38- إِنَّ اللَّهَ يُدَافِعُ عَنِ الَّذِينَ آمَنُوا “Şüphesiz Allah iman edenleri müdafaa eder.Şüphesiz Allah, müşriklerin o hile ve tuzaklarına karşı, iman edenleri müdafaa eder.
إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ خَوَّانٍ كَفُورٍ “Çünkü Allah hiçbir hain nankörü sevmez.”
Çünkü Allah, emanetine hıyanet eden hainleri ve kestiği kurbanla putlara yakınlık aramak tarzında nimetine nankörlük edenleri sevmez. Yani onların fiiline razı olmaz ve onlara yardım etmez.
39- أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا “Kendilerine savaş açılanlara, zulme uğramaları sebebiyle (savaş) için izin verildi.”Bunlar, Hz. Peygamberin ashabıdır, müşrikler onlara işkence ediyorlardı. Sahabeler, Hz. Peygamberin yanına kâh vurulmuş, kâh yaralanmış bir vaziyette geliyor, yapılan zulmü anlatıyorlardı. Hz. Peygamber onlara şöyle diyordu: “Sabredin, ben savaşla emrolunmadım.” Sonra hicret gerçekleşti ve peşinden bu ayet nazil oldu.
Yetmiş kadar ayette savaş yasaklanmış iken, bu ayet savaşa izin hususunda ilk nazil olan ayettir.
وَإِنَّ اللَّهَ عَلَى نَصْرِهِمْ لَقَدِيرٌ “Şüphe yok ki Allah onlara yardım etmeğekadirdir.”
Cenab-ı Hak önceki ayette kâfirlerin ezasını onlardan def etmeyi vaat ettiği gibi, burada da onlara zaferi vaat buyurdu.
40- الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِن دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ إِلَّا أَن يَقُولُوا رَبُّنَا اللَّهُ “Onlar “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden başka bir sebep olmaksızın haksız yere yurtlarından çıkarıldılar.”
Onlar, diyarları olan Mekkeden hiçbir haklı gerekçe olmadan çıkarıldılar. Tek suçları “Rabbimiz Allah” demeleri idi.Bu üslûb, Nabiğa’nın “Onların tek kusuru, askerlerinin kılıçlarında açılan gediklerdir” dediği tarz bir durumdur.[1>
وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّهِ النَّاسَ بَعْضَهُم بِبَعْضٍ لَّهُدِّمَتْ صَوَامِعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ فِيهَا اسْمُ اللَّهِ كَثِيرًا “Şayet Allah insanların bir kısmını bir kısmı ile defetmeseydi manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın adı çok anılan mescidler elbette yıkılırdı.”
Şayet Allah, mü’minleri kâfirler üzerine sevk etmeseydi, müşriklerin dindarlara hücumuyla şunlar harap olurdu:
Ruhbanların manastırları, Hristiyanların kiliseleri, Yahudilerin havraları ve Müslümanların mescidleri.Yahudilerin havralarına ayet metninde “salâvat” denilmesi, buralarda namaz kılınmasındandır.
Denildi ki: Aslı İbranice olup, Arabçalaştırılmıştır.
“Allah’ın adı çok anılan…”
Bu kısım, evvelindeki dört mabed türüne de bakabilir.[2>
Veya bundan murat, özellikle Müslümanların mescitleridir, üstünlüğünü göstermek için bu şekilde zikredilmiştir.
وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ “Şüphesiz Allah kendine yardım edene yardım edecektir.”
Allaha yardımdan murat, dinine yardımdır.
Allahu Teâlâ vaadini yerine getirdi. Muhacir ve Ensarı Arabların reislerine, Acemlerin Kisra ve Kayserlerine saldırttı, onların diyarlarına varis yaptı.
إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ “Şüphesiz Allah Kavî’dir – Azîz’dir.”Allah Kavî’dir, onlara yardıma gücü yeter.Aziz’dir, hiçbir şey O’na mani olamaz.
