15- وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ عِلْمًا “Andolsun ki biz Davud’a ve Süleyman’a bir ilim verdik.”
Bundan murat, kendilerine verilen hüküm ve şeriat bilgisidir.
Veya şu anlam da olabilir: “Davud ve Süleymana bir ilim verdik, ama ne ilim verdik!”
وَقَالَا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي فَضَّلَنَا عَلَى كَثِيرٍ مِّنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِنِينَ “Onlar: “Bizi mü’min kullarının birçoğundan üstün kılan Allah’a hamd olsun” dediler.”
Allaha hamdetmelerinin atıf vavıyla gelmesinde şu manayı hissettirmek vardır: Onlar da bu nimete şükür olarak çok şeyler yaptılar ve “Elhamdülillah” dediler.
Ayette, ilmin üstünlüğüne ve ilim ehlinin şerefine bir delil vardır. Şöyle ki: Hz. Davud ve Hz. Sülaymana, başkalarına verilmeyen bir saltanat verilmişken buna itibar etmeyip ilimden dolayı hamdettiler ve kendilerine verilen ilmi, üstün kılınmalarının esası olarak gördüler.
Ayet, aynı zamanda âlim olanları kendilerine ilâhî lütufla verilen ilimden dolayı Allaha hamdetmeye teşvik eder.Ayrıca bir tevazu dersi verir. Çünkü kendisi her ne kadar pek çok kimseden ilim yönüyle üstün olsa bile, pek çok kimse de ondan daha üstün bir durumdadır.
16- وَوَرِثَ سُلَيْمَانُ دَاوُودَ “Süleyman Davud’a varis oldu.” Hz. Süleymanın Hz. Davuda varis olması,
-Nübüvvet,
-İlim
-Veya saltanat yönüyle olabilir. Çünkü ondokuz kardeş idiler, kardeşleri içinde saltanat makamına kendisi getirildi.
وَقَالَ يَا أَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنطِقَ الطَّيْرِ “Ve dedi ki: Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi.”
وَأُوتِينَا مِن كُلِّ شَيْءٍ “Ve her şeyden bize verildi.”
Hz. Süleyman, bunları
-Allahın nimetlerini teşhir,
-O nimetleri tazim,
-Kendisine verilen kuşları konuşturma ilmi ve diğer büyük mu’cizeleri zikrederek insanları tasdike davet için söylemiştir.Nutk ve mantık, meşhur tarife göre vicdanda olanı müfred veya mürekkep olarak ifade eden her lafızdır. Teşbih yoluyla, çıkarılan her ses için de kullanılır. Mesela “güvercin konuştu” denilir. Çünkü hayvanların çıkardığı sesler hayallerindeki manalara tâbi olduğundan, bir nevi konuşma sayılır. Özellikle de bunların çıkardıkları seslerin, maksada göre farklılık arzetmesi, birbirleriyle bu şekilde bir nevi konuşmaları sayılır. Bu seslerin manasını, kendi cinsinden olanlar anlamaktadır.
Muhtemelen Hz. Süleyman ne zaman bir hayvan sesi işitse, kendisindeki kudsî kuvvetle bu sesin temsil ettiği manayı ve bununla kastedilen maksadı bilmekteydi.
Onunla alakalı şöyle hikâye edilir:Hz. Süleyman, neşeyle öten ve rakseden bir bülbüle uğradı. Onun şöyle dediğini nakletti:“Bir hurmanın yarısını yediğimde, geri kalanı dünyaya kalsın.”
Sonra yabanî bir güvercin sesi geldi. Hz. Süleyman dedi: “Güvercin şöyle söylüyor: Keşke mahlukat yaratılmasaydı.”Muhtemelen bülbülün karnı tok, gönlü rahattı, ötüşü de ona göreydi. Güvercin ise şiddetli açtı, kalbi elem içindeydi, sesi de buna göre çıktı.
“Bize öğretildi” ve “Bize verildi” ifadelerindeki zamir, Hz. Süleyman ve Hz. Davuda racidir.Veya sadece Hz. Süleymana racidir. Çünkü böyle bir üslûb hükümdarların âdetidir. Hz. Süleyman da siyasetin kurallarına müraatla böyle demiş olabilir.
“Her şeyden bize verildi” denilmesinden murat
“Herkes falana gidiyor ve o her şeyi biliyor” cümlesinde olduğu gibi verilen şeylerin çokluğudur.
إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُبِينُ “Doğrusu bu, apaçık bir lütuftur.”
Öyle ki, bunun açık bir lütuf olduğu kimseye gizli değildir.
17- وَحُشِرَ لِسُلَيْمَانَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ وَالطَّيْرِ “Süleyman’ın, cinler den, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları onun önünde toplandı.”
فَهُمْ يُوزَعُونَ “Hep birlikte düzenli olarak sevk ediliyorlardı.”
1ّ8- حَتَّى إِذَا أَتَوْا عَلَى وَادِي النَّمْلِ قَالَتْ نَمْلَةٌ “Nihayet karınca vâdisine geldikleri zaman, bir karınca şöyle dedi:“Karınca Vadisi”, Şam Bölgesinde karıncası çok bir vâdidir.
Vadiye varmalarının عَلٰى “ale” harf-i ceriyle ifade edilmesi, yüksek bir
yerden oraya gelmeleri açısından olabilir.
يَا أَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin!”Sanki bu karınca onları vâdiye müteveccihen geliyorlar görünce, onların kendisini çiğnemeleri korkusuyla kaçtı. Diğerleri de ona tâbi oldular.
Bunlar, durumu diğer karıncalara da haber verdiler. Bu, akıllı varlıkların birbiriyle konuşması ve birbirlerine nasihatine benzediğinden, onlarla ilgili anlatım sığasıyla ifade edildi.
Öte yandan Allahın onlarda akıl ve konuşma özelliği yaratması da imkânsız değildir.
لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ “Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!”Farkına varsalar sizi çiğnemezler, ama burada durmayın ki sizi bilmeyerek çiğnemesinler.Karınca, peygamberlerin zulmetmek ve eza vermekten masum olduklarını sanki hissetmiş gibi konuşmuştur.
19- فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِّن قَوْلِهَا “Süleyman, onun bu sözüne tebessüm ile güldü.”
Hz. Süleyman, karıncanın bu sözleri karşısında gülerek tebessüm etti. Bu tebessümü,
-Karıncanın ihtiyatlı oluşu ve arkadaşlarını uyarması, maslahatlı olan fiile yönelmesi,
-Bir de onun konuşmasını idrak etmek ve maksadını anlamak gibi Allahın özel bir nimetine mazhar olmasındandır. Bundan dolayı, nimetin şükrüne muvaffak kılması için Cenab-ı Hakka şöyle dua etti:
وَقَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ “Ve dedi ki: Ey Rabbim! Beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih amel işlemeye sevk et.”
Anne-babasına olan nimetleri de burada söylemesi, nimetin çokluğunu veya umumî olmasını gösterir. Çünkü anne-babaya verilen nimet, evlâda verilmiş demektir. Evlada verilen nimetin, özellikle de dinî nimetin faydası anne-babaya döner.
“Şükrün tamamlayıcısı olmak ve nimetin devamını sağlamak için salih amel işlemeyi nasip et.”
وَأَدْخِلْنِي بِرَحْمَتِكَ فِي عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ “Ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!”
Beni onlarla beraber cennete alınanlardan eyle.
20- وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ “Ve kuşları gözden geçirdi.”Kuşları teftiş etti, onlar içinde Hüdhüdü göremedi.
فَقَالَ مَا لِيَ لَا أَرَى الْهُدْهُدَ “Ardından şöyle dedi: Hüdhüd’ü niçin göremiyorum?”
أَمْ كَانَ مِنَ الْغَائِبِينَ “Yoksa kayıplara mı karıştı?”
Sanki Hüdhüdün orada olduğunu, ama arada onu örten bir şey veya başka bir sebep dolayısı ile göremediğini zannetti. Sonra ihtiyatla meseleye yaklaşıp hatırına onun orda olmama ihtimali geldi, “Yoksa kayıplara mı karıştı?” diye hatırına gelen ihtimalin doğru olup olmamasını sorguladı.
21- لَأُعَذِّبَنَّهُ عَذَابًا شَدِيدًا “Kesinlikle onu ağır bir şekilde cezalandıracağım.”
Hüdhüde verilecek şiddetli azap,
-Tüylerini yolup güneşe veya yemeleri için karıncaların olduğu yere bırakmak
-Veya ona zıd bir hayvanla aynı kafese koymak gibi şeylerdir.
أَوْ لَأَذْبَحَنَّهُ “Veya onu boğazlayacağım.”
