222. DERS (Hac Suresi, 49 - 57) Vahiy ve Şeytan

49- قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا أَنَا لَكُمْ نَذِيرٌ مُّبِينٌ “De ki: Ey insanlar! Ben size ancak apaçık bir uyarıcıyım.”Sizi uyardığım şeyi size açıklıyorum.

Ayette hitap geneldir, bütün insanlaradır. Ayrıca devamında hem ehl-i iman, hem de ehl-i küfür anlatılmaktadır. Bir de Hz. Peygamber aynı zamanda müjdelemek için de gönderilmişken, ayette uyarıcı olması yönünün nazara verilmesi, kelâmın evvelinin ve sevkinin müşrikler için olmasındandır. Mü’minlerin ve onlara verilecek sevabın zikri, müşriklerin ğayzlarını ziyade kılmak içindir.

 

50- فَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ “İşte iman edip salih amel işleyenler için hem bir mağfiret, hem de kerîm bir rızık vardır.”

İman eden ve salih amel işleyenler için, kendilerinden sadır olan hatalar için bir mağfiret vardır.Ayette geçen “kerîm bir rızık”tan murat, cennettir.

Kerîm, her nevin en üstünlerini toplayan demektir.

 

51- “Ayetlerimizi geçersiz kılmak için gayret gösterenler var ya, işte onlar cehennem ashabıdır.”Kabul ve tahkik ile ayetlerimizi yaymaya çalışanlara karşı, yarışırcasına red ve ibtal ile aleyhinde koşuşanlar var ya, işte onlar cehennem ashabıdır.

 

5ّ2- وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رَّسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ إِلَّا إِذَا تَمَنَّى أَلْقَى الشَّيْطَانُ فِي أُمْنِيَّتِهِ “Senden önce hiçbir rasûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın.”

Rasûl – Nebi Farkı

Rasûl, Allahın yeni bir şeriatla gönderdiği peygambere denir. Rasûl, insanları o yeni şeriata davet eder. Nebi ise, hem “rasûl” manasında kullanılabilir, hem de önceki şeriata uymakla mükellef olan peygambere denir. Mesela, Hz. Musa ile Hz. İsa arasındaki İsrailoğullarının peygamberleri böyledirler. Bundan dolayı Hz. Peygamber (asm) ümmetinin âlimlerini onlara benzetmiştir. Bu durumda nebi, rasûlden daha geneldir. Şu rivayet de buna delalet eder:

Hz. Peygambere nebilerin sayısı soruldu. “Yüzyirmidörtbin” diye cevap verdi. “Bunlardan kaçı rasûl” denildi. “Üçyüz onüçü” buyurdu.

Denildi ki: Rasûl, mu’cize sahibi olması yanında, kendisine bir kitap indirilendir. Nebi ise rasûlden farklıdır. Ona kitap inmemiştir.

Denildi ki: Rasûl, meleğin vahiy getirdiğidir. Nebi ise, kendisine söylenen ve kendisine rü’yada vahyedilendir.

O rasûl ve o nebi, iç dünyasında hoşuna giden bir şeyi tasarladığında şeytanın onun dileğine kendisini dünya ile meşgul edecek bir müdahalesi olur. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Kalbime bazı istekler geliyor. Ben de günde yetmiş defa Allaha istiğfar ediyorum.”

فَيَنسَخُ اللَّهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ “Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir.”

Allah, şeytanın o müdahalesini iptal eder, peygamberi ismeti ile ona meyletmekten kurtarır, o vehmi izale edecek şeye irşatta bulunur.

ثُمَّ يُحْكِمُ اللَّهُ آيَاتِهِ “Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır.”

Sonra Allah, ahirete tam yönelmeye sevkeden ayetlerini muhkem kılar.

وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ “Allah, Alîm’dir – Hakîm’dir.”

Allah Alîm’dir, insanların hâllerini bilir. Hakîm’dir, onlara hikmetle muamelede bulunur.

Denildi ki: Hz. Peygamber kendi iç dünyasında meskenet hâlinin son bulmasını tasavvur etmişti, bu ayet nazil oldu.

Denildi ki: Hz. Peygamber büyük bir hırsla kavminin imanını istemekteydi, onları imana yaklaştıracak bir şeyin inmesini arzuluyordu. Bu hâlde iken onların meclisinde olduğu bir sırada Necm sûresi kendisine nazil oldu. Onlara sûreyi okumaya başladı. (Süleyman) kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?” (Necm, 19-20) ayetine gelince şeytan kendisine vesvese verdi, lisanı sehven “bunlar ulu kuğulardır, bunların şefaatleri umulur” deyiverdi. Müşrikler bunu duyunca sevindiler, hatta Hz. Peygamber sûrenin sonundaki secde ayeti münasebetiyle secdeye vardığında onlar da secde ettiler. Öyle ki, o mecliste mü’min olsun kâfir olsun secde etmeyen kalmadı.

Sonra Hz. Cebrail Hz. Peygambere durumu bildirdi. Hz. Peygamber çok üzüldü. Allahu Teâlâ bu ayetle peygamberini teselli etti.

Bu rivayet, tahkik ehli nezdinde merduddur, yani reddedilmiştir, sahih değildir.

Faraza sahih de olsa, Allahtan bir imtihan olur. Böyle bir olayla imanda sebat edenle, onda sarsıntı yaşayan birbirinden ayırt edilir.

Hz. Peygamberin ayette nazara verilen ümniyesi, bu rivayete göre Kur’anı okuması olur. Şeytanın buna ilkâsı ise, üstteki ifadeleri yüksek sesle söylemesidir. Öyle ki dinleyenler bunu Hz. Peygamberin kıraatinden zannetmişlerdir.

