67- وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَئِذَا كُنَّا تُرَابًا وَآبَاؤُنَا أَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ “O inkâr edenler dediler ki: Sahi, biz ve atalarımız toprak olduktan sonra gerçekten diriltilip çıkarılacak mıyız?”
Ayetin bu kısmı, onların manevî körlüklerinin beyanı gibidir.
“Çıkarılmaktan” murat,
-Ya kabirlerden çıkarılmalarıdır.
-Veya ölümden hayata çıkarılmalarıdır.
68- لَقَدْ وُعِدْنَا هَذَا نَحْنُ وَآبَاؤُنَا مِن قَبْلُ “And olsun ki, bu vaat bize yapıldığı gibi, daha önce atalarımıza da yapılmıştı.”Muhammedin vaadinden önce de bu bize ve ecdadımıza vaad olarak söylenmiş.
إِنْ هَذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ “Bu, öncekilerin masallarından başka birşey değildir.”
69- قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمِينَ “De ki: Yer yüzünde gezin de, mücrimlerin akıbeti nasıl oldu oldu, bir bakın!”Ayet, müşriklerin tekzibine karşılık onlara bir tehdittir ve kendilerinden önce dini yalanlayanların başlarına gelenlerin kendi başlarına gelecek olmasıyla korkutmaktır.Onlardan “mücrimler” yani “suçlular” şeklinde bahsedilmesi, suç olan şeyleri terk hususunda mü’minlere bir lütuf olması içindir.
70- وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ “Onlara üzülme.”Onların yalanlamalarına ve yüz çevirmelerine üzülme.
وَلَا تَكُن فِي ضَيْقٍ مِّمَّا يَمْكُرُونَ “Ve kurmakta oldukları tuzaklardan
ötürü de sıkıntı duyma!”Çünkü Allah Seni insanların kötülüklerinden koruyacaktır.
71- وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Ve “Eğer doğru söylüyorsanız bu vaad ne zaman?” derler.”Vaatten murat, onlara vaat edilen azaptır.
72- قُلْ عَسَى أَن يَكُونَ رَدِفَ لَكُم بَعْضُ الَّذِي تَسْتَعْجِلُونَ “De ki: Belki de acele gelmesini istediğiniz şeyin bir kısmı size çok yaklaşmıştır.”Bundan murat, Bedir günü başlarına gelen mağlubiyet azabıdır.Ayette, onların başına gelecek azabın, ihtimal bildiren عَسٰى ibaresiyle
gelmesi şundandır:
Hükümdarların üslûbunda “ola ki”, “umulur ki,” “Sonra şöyle yapacağım” gibi ifadeler kesinlik ifade eder. Böyle söylemeleri,
-Vakarlarını ortaya koymak,
-Kendilerinin böyle bir işaretinin başkalarının açıktan söylemesi gibi olduğunu hissettirmek içindir.
Allahu Teâlânın vaat ve vaîdlerinde “ola ki…” “umulur ki…” demesi de böyle bir üslûbtur.
73- وَإِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ “Şüphesiz Rabbin, insanlara karşı lütuf sahibidir.”
Onların günahlarına hemen ceza vermez, kendilerine süre tanır.
وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ “Fakat insanların çoğu şükretmezler.”
Lakin insanların çoğu kendisine olan nimetin hakkını bilmez, şükretmezler. Hatta cehaletlerinden dolayı bir an önce azabın gelmesini isterler.
74- وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ “Ve Rabbin elbette onların sinelerinin gizlediklerini de, kendilerinin açığa vurduklarını da bilir.”
Bilir ve ona göre karşılık verir.
75- وَمَا مِنْ غَائِبَةٍ فِي السَّمَاء وَالْأَرْضِ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ “Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki kitab-ı mübinde bulunmasın.”Kitab-ı mübin’den murat levh-i mahfuzdur.
Veya istiare yoluyla kaderi anlatmaktadır.
76- إِنَّ هَذَا الْقُرْآنَ يَقُصُّ عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَكْثَرَ الَّذِي هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ “Şüphesiz bu Kur’an, İsrailoğullarına hakkında iihtilafa düştükleri şeylerin çoğunu anlatıyor.”
Onların ihtilafa düştükleri meseleler,
-Teşbih, (Allahı mahlukata benzetmek)
-Tenzih, (Allahı mahlukata benzemekten yüce kılmak)
-Cennet ve cehennemin hâlleri,
-Hz. İsa ve Hz. Üzeyirin durumları gibi konulardır.
77- وَإِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ “Ve o, mü’minler için gerçekten bir hidayet ve rahmettir.”
