5ِِ9- قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ “De ki: Hamd olsun Allah’a.”
وَسَلَامٌ عَلَى عِبَادِهِ الَّذِينَ اصْطَفَى “Ve selam olsun seçmiş olduğu kullarına.”
Allahu Teâlâ üstteki ayetlerde,
-Kudretinin kemâline ve şanının azametine delâlet eden kıssaları,
-Ve peygamberlerine özel olarak verdiği en büyük ayetleri ve düşmanlarına karşı yardımını Rasûlüne anlattıktan sonra, onlara verdiği nimetlere bir şükür olmak üzere, Hz. Peygambere hamdetmeyi ve seçmiş olduğu kullarına selam etmeyi emretti.
Emredilen bu hamd ve selam, Hz. Peygamberin onlarla ilgili önceden bilmediği şeyleri bilmesi, onların üstün yönlerini tanıması ve dinde öncü ve gayret içinde olmaları yönünden de olabilir.Veya ayetteki emir, kâfir olan kavminin helâk edilmesi ve ilâhî hıfz sayesinde hayasız fiillerden korunması ve helâk olmaktan kurtulması sebebiyledir.
Veya ayetteki bu emirler Hz. Lûta verilmiş de olabilir. Çünkü Allahu Teâlâ
-Onun küfür içinde olan kavmini helak ettiği için hamdetmesini,
-Fuhşiyattan koruduğu ve helâk olmaktan kurtardığı seçkin kullarına da selam etmesini istemiştir.
اٰ آللَّهُ خَيْرٌ أَمَّا يُشْرِكُونَ “Allah mı hayırlı, yoksa O’na koştukları ortaklar mı?”
Bu ifadede,
-Onları ilzam,
-Kendileriyle ince bir istihza (tehekküm)
-Ve görüşlerinin seviyesizliğini göstermek vardır. Çünkü, onların Allaha ortak kıldıkları şeylerde hiçbir hayır olmadığı meydandadır. Böyle olunca, bu batıl mabutların her hayrın sahibi olan Allahu Teâlâ ile muvazeneye gelmesi mümkün değildir.
60- أَمَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ “(Onlar mı hayırlı) Yoksa, gökleri ve yeri yaratan mı?”
Onlar mı hayırlı, yoksa bütün kainatın usûlü ve menfaatlerin esası olan gökleri ve yeri yaratan Zat mı daha hayırlıdır?
وَأَنزَلَ لَكُم مِّنَ السَّمَاء مَاء “Ve O, gökten size bir su indirdi.”
فَأَنبَتْنَا بِهِ حَدَائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍ “Ardından biz o su ile güzel güzel bahçeler bitirdik.”
Burada, Cenab-ı Hak önce kendisinin icraatlarını gıyabî olarak anlatmakta iken, “Biz o su ile güzel güzel bahçeler bitirdik” şeklinde anlatmaya geçti. Bunda,
-Bu fiillerin Allaha mahsus olduğunu te’kid etmek,
-Birbirine benzer maddelerden birbirinden gayet uzak farklı tabiatta muhtelif bitki türlerini bitirmeye O’ndan başkasının güç yetiremeyeceğine tenbihte bulunmak vardır. Ayetin devamında buna işaret edilmektedir:
مَّا كَانَ لَكُمْ أَن تُنبِتُوا شَجَرَهَا “O bahçelerin ağacını yetiştirmeye sizin gücünüz yetmez.”
أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ “Allah ile beraber başka bir ilâh mı var!?”O, yaratmada ve meydana getirmede tek iken, Ona yakın ve kendisine şerik olacak başka bir ilah mı var?
بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَ “Hayır, doğrusu onlar haktan sapan bir kavimdir.”
Doğrusu onlar tevhid olan haktan udûl eden (sapan) bir kavimdirler.
61- أَمَّن جَعَلَ الْأَرْضَ قَرَارًا “(Onlar mı hayırlı) yoksa, yeryüzünü oturmaya elverişli kılan mı?”
Arzın bir kısmı su iken, Allahu Teâlâ onu tanzim etti, üzerinde insanların ve hayvanların yerleşebilmesine zemin hazırladı.