41- الَّذِينَ إِن مَّكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ “Onlar öyle kimselerdir ki, kendilerini yeryüzünde iktidar mevkiine getirirsek namazı ikame ederler, zekâtı verirler, iyiliği emredip kötülüğü yasaklarlar.”
Bunlar, diyarlarından çıkarılan Müslümanların vasıflarıdır. Cenab-ı Hak böyle bir hâl gelmezden önce onları sena etmektedir.[3>
Ayette dört halifenin hilafetlerinin sıhhatine bir delil vardır. Çünkü onlar dışında muhacirlerden hiç kimse bu özellikleri kendinde cem etmemiştir.
Denildi ki: Burada anlatılanlar, bir önceki ayette nazara verilen “Allahın dinine yardım edenler”den bedel de olabilir.
وَنَهَوْا عَنِ الْمُنكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ “Bütün işlerin sonu Allah’a âittir.”
Çünkü bütün işlerin mercii, O’nun hükmüdür.
Bunda, vaat edileni te’kid vardır.
42- وَإِن يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَثَمُودُ “Eğer seni yalanlıyorlarsa, bil ki onlardan önce Nûh kavmi, Âd ve Semûd da yalanlamışlardı.”
43- وَقَوْمُ إِبْرَاهِيمَ وَقَوْمُ لُوطٍ “İbrahim’in kavmi ve Lût’un kavmi de.”
44- وَأَصْحَابُ مَدْيَنَ “Medyen halkı da.”Ayet, Hz. Peygambere bir tesellidir. Çünkü kavmi Onu yalanlıyorsa, bu ilk defa olan bir şey değildir. İşte bu ayette nazara verilen kavimler de, O’nun kavminden önce kendi peygamberlerini yalanlamışlardı.
وَكُذِّبَ مُوسَى “Musa da yalanlandı.”
Burada üslûbun değişmesi, Hz. Musayı yalanlayanların kendi kavmi değil Kıbti’ler olmasındandır. Ayrıca O’nun yalanlanması en çirkin bir durumdur. Çünkü kendisine büyük ve şüyu bulan mu’cizeler verilmişti.
فَأَمْلَيْتُ لِلْكَافِرِينَ “Ben de o kâfirlere mühlet verdim.”
ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ “Sonra da onları şiddetle yakaladım.”
فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ “Onları cezalandırmam nasıl oldu!?”
Benim onlara cevabım nasıl oldu?!Nimetlerini mihnete, hayatlarını ölüme, mamurelerini harabeye çevirdim.
45- فَكَأَيِّن مِّن قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ “Nice beldeler vardı ki, zulüm yaparlarken biz onları helak ettik.”
Beldenin helâki ve zâlim olmasından murat, ahalisinin helâki ve zâlim oluşudur.
فَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَى عُرُوشِهَا “Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır.”Bunların duvarları tavanlarının üzerine yıkılmıştır.Bu şöyle olabilir: Binalar atıl kalınca tavanları çöker. Sonra duvarlar yıkılır, yıkılan duvarlar tavanın üzerine düşer.
Veya bu, binaların tavanı olsa ve yıkılmasa bile, onların bomboş olmasını anlatmaktadır.
وَبِئْرٍ مُّعَطَّلَةٍ وَقَصْرٍ مَّشِيدٍ “(Geriye kalan) Terkedilmiş kuyular ve heybetli saraylardır.”
O yerleşim alanlarında şimdi nice âtıl kuyular vardır. Artık oralar terk edildiğinden ve kimse yaşamadığından, bu kuyulardan su içen de yoktur.
Oralarda ıssız kalmış köşkler vardır. Buralar sakinlerinden hâlidir.
46- أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ “Yeryüzünde dolaşmadılar mı?”
Ayet, insanları helâk olmuş ümmetlerin yaşadıkları yerlere gidip, o harabelerden ibret almaya teşvik eder.
Ayetin muhatapları her ne kadar oralara daha önce gitmişlerse de, bunun için gitmemişlerdi.
فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا “Ta ki akledecek kalpleri olsun.”