Çünkü, Kur’andan istifade edenler onlardır.[1>
78- إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُم بِحُكْمِهِ “Şüphesiz Rabbin, onların arasında hüküm verecektir.”
Allah, İsrailoğulları arasında hak ile hükmeder.
وَهُوَ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ “O, Azîzdir – Alîmdir.”
O Azîz’dir, hükmü geri çevrilemez.
Alîm’dir, hükmettiği şeyin hakîkatını bilir, bilerek hükmeder.
79- فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ “Öyle ise Allah’a tevekkül et.”
Sen Allaha tevekkül et, onların düşmanlığına aldırma.
إِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُبِينِ “Çünkü sen apaçık bir hak üzeresin.”
Hak üzere olan kimsenin, Allahın hıfzına ve yardımına güvenmesi uygun düşer.
80- إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى “Şüphesiz sen, ölülere işittiremezsin.”
Ayet, Hz. Peygamberin onların kendisine taraftar olmaları ve desteklemeleri beklentisini bütünüyle keserek, O’na emredilen Allaha tevekkül emrinin bir başka sebebini beyan eder.[2> Onların ölülere benzetilmeleri, kendilerine okunandan istifade etmemeleri yönündendir. Ayetin devamında ise, sağır kimselere benzetilmişlerdir. Çünkü ölü olan biri aynı zamanda sağır demektir, bir şey duymaz.
وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاء إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ “Ve arkasını dönüp kaçmakta olan sağırlara da daveti duyuramazsın.”
81- وَمَا أَنتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَن ضَلَالَتِهِمْ “Körleri yanlış yoldan vazgeçirip doğru yola getiremezsin.”Çünkü, yolda düzgün gidebilmek görmekle mümkün olur, bunlar ise manen kör kimselerdir.
إِن تُسْمِعُ إِلَّا مَن يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا فَهُم مُّسْلِمُونَ “Sen ancak âyetlerimize iman edip de hakka teslim olanlara duyurabilirsin.”Sen ancak Allahın ilminde ayetlerimize iman edeceklere duyurabilirsin, sözlerin onlara bir fayda verir.
82- وَإِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً مِّنَ الْأَرْضِ “Söylenen başlarına geleceği vakit, bunlar için yerden bir “dâbbe” çıkarırız.”Onlara vaat edilen ahiret ve azabın vakti yaklaşınca onlara bir dâbbe çıkarırız. Kaçan ondan kurtulamaz, yetişmek isteyen de ona yetişemez.Hz. Peygambere dâbbenin nereden çıkacağı soruldu. “Allah nezdinde mescitlerin en hürmete şayan olanından” şeklinde cevap verdi. Yani, Mescid-i Haramdan çıkacağını söyledi.Rivayete göre, dâbbe çıktığında yanında Hz. Musa’nın asası ve Hz. Süleymanın mührü olur.Asa ile mü’minin secde mahalli olan alnına dokunur, onun yüzü bembeyaz olur. Mühür ile de kâfirin burnuna siyah bir nokta koyar, bununla onun yüzü simsiyah olur.
تُكَلِّمُهُمْ أَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِآيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ “Bu onlara, insanların âyetlerimizekesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.”Dâbbenin çıkması ve diğer hâlleri de Allahın ayetlerindendir.Veya ayetlerden murat, Kur’an ayetleri olabilir.
83- وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِن كُلِّ أُمَّةٍ فَوْجًا مِّمَّن يُكَذِّبُ بِآيَاتِنَا “O gün her ümmetten âyetlerimizi yalanlayanları birer grup hâlinde toplarız.”Kıyamet günü her ümmetten, ayetlerimizi yalanlayanları fevc fevc bir araya getiririz.
فَهُمْ يُوزَعُونَ “Bunlar (topluca hesap yerine) sevk edilirler.”
Bunların hepsi bir nizama sokulur, bölük bölük mahşer meydanına sevkedilir.
Ayet, onların sayıca çokluğunu ve bu grupların en önde olanlarıyla en geride olanlarının birbirinden gayet uzak olduklarını anlatmaktadır.
8ّ4- حَتَّى إِذَا جَاؤُوا قَالَ أَكَذَّبْتُم بِآيَاتِي وَلَمْ تُحِيطُوا بِهَا عِلْمًا “Hesap yerine geldiklerinde (Allah) der: Siz ilmen kavramamışken âyetlerimi yalanladınız, öyle mi?”
Mahşer meydanına geldiklerinde kendilerine böyle denilir.
Ayette geçen و vav hâl bildirebilir veya atıf olabilir.
Birinciye göre mana: İlminiz, o ayetlerin künhünü kuşatmadığı hâlde, sathî bir nazarla bakıp ayetlerimi inkar mı ettiniz?!