وَجَعَلَ خِلَالَهَا أَنْهَارًا “Ve O, içinde nehirler akıttı.”
وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ “Ve yeryüzünde sabit dağlar meydana getirdi.”
Öyle ki, bu dağlarda madenler meydana gelmekte, içlerinden sular nebean etmektedir.
وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزًا “Ve iki deniz arasına bir engel koydu.”
İki denizden murat, tatlı ve tuzlu denizlerdir.Veya Fars ve Rum körfezleridir.
Bununla alâkalı açıklama Furkan sûresi elli üçüncü ayette geçmişti.
أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ “Allah ile beraber başka bir ilâh mı var!?”
بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ “Hayır, onların çoğu bilmiyorlar.”
Doğrusu onların çoğu Hakkı bilmezler, O’na ortak koşarlar.
62- أَمَّن يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاء الْأَرْضِ “(Onlar mı hayırlı) yoksa kendine yalvardığında muzdara cevap veren ve ondaki sıkıntıyı gideren, ayrıca sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı?”Muzdar, darda kalıp Allaha sığınan kimsedir. Bunun elif-lâmlı gelmesi cins içindir, istiğrak için değildir. Dolayısıyla ayetten hareketle her muzdarın duasına mutlaka icabet etme lüzumu söz konusu olamaz.[1>
Arza halife olmak, daha öncekilerin yerine,
-Onda yerleşmek,
-Ve onda tasarrufta bulunmaktır.
أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ “Allah ile beraber başka bir ilâh mı var!?”
Bu umumî ve hususî nimetleri size veren Allah ile beraber başka bir ilah mı var?
قَلِيلًا مَّا تَذَكَّرُونَ “Ne de az düşünüyorsunuz!”
Bundan murat, ya hiç düşünmemektir veya faydayı ortadan kaldıran azıcık bir düşüncedir.
63- أَمَّن يَهْدِيكُمْ فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَن يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ “(Onlar mı hayırlı) yoksa, karanın ve denizin karanlıkları için de size yol gösteren, rahmetinin önünde rüzgarları müjdeci olarak gönderen mi?Allahın karada ve denizde yol göstermesi yıldızlarla ve arzdaki alâmet olan şeylerledir. “Karanlıklardan” murat, gecelerin karanlığıdır. Bunun “karanın ve denizin karanlıkları” şeklinde kara ve denize nisbet edilmesi, mülabeset içindir.[2>
Veya bundan murat, birbirine karıştırılan yollardır.Rahmetten murat, yağmurdur. Rüzgârın meydana gelmesi için bazı sebepler olmakla beraber, şüphesiz hem fail olan, hem de fail olandan etkilenen sebepler, Allahın yaratmasıyladır. Sebebi yaratan, fiili de yaratandır.
أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ “Allah ile beraber başka bir ilâh mı var!?”Allah ile beraber bunun bir benzerini yapmaya kâdir olan başka bir ilah mı var?
تَعَالَى اللَّهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ “Allah onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir.”
Her şeye gücü yeten ve her şeyi yaratan Allah, hem aciz hem de mahlûk olan eşyanın kendisine ortak olmasından yüce ve münezzehtir.
64- أَمَّن يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَمَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاء وَالْأَرْضِ “(Onlarmı hayırlı) yoksa, önce yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı?”
Kâfirler, her ne kadar yeniden yaratılmayı inkâr etseler de, buna delâlet eden delillerle onların batıl davaları çürütülmüştür.Allahın insanı rızıklandırması, semavî ve arzî sebeplerledir.
أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ “Allah ile beraber başka bir ilâh mı var!?”
Allah ile beraber bunları yapan bir ilah mı var?
قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “De ki: Eğer doğru söylüyorsanız haydi kesin delilinizi getirin.”O’ndan başkasının bunları yapmaya kâdir olduğuna dair deliliniz varsa, getirin görelim.Allaha şerik kılmada sadık iseniz, buna ait delilinizi getirin. Çünkü kudretin kemâli, ulûhiyetin levazımındandır.