Veya diğer kuşlara ibret olsun diye onu boğazlayacağım.
أَوْ لَيَأْتِيَنِّي بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ “Ya da bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirir.”
Veya bana mazeretini ortaya koyan açık bir delil getirir, serbest bırakırım.
22- فَمَكَثَ غَيْرَ بَعِيدٍ “Derken çok beklemedi, (Hüdhüd çıkageldi).”
Hüdhüdün çok geçmeden gelmesi, Hz. Süleyman’dan korkusundandır.
فَقَالَ أَحَطتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِهِ “Ve şöyle dedi: Senin bilmediğin bir şey öğrendim.”
Hüdhüdün böyle deyişinde,. Allahın en edna bir mahlûkunda bile Hz. Süleymanın bilmediği bazı şeyleri bilme özelliğine dikkat çekmek vardır. Ta ki Hz. Süleyman nefsini küçük görsün, ilmiyle mağrur olmayıp ilminin azlığının farkına varsın.[1>
وَجِئْتُكَ مِن سَبَإٍ بِنَبَإٍ يَقِينٍ “Sebe’den sana sağlam bir haber getirdim.”
Rivayete göre Hz. Süleyman Beyt-i Makdisin yapımını bitirince hacca niyetlendi ve Mescid-i Harama geldi. Orada bir süre kaldı. Sonra Yemene müteveccih olup sabahleyin Mekkeden çıktı. Öğle vakti San’a’ya geldi. Arazinin nezihliği hoşuna gitti, orada konakladı. Ama konakladığı yerde su bulamadı. Hüdhüd, O’nun ordusunda öncü birlikte yer alıyordu, çünkü su aramada uzmandı. Hz. Süleymanın Hüdhüdü araması bundan dolayı idi, ama onu bulamadı. Çünkü Hz. Süleyman konakladığında Hüdhüd başka bir hüdhüd kuşu gördü. Hüdhüdün vasfettiği şeyleri görmek üzere beraberce uçtular. İkindiden sonra Hüdhüd, konaklama yerine döndü ve gördüklerini Hz. Süleymana anlattı.
Belki de Allahın kudretinin hayret verici acaibi ve seçkin kullarına gösterdiği şeyleri içinde bunlardan çok daha ziyade hayrete medar hâller bulunmaktadır. Bunları bilen “Allahu ekber” ile mukabele eder, inkâr eden ise anlaşılmaz şeyler olarak değerlendirir.
23- إِنِّي وَجَدتُّ امْرَأَةً تَمْلِكُهُمْ “Ben, onlara (Sebe halkına) hükümdarlık eden bir kadın gördüm.”Bu kadın, Sebe halkının melikesi olan Belkıs’tır.
وَأُوتِيَتْ مِن كُلِّ شَيْءٍ “Kendisine her şeyden verilmiş.”
Kendisine hükümdarların ihtiyaç duyduğu her şey verilmiştir.
وَلَهَا عَرْشٌ عَظِيمٌ “Ve onun büyük bir tahtı var.”
Hüdhüdün, Belkısın tahtını büyük görmesi,
-Ya kadına nisbetle,
-Veya emsalinin tahtına nisbetledir.
Denildi ki: Tahtı otuzar arşın en ve boya sahip idi. Altın ve gümüşten yapılmış olup, etrafı mücevherle çevrilmişti.
24- وَجَدتُّهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِن دُونِ اللَّهِ “Onu ve kavmini,
Allah’ı bırakıp güneşe secde eder gördüm.”
Sanki güneşe tapıyorlardı.
وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ “Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü gösterdi de onları doğru yoldan alıkoydu.”Şeytan, güneşe tapmayı ve yaptıkları diğer çirkin işleri onlara süslü gösterdi. Böylece hak ve doğru yoldan onları alıkoydu.
فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَ “Bu yüzden de onlar doğru yolu bulamıyorlar.”
Bunun için hak yola giremiyorlar.
2ِِ5- أَلَّا يَسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ “Göklerde ve yerde gizli olanı ortaya çıkaran, sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri bilen Allah’a secde etmesinler diye (şeytan onları yoldan çıkardı.)”
Şeytanın böyle yapması, onların Allaha secde etmelerine engel olmak içindi.
Hüdhüd, kâmil kudret ve her şeyi kuşatan ilmiyle secde edilmeye tek layık olanın Cenab-ı Hak olduğunu bu şekilde nazara verdi.
