202. DERS (Meryem Suresi, 51 - 65) Peygamberler Yolu

51- وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسَى “Kitapta Musa’yı da an.”

إِنَّهُ كَانَ مُخْلَصًا “Şüphesiz o, ihlasa erdirilmiş bir kuldu.”

O bir muvahhid idi, ibadetini şirk ve riya karıştırmadan sırf Allah için yapmıştı.

Veya yüzünü Allaha yöneltmiş, O’na teslim olmuş, nefsini masivadan çevirip Allaha hizmetkâr kılmıştı.

وَكَانَ رَسُولًا نَّبِيًّا “Ve rasûl bir nebi idi.”

Allah O’nu insanlara gönderdi. O da insanlara Allahtan haber verdi, O’nu anlattı.

Daha seçkin ve daha yüce olmakla beraber “rasûl” olma özelliği “nebi”den önce gelmesi, rasûl olarak gönderilmenin nebi olarak haber vermekten önce olmasındandır.[1>

 

52- وَنَادَيْنَاهُ مِن جَانِبِ الطُّورِ الْأَيْمَنِ “Biz ona Tur dağının sağ yanından seslendik.”

Turun sağ tarafı, Hz. Musanın konumuna göre sağ tarafıdır. İlahi kelâm bu cihetten Hz. Musaya temessül etmiştir.

وَقَرَّبْنَاهُ نَجِيًّا “Ve özel konuşmak için kendimize yaklaştırdık.”

Bir hükümdarın özel bir lütufla muhatabını huzuruna alması gibi, O’nu özel lütfumuza mazhar kıldık.Ayet metninde geçen “Neciy” kelimesi yükseklik manasına da gelir. Bazı rivayetlerde Hz. Musanın semavatın fevkine yükseltildiği, hatta ilâhî kader kaleminin sesini işittiği söylenir.

 

53- وَوَهَبْنَا لَهُ مِن رَّحْمَتِنَا أَخَاهُ هَارُونَ نَبِيًّا “Rahmetimiz sonucu, kardeşi Hârûn’u bir nebî olarak kendisine bahşettik.”Hz. Musa “Ve bana ehlimden bir vezir ver. Kardeşim Harun’u.” (Taha, 29) diye dua etmişti. Cenab-ı Hak duasını kabul etti, kardeşini O’na vezir ve yardımcı kıldı. Hz. Harunun, Hz. Musa’dan daha yaşlı olmasına rağmen O’na destekçi kılınması, ilâhî rahmetin bir tecellisidir.

 

 54- وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِسْمَاعِيلَ “Kitapta İsmail’i de an.”

إِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ “Çünkü o, vaadine sadık idi.”Cenab-ı Hakkın Hz. İsmaili bu özellikle yâd etmesi, bununla meşhur olmasındandır ve bu babta bazı şeylerle vasfedilmesindendir. Bunlar başkasında o derece görülmeyen hallerdir. Mesela, babası tarafından kurban edilme durumu haber verildiğinde sabrı vaat etti ve şöyle dedi: “Babacığım, sana ne   emrolunuyorsa yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın.” (Sâffât, 102) ve sözünde durdu.

وَكَانَ رَسُولًا نَّبِيًّا “Ve rasûl bir nebi idi.”Hz. İsmail hakkında hem rasûl, hem de nebi vasfının yer alması delâlet eder ki, rasûlün illa şeriat sahibi olması lazım değildir. Çünkü Hz. İbrahimin evlâdı, O’nun şeriatı üzere idiler.

 

55- وَكَانَ يَأْمُرُ أَهْلَهُ بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ “Ehline namazı ve zekâtı emrederdi.”En önemli şeyle iştiğal olarak ehline namazı ve zekâtı emrederdi.Burada, kişinin kendinden başlayarak kendine en yakın olanları da kemâle sevketmesini görürüz. Şu ayetlerde de bu manaya dikkat çekilmiştir:

(Önce) en yakın hısımlarını uyar.” (Şuara, 214)

“Ehline namazı emret.” (Taha, 132)

“Ey iman edenler! Kendinizi ve ehlinizi ateşten koruyun.” (Tahrîm, 6)

Denildi ki: Ayette geçen “ehlinden” murat ümmetidir. Çünkü her peygamber ümmetinin babasıdır.

وَكَانَ عِندَ رَبِّهِ مَرْضِيًّا “Ve Rabbinin nezdinde razı olunmuş biriydi.”

