11- وَمِنَ النَّاسِ مَن يَعْبُدُ اللَّهَ عَلَى حَرْفٍ “İnsanlardan kimi de Allah’a kenarından ibadet eder.”Ordunun kenarında bekleyip de zafer kazanılırsa orda kalan, değilse kaçan kimse misali dinin kenarında kalır, onda bir sebatı yoktur.[1>
فَإِنْ أَصَابَهُ خَيْرٌ اطْمَأَنَّ بِهِ “Eğer kendisine bir hayır dokunursa, gönlü onunla hoş olur.”
وَإِنْ أَصَابَتْهُ فِتْنَةٌ انقَلَبَ عَلَى وَجْهِهِ “Ve eğer başına bir fitne gelirse, yüzüstü dönüverir.”
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, ayet Medineye gelen bedeviler hakkında indi. Onlardan biri bedeni sıhhatli, atı süratli, evladı çok, malı ve davarı ziyade olduğunda “dinime girdiğimden bu yana hep hayır elde ettim” diyor, mutmain oluyordu. Ama durum tersine olursa “ancak bana şer isabet etti” diyor, dinden dönüyordu.
Ebu Saîdden şöyle rivayet edilir: Yahudinin biri İslâma girdi, peşinden bir takım musibetlerle karşı karşıya kaldı, bunları İslâm’dan bilerek Hz. Peygambere vardı, “beni muaf tut (eski dinime döneyim)” dedi. Hz. Peygamber, “İslam’dan dönüş olmaz” buyurdu.
خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةَ “O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de.”
Dinden irtidad ettiği (döndüğü) için
-Dünyada ismetsizdir, yani kanı hederdir, korumasızdır.
-Ahirette de ameli boşa gitmiştir.
ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ “İşte bu, apaçık hüsranın ta kendisidir.”
Çünkü, böyle bir hüsranın (zararın) misli yoktur.
12- يَدْعُو مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنفَعُهُ “Allah’ı bırakır da kendine bir zarar ve bir menfaat vermeyecek şeylere yalvarır.”
Cansız putlara tapar. Bunlar ise bizâtihi zarar ve fayda veremez.
ذَلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَعِيدُ “İşte bu, büsbütün yoldan çıkmaktır.”
13- يَدْعُو لَمَن ضَرُّهُ أَقْرَبُ مِن نَّفْعِهِ “Zararı faydasından daha yakın olana tapar.”
Putlara tapan kimseler bunlara ibadetle,
-Şefaat bekliyorlar,
-Ve Allaha bunlarla yakınlık talep ediyorlar. Ama bu ibadetleriyle kendilerini şu dünyada katle, ahirette ise azaba maruz bırakıyorlar.
لَبِئْسَ الْمَوْلَى وَلَبِئْسَ الْعَشِيرُ “O, ne kötü yardımcı ve ne fena yoldaştır!”
Tapmış olduğu o batıl mabut, ne kötü bir yardımcı ve ne kötü bir sahiptir.
14- إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ “Şüphe yok ki Allah, iman edip salih amelleri işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere koyar.”
إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ “Şüphesiz Allah dilediğini yapar.”Salih tevhid ehline sevap verir, şerli şirk ehlini de cezalandırır. Verdiğine karşı çıkacak ve engel olacak yoktur.
15- مَن كَانَ يَظُنُّ أَن لَّن يَنصُرَهُ اللَّهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ إِلَى السَّمَاء ثُمَّ لِيَقْطَعْ “Allah’ın ona dünya ve ahirette asla yardım etmeyeceğinisanan kimse, hemen yukarıya bir ip uzatsın, sonra kendini assın.”
فَلْيَنظُرْ هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغِيظُ “Baksın, bu hilesi kendisini öfkelendiren şeyi giderecek mi?”Allah, rasûlüne dünyada ve ahirette yardım eder. Her kim kininden dolayı bunun tersini zanneder ve öyle bir beklenti içinde olursa, kin ve şikâyetini gidermek için kin ile dolan veya halinden şikâyetçi olanların yaptığı gibi evinin seması olan tavana bir ip assın ve intihar etsin.
Denildi ki: Dünya semasına bir ip uzatsın, sonra bütün mesafeyi kat edip peygambere gelecek yardımı engellemeye çalışsın.