Bu ifadesiyle
-Ona secde etmeye teşvikte bulundu
-Başkasına secde edenleri reddetti.
Cenab-ı Hakkın “göklerde ve yerde gizli olanları ortaya çıkarması”,
-Yıldızların doğması,
-Yağmurların inmesi,
-Bitkilerin bitmesi gibi şeyleri genel olarak ifade eder. Hatta bilkuvve olanları bilfiile çıkarmak şeklinde inşa tarzında yaratmayı, imkân dairesinde ve yoklukta olanları vücub ve vücud dairesine çıkarmak şeklinde ibda, yani (yoktan yaratmayı) da içine alır. Bilindiği gibi bu şekilde yaratmak, Vacibu’l-vücuda hastır.
26- اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ “Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır.”
رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ “Büyük Arş’ın Rabbidir.”
İlahî Arş, ecramın ilki ve en büyüğüdür, bütün ecramı kuşatmıştır. Böyle olunca Belkısın arşının büyük olmasıyla, Allahın arşının büyük olması, birbirine kıyas edilemez, aralarındaki fark o derece büyüktür.
27- قَالَ سَنَنظُرُ أَصَدَقْتَ أَمْ كُنتَ مِنَ الْكَاذِبِينَ “Dedi: Bakacağız, doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın?”“Bakacağız, doğru mu söyledin” denilmesinden sonra normalde “yoksa yalan mı söyledin?” denilmesi gerekirken “yoksa yalancılardan mısın?” denilmesi,
-Ya mübalağa içindir.
-Veya ayet sonlarının uygunluğu açısından böyle ifade edilmiştir.
28- اذْهَب بِّكِتَابِي هَذَا فَأَلْقِهْ إِلَيْهِمْ “Benim şu mektubumu götür, onlarabırak.”
ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ “Sonra da yanlarından ayrıl.”
فَانظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ “Ve ne sonuca varacaklarına bak.”
Hüdhüd mektubu götürüp Belkısın odasına bıraktı.
29- قَالَتْ يَا أَيُّهَا المَلَأُ إِنِّي أُلْقِيَ إِلَيَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ “Dedi: Ey ileri gelenler! Bana kıymetli bir mektup bırakıldı.”Ayet metninde, mektubun “kerîm” sıfatıyla ifade edilmesi
-Muhtevasının kıymetli oluşundan,
-Veya gönderenin itibarından,
-Veya mühürlü olmasından,
-Veya durumunun garabetindendir. Çünkü kapıları kapalı olduğu halde, içeriye bırakılmıştı. Hüdhüd pencereden girip, istirahat hâlinde olan Belkısın koynuna hissettirmeden bırakmıştı.
30- إِنَّهُ مِن سُلَيْمَانَ “Mektup, Süleyman’dandır.”Ayet bu kısmı, “Mektup kimden?” şeklinde mukadder bir suale cevap gibidir.
وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ “Ve o, ‘Bismillâhirrahmânirrahîm’ diye başlamaktadır.”
31- أَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ “Bana karşı diklenmeyin.”
وَأْتُونِي مُسْلِمِينَ “Müslim kimseler olarak bana gelin” (yazmaktadır).”
“Müslim kimseler bana olarak gelin” ifadesinden murat,
-İman etmiş olarak,
-Veya boyun eğmiş bir şekilde gelmeleridir.
Ayet vecizliğiyle beraber, mükemmel bir şekilde maksada delâlet eden bir kelâmdır. Çünkü bunda:
-Başında Allahın Zât ve sıfatına açıktan veya iltizam tarzında delaleti olan besmele vardır.
-Rezâletlerin anası olan diklenmekten, başkaldırmaktan yasaklama yapılmıştır.
-Bütün faziletlerin esasını içine alan İslâm emredilmiştir.
Burada ilk bakışta, Hz. Süleymanın peygamberliğine ortada bir delil yokken taklit ile emredip boyun eğmelerini istediği zannedilebilir. Hâlbuki böyle garip bir tarzda mektubun bırakılması, Onun risaletine en büyük delillerdendir.
32- قَالَتْ يَا أَيُّهَا المَلَأُ أَفْتُونِي فِي أَمْرِي “Belkıs dedi: Ey ileri gelenler! Bu işimde bana bir fikir verin.”Sizlere sunduğum bu durum karşısında tasvip ettiğiniz, doğru bulduğunuz hareket tarzını bana bildirin.