Sözleri ve fiillerindeki istikamet sebebiyle, Rabbi nezdinde razı olunmuş bir kimseydi.

56- وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِدْرِيسَ “Kitapta İdris’i de an.”

Hz. İdris, Hz. Şitin torunu ve Hz. Nûhun babasının dedesidir.

İdris kelimesi “ders” ile aynı kökten gelir. Dersinin çok olması sebebiyle böyle bir lakabla anıldı. Rivayete göre Allahu Teâlâ O’na otuz sahife indirdi. Kalemle ilk yazandır. Astronomi ve hesab ilmiyle de meşgul olmuştur.

إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقًا نَّبِيًّا “Çünkü o, sıddık bir nebi idi.”

 

57- وَرَفَعْنَاهُ مَكَانًا عَلِيًّا “Biz onu yüce bir konuma yükselttik.”

Yüksek bir konuma yükseltilmesi, kendisine verilen nübüvvet şerefi ve Allah yanında yakınlık derecesidir.

Denildi ki: Bundan murat, cennettir.

Denildi ki: Altıncı veya dördüncü semaya yükseltilmesidir.

 

5ّ8- أُوْلَئِكَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ مِن ذُرِّيَّةِ آدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ وَمِن ذُرِّيَّةِ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْرَائِيلَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَا “İşte onlar, Âdem’in ve Nûh ile beraber taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim’in, İsrail’in ve doğru yola iletip seçtiklerimizin neslinden Allahın nimet verdiği nebîlerdir.”“İşte onlar” ifadesiyle kastedilenler, Hz. Zekeriyadan Hz. İdrise kadar bu sûrede yâd edilen peygamberlerdir.Allah bu zâtlara dinî ve dünyevî pek çok nimetlerde bulunmuştur.

“Nûh ile beraber taşıdıklarımızdan” ifadesi Hz. İdristen başka hepsini içine alır. Çünkü Hz. İbrahim Hz. Nûhun oğlu Samın neslindendi.

“İbrahimin zürriyeti”, kendisinden sonra zikredilenleri içine alır.

“İsrail”, Hz. Yakubtur. Musa, Harun, Zekeriya, Yahya ve İsa (aleyhimüs-selâm) bu nesildendir. Bunda kızların çocuklarının da zürriyete dâhil olduğuna bir delil vardır.[2>

Bunlar, kendilerini hakka ilettiğimiz, nübüvvet ve ikram ile seçtiğimiz kimselerdendir.

إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُ الرَّحْمَن خَرُّوا سُجَّدًا وَبُكِيًّا “Kendilerine Rahmânın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.”Ayetin bu kısmı, ayetin başında geçen “İşte onlar” kısmının haberidir.Veya bu kısım müstakil bir cümle olarak da değerlendirilebilir.

İşte bu zâtlar nesep yönüyle şerefli, nefislerini terbiye etmiş, Allah nezdinde kurbiyete mazhar yüksek tabaka kimseler olmakla beraber O’ndan korkarlar, tam bir teslimiyetle O’na ibadet ederler.

Hz. Peygamberden şöyle nakledilir: “Kur’anı okuyun ve ağlayın. Şayet ağlayamazsanız, ağlar gibi yapın.”

 

59- فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ “Derkenbunların peşinden öyle bir nesil geldi ki, namazı zayi ettiler, şehevata (hevâ ve heveslerine) uydular.”

Namazı zâyi etmek,

-Ya onu terk etmek

-Veya vaktinde kılmamak şeklinde olabilir.

Hevâ ve heveslerine uymaları,

-İçki içmek,

-Üvey kız kardeşle evlenmeyi helâl saymak,

-Günahlara dalmak gibi nefsani arzuların peşinde gitme halleridir.

Hz. Ali (r.a.) ayetle ilgili olarak,

-Görkemli binalar yapmak,

-Bakanları hayran bırakan bineğe binmek,

-Şöhret elbisesi giymek şeklinde açıklama yapar.

فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا “Bu yüzden azgınlıklarının cezasını çekecekler.”

Ayet metninde geçen “ğayy” kelimesi hakkında,

-“Şer,

-Azgınlığın cezası,

-Cennet yolundan sapmak,

-Cehennemde bir vadidir, öyle ki diğer vadiler ondan Allaha sığınır” şeklinde açıklamalar yapılmıştır.

