verdi. Bunu söylerken de kendini büyük gösterir şekilde ifade etti. Önce yapacağı işin bir kısmını söyledi, ardından da söz ortasında ismiyle nida etti.
39- وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ “O ve ordusu, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar.”
وَظَنُّوا أَنَّهُمْ إِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ “Ve bize döndürülmeyeceklerini sandılar.”
Öldükten sonra huzurumuza getirilmeyeceklerini zannettiler.
40- فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ “Biz de onu ve ordusunu yakaladık, onları denize attık.”
Bunun beyanı daha önce geçmişti. Ayetin üslûbunda bu cezayı verenin azamet ve tazimi, ceza verilenlerin de tahkiri vardır. Sanki, sayıları çok olmasına rağmen hepsini avucuna alıp denize atıvermiştir. Benzeri bir üslûbu şu ayette görürüz:
“Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Hâlbuki yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O’nun kabzasındadır. Gökler de O’nun sağ eliyle dürülmüştür.” (Zümer, 67)
فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَ “Zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bak!”
Ey peygamber! O zâlimlerin akıbetine bak ve kavmini benzeri bir akıbetten sakındır.
41- وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ “Onları ateşe çağıran öncüler kıldık.”
Biz onları, insanları yoldan çıkarmaya sevketmeleriyle dalaletin önderleri yaptık.
Denildi ki: “Rahmân’ın kulları olan melekleri de dişi saydılar.” (Zuhruf, 19) ayetinde kullanıldığı tarzda, “ceale” fiili “isim vermek” anlamında da kullanılır. Böyle olunca “onları ateşe çağıran öncüler kıldık” ayeti “onları ateşe çağıran öncüler olarak isimlendirdik” manasını ifade eder.[5>
وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ لَا يُنصَرُونَ “Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.”Kıyamet gününde azabın kendilerinden kaldırılması şeklinde bir yardım da görmeyeceklerdir.
42- وَأَتْبَعْنَاهُمْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً “Bu dünyada arkalarına lanet taktık.”
Lanet, Allahın rahmetinden uzak kılmaktır. Bu lanet, Allah tarafından olabileceği gibi melekler ve mü’minler tarafından da olabilir.
وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ هُم مِّنَ الْمَقْبُوحِينَ “Ve onlar, kıyamet gününde de çirkin hale getirilenlerdendir.”Kıyamet günü de onlar tardedilenlerden veya yüzü çirkin kılınanlardan olacaklardır.
[1> Hz. Musa konuşmada zorluk çekiyordu. Bkz. (Şuara, 13)
[2>Yani Hz. Harun’un O’nu tasdik etmesi Hz. Musa’nın risalet görevine yardım cı olacak ve kavminin kendisini tasdik etmesine sebebiyet verecektir.
[3> Mesela, okullar insanların yetişmesi için açılır. Ama orada bozulanlar, sınıfta kalanlar da olur. Ama bu ikinci durum bizzat maksut olmayıp arızî bir neticedir.
[4>Yani, bizim fiilimizle meydana gelen şeylerde bilgimiz onların varlığını belirleyicidir. Mesela, bir ev bina etmişsek onun varlığını biliriz. Bizim bilmemiz, aynı zamanda onun var olması demektir. Ama fiil sahamıza girmeyen hususlarda bilgimiz gerçekle tam örtüşmeyebilir. Faraza, Kaf Dağı diye bir dağın varlığını bilmemiz onun varlığını gerektirmez. Veya bazılarının Ağrı Dağının varlığını bilmemeleri onun yokluğu anlamına gelmez. Allahu Teâlânın ilmi her şeyi kuşatmış olduğundan Onun bilgisi haricinde bir şey tasavvur edilemez. Böyle olunca “Allahın varlığını bilmediği bir şey” ifadesi, “olmayan bir şey” anlamına gelir. Yani, siz göklerde ve yerde olmayan bir şeyi mi O’na haber vereceksiniz?
[5> Bu, Mu’tezilenin görüşüdür. Allahın onları böyle kılması, zahirine göre yanlış anlaşılabileceğinden böyle bir te’vile gittiler. Zaten Mu’tezile “insanlar kendi fiillerinin yaratıcısıdır” görüşünü esas almıştır.