مَا كُنتُ قَاطِعَةً أَمْرًا حَتَّى تَشْهَدُونِ “Size danışmadan hiçbir işi kestirip atmış değilim.”
33- قَالُوا نَحْنُ أُوْلُوا قُوَّةٍ وَأُولُوا بَأْسٍ شَدِيدٍ “Dediler: Biz güçlü kimseleriz ve çetin savaşçılarız.”
Biz hem bedenen, hem de sayıca kuvvetli bir topluluğuz. Cesur, savaşçı kimseleriz.
وَالْأَمْرُ إِلَيْكِ “Emir ise senindir.”
فَانظُرِي مَاذَا تَأْمُرِينَ “Artık ne emredeceğine sen karar ver.”
Artık savaşmak ve barış yapmaktan hangisini tercih edersen, biz sana itaat ederiz, görüşüne uyarız.
34- قَالَتْ إِنَّ الْمُلُوكَ إِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً أَفْسَدُوهَا “Dedi: Krallar bir memlekete girdi mi, orayı harap ederler.”Hükümdarlar şiddet kullanarak ve galip gelerek bir beldeye girdiklerinde orayı perişan ederler.Belkıs, onların zâtî ve arizî kuvvet iddialarıyla savaşmaya meyillerini hissedince, böyle diyerek onların görüşünün isabetsiz olduğunu nazara verdi. Kendisinin ise
-Hz. Süleyman şayet onların planlarını anlarsa, mallarını ve mamurelerini kırıp geçirir endişesi taşıdığını,
-Ve ayrıca harbin kaypak olup akıbetinin bilinmemesi sebebiyle barışa taraftar olduğunu ihsas etti.
وَجَعَلُوا أَعِزَّةَ أَهْلِهَا أَذِلَّةً “Ve aziz halkını zelil yaparlar.”
Hükümdarlar bir beldeye girdiklerinde, oradaki insanların mallarını talan ve diyarlarını harap etmek, onları zillete ve esarete maruz bırakmak gibi icraatlarla, oranın aziz insanlarını zelil hâle getirirler.
وَكَذَلِكَ يَفْعَلُونَ “İşte böyle yaparlar.”
Bu ibare, hükümdarlar bir beldeye girdiklerinde yaptıkları icraatlarla ilgili hükmü bir te’kiddir ve bunun onların sâbit, daimî âdetlerinden olduğunu bildirmektir.
Veya “evet, böyle yaparlar” manasında Cenab-ı Haktan Belkıs’ı bir tasdiktir.
35- وَإِنِّي مُرْسِلَةٌ إِلَيْهِم بِهَدِيَّةٍ “Ben onlara bir hediye göndereceğim.”Ayetin bu kısmı, Belkısın musalaha hususunda ilk adım olarak ne yapmayı düşündüğünü beyan eder. Yani, “ben onlara elçilerle hediyeler gönderip bu şekilde saltanatımı koruyacağım.”
فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ “Elçilerin ne ile döneceklerine bakacağım.”
“Elçilerden O’nun durumunu öğrenip, ona göre hareket edeceğim.”
Rivayete göre Belkıs, Münzir Bin Amrı bir heyetle beraber elçi olarak gönderdi. Onlarla beraber cariye elbisesi içinde erkek ve erkek elbisesi içinde cariye vardı. Ayrıca hediyeler içinde deliksiz bir inci ve delikleri eğri bir akik vardı. Belkıs dedi: Şayet bir peygamberse erkek ve kadın hediyeleri birbirinden ayırır, inciyi dümdüz bir şekilde deler, delikleri eğri akikten de ipliği geçirir.
Heyet Hz. Süleyman’ın kışlasına varınca O’nun saltanatının azametini gördüler, kendilerinin çok geride olduğunu fark ettiler. Cebrail, Hz. Süleyman’a onların durumunu bildirmişti. Huzura geldiklerinde Hz. Süleyman onları hakka davet etti ve durumlarını kendilerine haber verdi. Sonra meyve kurduna emretti, o da bir kıl ile inciyi deldi. Beyaz bir ipekböceğine emretti, o da ipi aldı, onu eğri delikli akîke geçirdi. Ve Hz. Süleyman su istedi. Cariye suyu eliyle tutuyor, ardından diğerine koyuyor, sonra da yüzüne suyu vuruyordu. Cariye elbisesi içinde olan erkek ise suyu alıyor ve yüzüne vuruyordu.[2>
36- فَلَمَّا جَاء سُلَيْمَانَ قَالَ “Süleymana gelince, dedi:”Elçi veya hediye olarak gönderilenler gelince, Hz. Süleyman elçiye ve yanındakilere dedi:
أَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍ “Mal ile bana yardım mı ediyorsunuz?”