İkinciye göre mana: Ayetlerimi yalanladınız ve onların hakikatini öğrenmeye yanaşmadınız, öyle mi?
أَمَّاذَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “Yoksa ne yapıyordunuz?!”
“Veya bundan başka ne yapıyordunuz?”
Bu ifade onları susturmak, delilsiz bırakmak içindir. Çünkü, cehaletlerinden dolayı, ilâhî ayetleri yalanlamaktan başka bir şey yapmadılar. Dolayısıyla “biz bundan başka bir şey yaptık” demeye tâkatleri yoktur.
85- وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِم بِمَا ظَلَمُوا “Zulümlerinden dolayı sözü edilen azap başlarına iner.”
Bu sorgulamadan sonra, kendilerine vaat edilen ateşte yanma azabı başlarına gelir. Bunun da sebebi, Allahın ayetlerini yalanlamaları yüzünden zulme düşmeleridir.
فَهُمْ لَا يَنطِقُونَ “Artık onlar konuşamazlar.”
Azapla meşguliyetlerinden dolayı bir mazeret söylemeye de fırsat bulamazlar, bir şey söyleyemezler.
86- أَلَمْ يَرَوْا أَنَّا جَعَلْنَا اللَّيْلَ لِيَسْكُنُوا فِيهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًا “Görmediler mi, geceyi içinde rahat etsinler diye, gündüzü de gösterici (aydınlık) olarak yarattık.”
Şayet bunları görüp de düşünselerdi tevhide ulaşır, haşrin gelmesinin zor olmadığını anlar, peygamberlere kulak verirlerdi. Çünkü nur ve zulmetin peşpeşe ve sabit olmayan bir tarzda gelmesi ancak bunlara hükmeden bir kuvvetle olur. Aynı maddeden zulmeti nura çeviren, ölmüş bedenlerden hayatı çıkarmaya da kâdirdir. Gündüz etrafı aydınlık yapıp insanların maişetlerini temini sağlayan Zat, onların dünya ve ahiret maslahatlarını temin eden ahireti de getirir, peygamberleri de gönderir.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ “Şüphesiz bunda iman eden bir topluluk için ayetler vardır.”İşte bunda, inanan kimseler için tevhid, nübüvvet ve haşre deliller vardır.
87- وَيَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّورِ “O gün sûr’a üfürülür.”Denildi ki: Ayet, ölülerin dirilmesini, “kalk” borusuyla uyanıp ayağa kalkan bir ordunun hâline benzeten bir temsildir.
فَفَزِعَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ “Allah’ın diledikleri müstesna, göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapıldı.”
Bunun mazi ile ifade edilmesi, vukuunun tahakkukundan dolayıdır.
Ayette istisna edilenler,
-Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azraildir.
-Veya huriler, cehennem bekçileri ve hamele-i arş melekleridir.
-Şehitlerdir.
-Hz. Musadır. Çünkü O, bir kere o dehşetli hâli yaşamıştı.[3>
Murat, bunların tamamı olabilir.
وَكُلٌّ أَتَوْهُ دَاخِرِينَ “Ve hepsi boyunları bükük olarak O’na geldiler.”
Onların hepsi, sura ikinci üfürülüşten sonra zelil bir hâlde mahşer meydanına gelirler.
88- وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً “Dağları görür, onları camid sanırsın.”
Sen onları yerlerinde sabit zannedersin.
وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ “Hâlbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler.”
Hâlbuki onlar bulutlar gibi süratli bir şekilde geçip gitmektedir. Çünkü, büyük cirimler aynı hızla hareket ettiklerinde hareketlerinin farkına varılmaz.
صُنْعَ اللَّهِ الَّذِي أَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍ “Bu, her şeyi mükemmel yapan Allahın sanatıdır.”
إِنَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ “Şüphesiz O, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”
Allah, yaptığınız fiillerin hem dış görünüşlerini, hem de iç yüzlerini bilir, ona göre size karşılık verir. Ayetin devamı bunu açıklamaktadır:
89- مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِّنْهَا “Kim iyilikle gelirse, ona daha hayırlısı vardır.”
Çünkü, yaptığı bu iyiliğe karşılık kendisine verilen sevapla,
-Kıymetsiz bir şey kıymettar olanla,
-Fani olan bâki olanla değiştirilmiş,
-Yaptığı bir iyiliğe yediyüz kat mükafat verilmiştir.
-Veya bu iyiliğine mukabil, cennet gibi bir ödül verilmiştir.
وَهُم مِّن فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ آمِنُونَ “Ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar.”