Ta ki görmüş olduklarından ibret alarak ve istidlâlde bulunarak tevhide ulaşsınlar.
أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا “Veya işitecek kulakları olsun.”
Kalıntılarını gördüklerinin hâlinden ders alıp vahye kulak versinler, nasihatleri dinlesinler.
فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ “Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz.”
وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ “Lakin sadırlardaki kalpler kör olur.”
Yani, aslında onların duyularında bir problem yok. Lakin akılları,
-Hevâya uyarak,
-Taklide dalarak devre dışı kaldı.
Ayette “sadırlarda” kaydının gelmesi,
-Te’kid içindir.
-Mecazi olduğunu düşünmeyi nefyeder.
-Gerçek körlüğün, insanlar içinde bilinen şekliyle körlük olmadığına tenbihte bulunur.
Sebeb-i nüzûl
Denildi ki: “Kim bu dünyada kör ise ahirette de kördür.” (İsra, 72) ayeti indiğinde, İbnu Ümmi Mektum, “Ya Rasûlallah, ben dünyada âmâyım. Ahirette de mi âmâ olacağım?” diye sorunca, üstteki ayet nazil oldu.
47- وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ “Bir de senden acele azap istiyorlar.”
وَلَن يُخْلِفَ اللَّهُ وَعْدَهُ “Hâlbuki Allah asla va’dinden caymaz.”
Onlar, kendilerine vaad edilen azabın bir an önce gelmesini istiyorlar. Allah ise, vaadinde asla hulfetmez. Çünkü O’nun hakkında haber verdiği şeyin tersi olması imkânsızdır. Dolayısıyla tehdit ettiği şeyler, bir müddet sonra da olsa mutlaka kendilerine isabet edecektir.
Lakin O, Sabûrdur, ceza vermekte acele etmez.
وَإِنَّ يَوْمًا عِندَ رَبِّكَ كَأَلْفِ سَنَةٍ مِّمَّا تَعُدُّونَ “Şüphesiz Rabbinin nezdinde bir gün, sizin saydığınızdan bin yıl gibidir.”Ayet, O’nun sabrının ne kadar geniş olduğunu ve acele etmeyişini anlatır. Öyle ki, çok uzun bir zaman dilimi bile, O’na nisbetle bir gün hükmündedir.
Bundan murat, azabının devamını ve günlerinin uzunluğunu haber vermek de olabilir.
Veya zor günlerin, insana çok uzun gelmesi itibarıyla bir değerlendirme de olabilir.
48- وَكَأَيِّن مِّن قَرْيَةٍ أَمْلَيْتُ لَهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ “Zalim oldukları halde kendilerine mühlet verdiğim nice belde vardır.”Aslında gelen azap, o beldelerin ahalisine gelmişken doğrudan beldelere nisbet edilmesi, azabın genel olduğunu göstermek ve bununla korkutmaktır.
Size mühlet verdiğim gibi, onlara da mühlet vermiştim.
Onlar da sizin gibi zalimler idi.
ثُمَّ أَخَذْتُهَا “Sonunda onları cezalandırdım.”
وَإِلَيَّ الْمَصِيرُ “Dönüş ancak banadır.”
Hepsinin dönüp dolaşacağı yer, benim hükmümdür.
[1>Yani, aslında bu hal bir kusur olmayıp onların kemalini gösterir. Onun gibi, “Rabbimiz Allah” demek aslında bir suç değil, olması gereken bir özelliktir.
[2> O zaman mana şöyle olur: “Eğer Allah insanların bir kısmını bir kısmı ile defetmeseydi Allah’ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler elbette yıkılırdı.”
[3> Bu, “Belâ’dan önce sena” şeklinde ifade edilmektedir. Yani Allah, onlar daha o hali kendilerinde göstermezden önce sanki göstermişler gibi kendilerini övmüştür. O zamana kadarki tavırları, ilerde geniş imkânlar bulduklarında nasıl davranacaklarının da bir göstergesi gibidir. Kaldı ki Allah, her şeyi kuşatan ilmiyle onların neler yapacaklarını zaten bilmektedir.