فَمَا آتَانِيَ اللَّهُ خَيْرٌ مِّمَّا آتَاكُم “Hâlbuki Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır.”Allahın bana verdiği nübüvvet ve daha ziyadesi olmayan saltanat, sizin bana vereceğinizden çok daha hayırlıdır. Dolayısıyla sizin vereceğiniz hediyeye benim ihtiyacım yoktur. Böyle bir hediye benim nezdimde bir kıymet ifade etmez.
بَلْ أَنتُم بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ “Doğrusu siz, hediyenizle şımarmaktasınız.”
Çünkü sizler dünya hayatından ancak bir dış görünüş biliyorsunuz. Bundan dolayı da size bir hediye verildiğinde “malımız arttı” diye seviniyorsunuz.
Veya verdiğiniz hediye sebebiyle emsalinize karşı iftihar şeklinde şımarıyorsunuz.
Hz. Süleyman onların verdikleri malı reddedip bunun az bir şey olduğunu nazara vermiş, ardından da “siz, hediyenizle şımarmaktasınız” diyerek onları bu tarz harekete sevk eden sebebi söylemiştir. Bu da, himmeti dünyaya sarfetmek ve onda ziyadeye çalışmak hususunda, kendi hâlini onların hâline kıyas etmesidir.
37- ارْجِعْ إِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَّا قِبَلَ لَهُم بِهَا “Onlara dön (ve de ki:)Andolsun, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla varırız.”Ey elçi! Sen Belkıs ve kavmine dön ve şunu anlat: Biz onlara direnmeye takat getiremeyecekleri ve karşı koymaya güç yetiremeyecekleri ordularla varırız.
وَلَنُخْرِجَنَّهُم مِّنْهَا أَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ “Ve muhakkak surette, onlar küçülmüş oldukları halde zelil bir vaziyette oradan çıkarırız!”Ve onları Sebe’den esir olarak zillet içerisinde çıkarırız.
38- قَالَ يَا أَيُّهَا المَلَأُ أَيُّكُمْ يَأْتِينِي بِعَرْشِهَا قَبْلَ أَن يَأْتُونِي مُسْلِمِينَ “Dedi: Ey ileri gelenler! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz onun tahtını bana getirebilir?”
Hz. Süleyman, Belkısın tahtını getirterek kudretinin büyüklüğüne ve nübüvvet davasında doğruluğuna delâlet eden, Allahın kendisine lutfettiği hayret verici şeylerden bir kısmını göstermek istedi.
Ayrıca, Belkısın tahtını biraz değiştirerek tanıyıp tanımayacağını gözlemleyip, akıl seviyesini ölçmeyi murat etti. Çünkü, Belkıs iman ederek geldiğinde, onun tahtını ancak rızasıyla alması helâl olur, zorla alamazdı.
39- قَالَ عِفْريتٌ مِّنَ الْجِنِّ “Cinlerden bir ifrit dedi:”İfrit, cinlerin habis, ele avuca sığmaz bir taifesidir.
أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَن تَقُومَ مِن مَّقَامِكَ “Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm.”
Hz. Süleyman, günün yarısını idarî işlere ayırıyordu. Yani, Sen günlük idarî işlerini daha bitirmeden, ben onun tahtını sana getiririm.
وَإِنِّي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ أَمِينٌ “Şüphesiz ben, buna güç yetirecek güvenilir biriyim.”
Ben o tahtı taşıma hususunda kuvvetli ve eminim; ondan bir şey düşürmem ve bir şey değiştirmem.
40- قَالَ الَّذِي عِندَهُ عِلْمٌ مِّنَ الْكِتَابِ “Yanında Kitaptan bir ilim olan kimse dedi:”
“Kitaptan bir ilim olan kimse”,
-Hz. Süleymanın veziri Asaf Bin Berhiya,
-Hz. Hızır,
-Hz. Cebrail,
-Allahın teyid ettiği bir melek,
-Veya Hz. Süleymanın bizzat kendisi olabilir. Bundan murat Hz. Süleyman olduğunda isim verilmeyip bu harika işi yapanın “kitabın ilmine sahip olduğunun” nazara verilmesi, ilmin şerefine delâlet etmek ve bu ikramın ilim sebebiyle olduğunu bildirmek içindir.
أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَن يَرْتَدَّ إِلَيْكَ طَرْفُكَ “Gözünü açıp kapamadan, ben onu
sana getiririm.”Bu durumda bu hitap ifrite yönelik olur. Yani, “Sen bana öğleye kadar getirebileceğini söylüyorsun. Bu çok uzun bir süre. Ben ise göz açıp yumuncaya kadarki bir anlık zamanda onu sana getiririm.”
Veya Hz. Süleyman Belkısın tahtını getirme hususunda bir mu’cize göstermek istedi ve önce onlara meydan okudu, sonra da bırakın başkalarını, ifritlerin bile yapamayacağını kendisinin yapabileceğini gösterdi.
Kitaptan murat,
-Semavî kitaplar,
-Veya levh-i mahfuzdur.
“Gözünü açıp kapamadan” ifadesi, son derece sürati ifade eden bir meseldir.
فَلَمَّا رَآهُ مُسْتَقِرًّا عِندَهُ قَالَ “Onu yanıbaşına yerleşivermiş görünce dedi:
Hz. Süleyman, tahtı önünde bulunca, Allahın samimi kullarının genel tavrı ile, nimeti şükürle karşılayarak şöyle dedi:
هَذَا مِن فَضْلِ رَبِّي “Bu, Rabbimin lütfundandır.”
Ben buna layık olmamakla beraber, buna mazhar oluşum tamamen Rabbimin bir lütfudur.
“Bu” ile işaret edilen ise, iki aylık mesafeden göz açıp yumuncaya kadar kısa bir zaman diliminde ya bizzat kendisi veya bir başkası vasıtasıyla tahtın hazır edilmesidir. Böyle şeylerin imkân dairesinde olduğu konusunda İsra sûresinin başında açıklama yapmıştık.
لِيَبْلُوَنِي أَأَشْكُرُ أَمْ أَكْفُرُ “Şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni deniyor.”Allah bununla beni deniyor. Bakalım bunu kendimden bilmeyip hakkını vermeye mi çalışacağım, yoksa kendime nisbet edip gereken şükrü edada kusur mu işleyeceğim?
وَمَن شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ “Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur.”
Kim şükrederse, kendisi için etmiş olur. Çünkü şükür ile,
-Nimetin devamını kendine celbeder.
-Nimeti kendisi hakkında ziyadeleştirir.
-Görevini yapmış olur.
-Nankörlük ayıbından kendini muhafaza eder.
وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيٌّ كَرِيمٌ “Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim Ğani’dir – Kerim’dir.”Kim de nankörlük yaparsa, şüphesiz benim Rabbim Ğanî-Kerîmdir, Onun şükrüne ihtiyacı yoktur, onun nankörlüğüne rağmen, dilerse ikinci defa tekrar in’am eder.
41- قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا “Süleyman dedi: Tahtını tanınmaz hâle getirin.”
Hey’et ve şeklini değiştirerek onun tahtını tanınmaz hâle getirin.
نَنظُرْ أَتَهْتَدِي أَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذِينَ لَا يَهْتَدُونَ “Bakalım hidayet bulacak mı, yoksa hidayete ermeyenlerden mi olacak?”
Ayetteki “hidayet”ten murat,
-“Bakalım tahtını tanıyabilecek mi?
-Bakalım doğru cevap verebilecek mi?
-Bakalım kapalı kapılar arasında ve özel muhafızlarla korunan tahtını, kendinden önce Şama gelmiş görünce Allah ve rasûlüne iman edip hidayete gelecek mi” manalarına işaret edebilir.
42- فَلَمَّا جَاءتْ قِيلَ أَهَكَذَا عَرْشُكِ “Belkıs gelince “Senin tahtın böylemi?” denildi.”
Hz. Süleymana Belkısın aklının kıt olduğu söylenmişti. Tahtını tanınmaz hâle getirerek onun aklını ölçmek istedi.
قَالَتْ كَأَنَّهُ هُوَ “Dedi: Sanki o!”Belkıs, tahtının bir benzeri olması ihtimali sebebiyle “bu odur” demedi, “sanki o” diyerek ihtiyatlı bir cevap verdi. Bu ise onun aklının kemâlindendir.