Onlar, o kıyamet gününün azap korkusundan güven içindedirler. Seksen yedinci ayette bildirilen korku ise, mü’min – kâfir herkesi içine alan bir korkudur. Çünkü dehşetli bir hâli gören herkes, fıtrî olarak ondan korkar.
90- وَمَن جَاء بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ “Her kim de kötülükle gelirse, yüzleri ateşte kavrulur.”Denildi ki: Seyyieden murat, şirktir. (Bakara, 195) ayetindeki elden murat onların bizzat kendileri olduğu gibi, burada da yüzden murat da onların kendileri olabilir.[4>
هَلْ تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “Başka değil ancak yaptığınız amellerin cezasını çekeceksiniz.”
91- إِنَّمَا أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ رَبَّ هَذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذِي حَرَّمَهَا “Ben ancak burayı mu kaddes kılan bu beldenin Rabbine ibadet etmekle emrolundum.”Cenab-ı Hak, dünya – ahiret ve kıyamet hâllerinin şerhinden sonra, Hz. Peygambere, muhatabı olan kimselere böyle demesini emretti. Çünkü hakka davet tamamlanmış ve kemâlini bulmuştur. Artık peygambere düşen görev kendi kendine yönelmek ve Rabbinin ibadetine müstağrak olmaktır.
Cenab-ı Haktan “burayı mukaddes kılan bu beldenin Rabbi” şeklinde söz etmek, Mekke için bir teşriftir ve şanına bir tazimdir.
وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍ “Ve her şey ancak Onundur.”Yaratma ve tasarruf yönüyle her şey O’nundur.
وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْمُسْلِمِينَ “Ayrıca, müslümanlardan olmam bana emredildi.”
Ve ben İslâma teslim olan, boyun eğenlerden olmakla emrolundum.
Bundan murat “İslâm dini üzere sebât etmekle emrolundum” manası da olabilir.
92- وَأَنْ أَتْلُوَ الْقُرْآنَ “Ve Kur’ân’ı okumam emredildi.”Ve Kur’an okumaya devam etmekle emrolundum. Ta ki onu parça parça okurken hakikatleri bana açılsın, inkişaf etsin.
“Kur’an okumaktan” murat, ona tâbi olmak da olabilir.
فَمَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ “Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur.”Kim bana ittiba ile doğru yola gelirse, menfaati kendisine ait olacaktır.
وَمَن ضَلَّ فَقُلْ إِنَّمَا أَنَا مِنَ الْمُنذِرِينَ “Kim de yoldan saparsa, de ki: Ben ancak uyarıcılardanım.”
Kim de bana muhalefetle yoldan çıkarsa, onun dalaletinin vebâli bana ait değildir. Çünkü, peygambere düşen ancak tebliğdir. Ben, bana ait olan görevi yaptım.
9ِِ3- وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ “Ve de ki: Elhamdülillah (Hamd, Allah’a mahsustur.)”
De ki: Nübüvvet nimetine veya bana öğrettiği, kendisiyle amele muvaffak kıldığı şeylerden dolayı Allaha hamdolsun.
سَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ فَتَعْرِفُونَهَا “O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız.”
Allah size dünyada Bedir Vakası ve dâbbetü’l-arzın çıkışı gibi büyük ayetlerini gösterecektir.
Gösterileceği bildirilen ayetler, ahiretteki dehşetli durumlar da olabilir.
Siz de bunların Allahın ayetleri olduğunu tanıyacaksınız. Lakin bunu bilmeniz, iş işten geçtikten sonra olacaktır.
وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ “Rabbin, yaptıklarınızdan gafil değildir.”
Dolayısıyla, azabınızı tehir etmesini, yaptığınızdan gafil olduğundan dolayı sanmayınız.
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Neml sûresini kim okusa, Süleyman, Salih, İbrahim ve Şuayb peygamberleri tasdik eden ve yalanlayanlar sayısınca ecre nâil olur. Kabrinden “La ilâhe ilallah” diyerek çıkar.”
[1> Aslında Kur’an bütün insanlara hidayet ve rahmet olmak üzere gönderilmiştir. Ama ondan istifade edenler özellikle mü’minler olduğundan, bu ayette meselenin bu yönüne dikkat çekilmiştir.
[2>Yani, onlar manen ölüdürler, onlardan ne yardım bekleyebilirsin?
[3> Tur’da Cenab-ı Hakkın rüyetini isteyince Cenab-ı Hak dağa tecelli etmiş, dağ parça parça olurken Hz. Musa da dehşetten baygın olarak yere düşmüştü.
[4> Buna “zikr-i cüz, irade-i küll”, yani “bir parçayı söyleyerek onun bağlı olduğu bütünü murat etmek” denilir.