Denildi ki: Müslümanlardan bazısı aceleciliklerinden ve müşriklere karşı kinlerinden dolayı Allahın yardımının bir an önce gelmesini istiyor, ilâhî yardımın geciktiğini düşünüyorlardı. Ayet, onlar hakkında nazil oldu.
16- وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ “İşte biz onu böylece, apaçık âyetler olarak indirdik.”
Bunu indirdiğimiz gibi, Kur’anın tamamını apaçık ayetler olarak indirdik.
وَأَنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يُرِيدُ “Ve şüphesiz Allah dilediğini doğru yola eriştirir.
Allah bu Kur’an ile dilediğine hidayet eder veya zâten hidayette olanı da hidayet üzere sabit kılar.
17- إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالصَّابِئِينَ وَالنَّصَارَى وَالْمَجُوسَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُوا إِنَّ اللَّهَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Şüphesiz o iman edenler, Yahudi olanlar, Sabiîler, Hristiyanlar, ateşe tapanlar ve Allah’a şirk koşanlar (yok mu?) Allah, kıyamet günü bunların arasını şüphesiz ayıracaktır.”
Allah, bütün bunların arasında hükmedecek, hak yolda olanı batıl yolda olandan ayıracak.
Veya ceza yönünden ele alınırsa, Allah onların her birine layık olduğu şeyle karşılık verecek, onun için hazırlamış olduğu yere kendisini gönderecek.
Ayette, tahkik edatı olan اِنَّ “inne”nin, cümlenin her iki tarafında yer alması, ziyadesiyle te’kid etmek içindir.
إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ “Çünkü Allah her şeye şahittir.”
Allah her şeyi bilir, onun hâllerini gözetir.
18- أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يَسْجُدُ لَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَابُّ وَكَثِيرٌ مِّنَ النَّاسِ “Görmedin mi, göklerdekiler, yerdekiler, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde ediyor.”
Göklerde ve yerde olanların hepsi, O’nun kudretine musahhardır, O’nun tedbirine göre hareket eder.Bunların her biri zilletiyle, Müdebbirinin azametine delâlet eder.
Ayette, akıl sahipleri için kullanılan “men” ifadesi, tağlip yoluyla diğer varlıkları da içine alabilir. Bu durumda, ayetin devamında gelen varlıklar, üstteki genel ifadeye dâhil fertler olarak nazara verilmiş olur. Bunların ayrıca zikri,
-Bunların bilinen varlıklar olması,
-Secdenin bunlardan uzak görülmesi sebebiyledir.
وَكَثِيرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُ “Birçoğunun üzerine de azab hak olmuştur.”
Pek çoğuna ise, küfrü ve taatten kaçınması sebebiyle, azap hak olmuştur.
Ayetin bu kısmı, azabı hak edenlerin çokluğunu göstermek için tek cümle olarak da ele alınabilir: Yani, “İnsanların çoğu ve pek çoğu ise, üzerine azap hak olmuştur.”
وَمَن يُهِنِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن مُّكْرِمٍ “Allahın zelil kıldığını şerefli yapacak biri yoktur.”
Allahın şekavetle zelil kıldığını, saadet vererek şerefli kılacak kimse yoktur.
إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يَشَاء “Şüphesiz Allah dilediği şeyi yapar.”
Allah, itibarlı veya zelil kılmak gibi tasarruflarda, dilediğini yapar.
19- هَذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا فِي رَبِّهِمْ “Şu ikisi Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır.”
Bu iki hasımdan murat, mü’minler ve kâfirlerdir.
Bunlar, Rableri hususunda
-Onun dini,
-Veya zât ve sıfatlarında birbirleriyle tartıştılar, hasım oldular.
Sebeb-i Nüzûl
Denildi ki: Ayetten murat mü’minler ve Yahudilerdir. Yahudiler şöyle dediler: “Biz Allaha daha yakınız, Kitabımız Kitabınızdan daha eski, Peygamberimiz Peygamberinizden daha önce.”Mü’minler de şöyle dediler: “Biz Allaha daha yakınız. Hem Hz. Muhammede, hem sizin peygamberinize, hem de Allahın gönderdiği bütün
kitaplara iman ettik. Siz ise, bizim Kitabımızı ve Peygamberimizi tanıyorsunuz, ama hased sebebiyle inkâr ettiniz.”İşte, bu tartışma sonucu üstteki ayet nazil oldu.