65- قُل لَّا يَعْلَمُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ “De ki: Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilmez.”Allahu Teâlâ her şeyi içine alan, her şeyin fevkinde olan noksansız kudretin kendisine has olduğunu beyan ettikten sonra, bunun lâzımı gibi olan gayb ilmini de sadece kendisinin bildiğini peşinde nazara verdi.
Buradaki istisna, munkatı’dır.[3>İstisna muttasıl da olabilir. bu durumda “göklerde ve yerde olanlara” Allahu Tealâ da dahildir. Ama her şeye ilmi taalluk eden, her şeyin yanında hazır olup durumuna muttali olan ancak O’dur.
وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ “Onlar, ne zaman diriltileceklerinin de şuurunda değillerdir.”
“Onlar”dan murat, göklerde ve yerde olanlardır.“Bundan murat kâfirlerdir” de denilmiştir.
66- بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْآخِرَةِ “Doğrusu onların ahiret hakkındaki bilgisi peş peşe gelmiştir.”Cenab-ı Hak, onlardan gayb ilmini (gaybı bilmeyi) nefyetti ve geleceklerinin ne olacağını bilmemelerini nazara vererek bunu te’kid etti. Bu ayetle de onlara kıyametin gelmesiyle ilgili deliller ve ayetlerle ilim sebepleri gelmiş olmakla beraber, kendilerinin onu gereği gibi bilmediklerini beyan etti.
بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِّنْهَا “Doğrusu onlar bu konuda şüphe içindedir.”
Doğrusu onlar, bir meselede delil bulamayıp ne yapacağını, ne hüküm vereceğini bilmeyen kimse gibi şaşkın ve mütereddittirler.
بَلْ هُم مِّنْهَا عَمِونَ “Hatta onlar ahiretten yana kördürler.”Basiretleri köreldiğinden, ahiretin delillerine karşı kördürler, onu idrak edemezler.Nazara verilen bu mana, müşriklere has kılındığında bu şekildedir. Çünkü onlar da “göklerde ve yerde bulunanlara” dâhildirler. Bazılarına ait olan fiil, hepsine nisbet edilebildiği gibi, burada da müşriklerin gaybı bilemeyişi bu şekilde nazara verilmiştir. Devamında gelen üç cümle ve bu cümlelerde ifade edilen “doğrusu onlar şöyledir… Hatta böyledir… Yok yok hatta böyledir” denilmesi, onların hâllerini kademeli bir şekilde aşağıya doğru çekmektir.[4>
Denildi ki: Birinci cümle şu anlamı ifade eder: “Onların ahiretle ilgili bilgisi son buldu, bir işe yaramadı.”Veya “Onlara ahiretle ilgili ardı ardına bilgiler geldi, muhkemleşti.”
[1>Ayetin zâhirinden her muzdarın duasına icabet edildiği anlaşılabilir. “İcabet etmek, kabul etmekten ayrı bir durumdur. Her muzdara icabet vardır, ama bu, duasının aynen kabul edilmesi demek değildir. Âdeta her dua Allaha bir dilekçedir, her dilekçeye cevap vardır. Ama dilekçede isteneni vermemenin de bir cevap olduğu unutulmamalıdır” denildiğinde bir problem kalmaz.
Ancak Beydavî, böyle bir suale meydan vermemek için “el-muzdar” kelimesindeki elif-lamın istiğrak için olmayıp cins için olduğunu söylemiştir. Mesela “arayan bulur” dediğimizde mutlaka her arayanın aradığını bulması lâzım gelmez. Bundan anlaşılması gereken, bulanların arayanlar olmasıdır. Dolayısıyla “madem arayan bulur, öyleyse falanca kimse aradığı hâlde neden bulmadı?” denilmez. Bu cümleden, bulmak için aramak lâzım geldiğini anlamak yeterlidir.
[2> Yani, insan bu karanlıklara ya karada veya denizde iken muhatap olur.
[3> Yani gökler ve yerde olanların hiç biri gaybı bilemez. Ancak, Allah gaybı bilir.
[4> Çünkü önce ahiret hakkında kendilerine yeterli bilginin aslında geldiği nazara verildi. Peşinde, onların bu konuda şek içinde oldukları anlatıldı. Sonrasında ise, ahirete karşı kör gibi hareket edip, onun delillerini idrak edemedikleri bildirildi.