وَأُوتِينَا الْعِلْمَ مِن قَبْلِهَا “Bize daha önce bilgi verilmişti.”
وَكُنَّا مُسْلِمِينَ “Ve biz teslimiyet göstermiştik.”
Bu ifade hem Belkısa, hem de Hz. Süleymana ait olabilir.Belkısa göre olunca şöyle olur:
Sanki Belkıs bununla Hz. Süleymanın akıl seviyesini denemek istediğini ve bir mu’cize göstermek istediğini anladı ve şöyle dedi:“Bu hâlden önce Allahın kudretinin kemâline ve Senin de nübüvvetinin sahih olduğuna dair bize ilim verildi. Hakka boyun eğen, teslim olan kimselerdik.”Hz. Süleymana göre ise şöyle bir manayı anlatır:Belkısın cevabında “sanki o” ifadesi, tahtının orda olmasının mümkün olduğunu ve o uzak mesafeden getirilmesinin ancak Allahın kudretiyle ve peygamberin eliyle mümkün olduğunu bir nevi kabullenme olmasıyla Allaha ve Rasûlüne imanına delâlet eder. Hz. Süleyman ve yanındakiler, onun cevabına atıfla “bize daha önce bilgi verilmişti” dediler. Yani, “böyle bir mu’cizeden önce de Allaha ve kudretine, ayrıca O’ndan gelenin sahih olduğuna dair bize ilim verilmişti. Biz O’nun hükmüne boyun eğmiş kimselerdik ve hâlen de O’nun dini üzere devam etmekteyiz.”
Buna göre, bu ifadeden onların maksadı, Allaha şükür olmak üzere BelNeml
kıstan önce kendilerine nasip edilen iman nimetine tahdis-i nimette bulunmaktır.
43- وَصَدَّهَا مَا كَانَت تَّعْبُدُ مِن دُونِ اللَّهِ “O’nu, Allah’tan başka taptığı şeyler alıkoymuştu.”Belkısın daha önce Allaha teslim olmasına engel olan hâl, güneşe tapmasıydı.Veya fiil Allaha raci kılınıp şöyle de mana verilebilir: “Allah onu imana muvaffak kılarak, Allahın dışında tapmış olduğu şeylerden alıkoydu.”
إِنَّهَا كَانَتْ مِن قَوْمٍ كَافِرِينَ “Çünkü o, kafir bir kavimdendi.”
44- قِيلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَ “Ona “köşke gir!” dendi.”
Bundan muradın köşkün bahçesi olabileceği de söylendi.
فَلَمَّا رَأَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَن سَاقَيْهَا “Belkıs onu görünce derin bir su sandı ve eteğini çekti.”Rivayete göre Hz. Süleyman Belkısın gelmesinden önce şöyle bir köşk yapılmasını emretti:
-Avlusu beyaz camdan olsun.
-Beyaz camın altından sular aksın.
-O suda deniz hayvanları bulunsun.
Kendisi, tahtını cam üzerine koydurdu ve üzerine oturdu. Belkıs, avluyu görünce, oradaki suyu durgun su zannedip paçalarını sıvadı.
قَالَ إِنَّهُ صَرْحٌ مُّمَرَّدٌ مِّن قَوَارِيرَ “Süleyman, “Bu billurdan yapılmış, şeffaf bir saraydır” dedi.
قَالَتْ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي “Belkıs dedi: Rabbim! Ben gerçekten nefsime zulmetmiştim.”
Güneşe tapmakla nefsime zulmettim.Denildi ki: “Süleyman hakkında “beni suda boğacak” zannederek kendime zulmettim.”
وَأَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمَانَ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ “Süleyman’ın maiyyetinde, âlemlerin Rabbine teslim oldum.”Hz. Süleymanın Belkısla evlenmesi veya onu Hemedan meliki Zi Tübba ile evlendirmesi ihtilaflı bir konudur.
[1>Bu surenin onaltıncı ayetinde Hz. Süleymanın “Her şeyden bize verildi” demesine yer verilmişti. Hz. Süleymana verilenler çok büyük nimetler olmakla beraber, Hüdhüdün de dikkat çektiği gibi, Hz. Süleymanın bilmediği çok şeyler vardır. Ona çok şeyler verilmiş, ama her şey verilmemiştir.
[2>Yani Hz. Süleyman böyle bir taleple onların erkek kıyafetinde kadın ve cariye kıfayetinde erkek olduğunu ayırt etti.