Üstteki rivayet Kur’ana güveni ihlal etmesi yönünden de reddedilmiştir. Buna, “Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır.” kısmıyla cevap vermek yeterli olmaz. Çünkü, rivayeti kabul ettiğimizde bu kısmın da öyle olması ihtimal dahilinde olur.Ayet, peygamberler için sehivde bulunmanın ve şeytanın kendilerine vesvese vermesinin cevazına delâlet eder.

 

 53- لِيَجْعَلَ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ فِتْنَةً لِّلَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم “Allah, şeytanın ilka ettiğini, kalplerinde bir hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan kimseler için bir fitne kılar.”Ayetin bu kısmı, şeytana bu imkânın verilmesinin illetini beyan eder. Bu ise, yapılan ilkânın açık olup, hem hak yolda hem de batıl yolda olanın onu bildiğine delâlet eder.

Kalpte olan hastalık, şek ve nifaktır.[1>

Kalbi katı olanlardan murat ise, müşriklerdir.

مَّرَضٌ وَالْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَفِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ “Şüphesiz o zalimler uzak bir ayrılık için dedirler.”

Zalimlerden murat, kalbinde maraz olanlar ve kalbi katı olanlardır. Bunları zamirle ifade etmek yerine “zâlimler” diye nitelemesi, zâlim olduklarını bildirmek içindir.

O zalimler,

-Haktan,

-Veya Hz. Peygamber ve mü’minlerden uzak bir ayrılık içindedirler.

 

54- وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ “Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar, onun şüphesiz Rabbinden bir gerçek olduğunu bilsinler.”

Kendilerine ilim verilenler ise, Kur’anın hak olup Allah tarafından indirildiğini bilirler.

Veya şeytana bu ilka imkânının verilmesinin Allahtan sâdır olan bir hak olduğunu bilirler. Çünkü Allahu Teâlânın Hz. Âdem’den beri insanlarda âdeti böyle cereyan etmektedir.

فَيُؤْمِنُوا بِهِ فَتُخْبِتَ لَهُ قُلُوبُهُمْ “Ve ona iman etsinler de kalpleri ona saygı duysun.”

Kalpleri tam bir teslimiyetle ve haşyetle buna inanır.

وَإِنَّ اللَّهَ لَهَادِ الَّذِينَ آمَنُوا إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ “Ve Allah, iman edenleri doğru bir yola eriştirendir.”Allah, hangi konuda bir müşkile düşseler, ehl-i imana hidayette bulunur.

Burada “doğru bir yol”, “sırat-ı müstakim”den murat, o konuda kendilerini hakka ulaştıran sahih bir nazar, yani doğru bir bakıştır.

 

5ّ5- وَلَا يَزَالُ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي مِرْيَةٍ مِّنْهُ حَتَّى تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً أَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَقِيمٍ “İnkâr edenler kendilerine ansızın o saat gelinceye veya akîm bir günün azabı gelinceye kadar, ondan şüphe etmekte devam edip giderler.”

İnkarcıların şek ve tereddütü,

-Kur’an,

-Hz. Peygamber,

-Veya şeytanın Hz. Peygamberin arzusuna müdahalesi hakkında olabilir. İlgili rivayete göre “Önce putları hayırla yâd etti, sonra da onları inkâr etti” demektedirler.

Saatten murat,

-Kıyamet,

-Kıyamet alâmetleri,

-Veya ölümdür.

 “Akîm bir günün azabı”

Bu, Bedir harbinde olduğu gibi, katledilecekleri güne işaret eder.

-Bu günden “yevm-i akîm” yani “kısır gün” şeklinde bahsedilmesi, kadınların evladı o günde öldürülünce, sanki o kadınlar kısır gibi olur, böylece nesilleri kesilir.

-Veya şundandır: Savaşanlar, savaşın çocuklarıdır. Öldürüldükleri zaman savaşacak kimse kalmaz. Bu vasfın güne nisbet edilmesi mecazendir.

-Veya o günde kendilerine bir hayır olmadığındandır.

-Rüzgâr, yağmura vesile olmaz, ağaçları aşılamazsa, böylesi rüzgâra “rîh-ı akîm” yani “kısır rüzgar” denilir.

-Veya Bedir harbinde melekler de savaştığından, o günün misli olmadığı cihetle böyle denilmiştir.

-Veya, önceki ifadede geçen “saat”ten murat kıyametten başkası ile açıklanma durumunda, “akîm gün”den murat da kıyamet günü olur.

 

56- الْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ لِّلَّهِ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ “O gün hükümranlık yalnız Allah’ındır, O aralarında hükmünü verir.”Onların şüphelerinin ortadan kalkacağı günde mülk Allahındır. Allah, o günde mü’minler ve kâfirler arasında hükmeder, yaptıklarının karşılığını verir.

فَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ “Artık iman edip Salih amel yapanlar naim cennetlerindedir.”

 

57- وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا فَأُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُّهِينٌ “İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar ise, işte bunlar için zillet verici bir azap vardır.”

Ayetin üslûbunda, mü’minlere cennet verilmesinin Allahtan bir lütuf iken, kâfirlerin cezalandırılmalarının kendi amelleri sebebiyle olduğuna bir tenbih vardır.


[1> Bu, münafıkların özelliğidir. Zira onlar, gelen vahiyle alakalı şüphe ve tereddütler taşırlar.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
22. Hac
Gönderi tarihi: 14-04-2014
1,059 kez okundu
Block title
Block content