فَالَّذِينَ كَفَرُوا قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِّن نَّارٍ “O’nu inkar edenler için ateşten elbiseleri biçilmiştir.”
Ayetteki فَ “fe” fasıl içindir, bu hasımlık sonucunda her iki tarafın durumu beyan edilmeye başlanmıştır. Şu ayette bunun açıktan ifade edildiğini görürüz:
“Şüphesiz o iman edenler, Yahudi olanlar, Sabiîler, Hristiyanlar, ateşe tapanlar ve Allah’a şirk koşanlar (yok mu?) Allah, kıyamet günü bunların arasını şüphesiz ayıracaktır.” (Hacc, 17)Elbisenin bedeni kuşatması gibi, cehennem ateşi bunları kuşatır.
يُصَبُّ مِن فَوْقِ رُؤُوسِهِمُ الْحَمِيمُ “Başlarının üstünden kaynar su dökülür.”
20- يُصْهَرُ بِهِ مَا فِي بُطُونِهِمْ وَالْجُلُودُ “Bununla karınlarında olanlar ve derileri eritilir.”
Üzerlerine dökülen kaynar su, şiddetli sıcaklığıyla onların derilerini erittiği gibi, iç organlarını da eritecektir.
21- وَلَهُم مَّقَامِعُ مِنْ حَدِيدٍ “Bir de bunlara demirden kamçılar vardır.”
22- كُلَّمَا أَرَادُوا أَن يَخْرُجُوا مِنْهَا مِنْ غَمٍّ أُعِيدُوا فِيهَا “Maruz kaldıkları birgamdan dolayı oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri döndürülürler.”
Çıkarlar, ama yine o hâle döndürülürler. Çünkü “geri döndürülmek” ancak çıktıktan sonra olur.Denildi ki: Ateşin alevi onlara vurur, kendilerini ateşin üstüne yükseltir.
Orada da kendilerine demirden kamçılarla vurulur, yine aşağıya gönderilirler.
وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَرِيقِ “Ve tadın yakıcı azabı!”
23- إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ “Şüphesiz Allah iman edip salih ameller işleyenleri, altındanırmaklar akan cennetlere koyacak.”
يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِن ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤًا “Orada altın bilezikler ve inciler takınacaklar.”
Ehl-i imanın akıbeti anlatılırken üslûb değiştirildi. Onları cennete dahil etmeyi Allaha nisbet etti. Ayrıca mü’minlerin hâlini medhetmek ve şanlarını yüceltmek için اِنَّ “inne” ile te’kidde bulundu.
وَلِبَاسُهُمْ فِيهَا حَرِيرٌ “Oradaki elbiseleri de ipektendir.”
Üslûbun burada değişmesi, ipeğin cennet ehlinin mutad elbisesi olduğuna delâlet içindir.
Veya ayet sonlarını muhafaza için böyle ifade edilmiş de olabilir.
24- وَهُدُوا إِلَى الطَّيِّبِ مِنَ الْقَوْلِ “Ve sözün hoş olanına sevk edildiler.”
Bundan murat, “O Allaha hamdolsun ki bize olan vaadini gerçekleştirdi ve bizi arza varis kıldı.” (Zümer, 74) ayetinde nazara verilen sözleridir.Veya kelime-i tevhiddir.
وَهُدُوا إِلَى صِرَاطِ الْحَمِيدِ “Ve de Hamîd olanın yoluna sevk edildiler.”Hamîd, çokça hamdedilen anlamında Allahu Teâlâanın bir ismi olarak ele alınırsa, mana şöyle olur: onlar, Hamîd olan Allahın yoluna, yani İslama sevk edildiler.Hamîd kelimesi “akıbeti güzel” anlamına da gelebilir. O zaman mana “Onlar akıbeti güzel bir yola sevk edildiler” şeklinde olur. O güzel akıbet de, cennettir.
[1> İşine gelirse ayet-hadis okur, ama kendi çıkarı için böyle yapar. Niyeti dini yaşamak değil, dünyevi çıkarlarını korumaktır