 

60- إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا “Fakat tevbe edip iman eden ve salih amel işleyen bunun dışındadır.”Ayetin bu kısmının tevbe ve imandan bahsetmesi, üstteki ayetin kâfirler hakkında olduğuna delâlet eder.

فَأُوْلَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ “İşte bunlar cennete girecekler.”

وَلَا يُظْلَمُونَ شَيْئًا “Ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır.”

Bunlara, amellerinin karşılığından bir şey noksanlaştırılmaz.

Ayette, onların önceki küfür hâllerinin tevbe sonrasında kendilerine bir zarar vermediğine ve mükâfatlarından bir şey eksiltmediğine bir tenbih vardır.

 

61- جَنَّاتِ عَدْنٍ الَّتِي وَعَدَ الرَّحْمَنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِ “Yani, Rahmânın kullarına gıyaben vadettiği Adn cennetlerine.”Cennet onların gözünden uzak veya onlar bu cenneti görmedikleri hâlde Allah onlara vaatte bulundu.Veya onların gayba imanları sebebiyle bu cenneti vaat etti.

إِنَّهُ كَانَ وَعْدُهُ مَأْتِيًّا “Şüphesiz O’nun vaadi mutlaka yerini bulacaktır.”

Şüphesiz, Allahın vaat etmiş olduğu cennete, bu cennet kendisine vaat edilenler geleceklerdir.

Şu mana da verildi: Şüphesiz O’nun vaadi yerini bulacak, gereği yerine getirilecektir.

 

62- لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا إِلَّا سَلَامًا “Onlar orada boş bir söz işitmezler, ancak “selam” işitirler.”

-Onlar o cennette boş bir söz işitmezler, bütün duydukları ayıptan, noksandan selâmette kalan sözlerdir.

-Veya selâmdan murat meleklerin onlara selâm vermeleri,

-Veya kendi aralarında selamlaşmaları olabilir.

-Veya buradaki istisna muttasıl kabul edilirse “onlar orada selâmdan başka boş söz işitmezler” manasına gelir. Böyle bir ifade,

“Onlarda düşman kuvvetleriyle savaşmaktan dolayı kılıçlarında gedikler açılmasından başka bir ayıp yok” denildiğinde aslında bunun bir ayıp olmaması gibi, cennette de selâmı işitmek elbette boş bir söz değildir.

-Veya bundan murat birbirlerine selâmetle dua etmeleridir. Cennet ehlinin böyle bir duaya ihtiyacı olmaması sebebiyle bu dua görünüşte bir çeşit boş ifade gibi olur. Ancak bu dua, ikram manasını ifade eder.

وَلَهُمْ رِزْقُهُمْ فِيهَا بُكْرَةً وَعَشِيًّا “Orada onların rızkı, sabah akşamdır.”

Ehl-i keyf olanların âdeti üzere onların rızıkları cennette sabah ve akşam verilir. Bu tarz iki öğün, zâhitlik ve yemeğe çokça rağbet göstermek arasında orta bir hâldir.

Denildi ki: Bundan murat rızkın devamı ve bol bol olmasıdır.

 

63- تِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي نُورِثُ مِنْ عِبَادِنَا مَن كَانَ تَقِيًّا “Kullarımızdan takva sahibi olanları varis kılacağımız cennet, işte budur.”

Nasıl ki varis olan kişi, mirasına konduğu kimsenin mallarına sahip olur, onun gibi biz de takvalarının bir karşılığı olarak cenneti onlara veririz.

Varislik, bir mülke sahip ve layık olmada en kuvvetli bir lafızdır. Çünkü veraset yoluyla elde edilen mülkün fesih veya geriye almak şeklinde elden çıkması söz konusu değildir. Red veya iskat suretiyle de ibtal edilemez.

Denildi ki: Müttaki mü’minler, mevcut itibarlarına bir ilave olarak, cehennem ehli şayet itaat etselerdi elde etmiş olacakları meskenlere varis kılınırlar.

 

64- وَمَا نَتَنَزَّلُ إِلَّا بِأَمْرِ رَبِّكَ “Biz, Rabbinin emri olmadıkça inmeyiz.”Ayet, Hz. Cebrail’in sözünü hikâye eder.Hz. Peygambere Ashab-ı Kehfin ve Zülkarneynin kıssası ve ruh hakkında soru sorulmuş, ne cevap vereceğini bilememişti.

Hz. Peygamber vahyin hemen geleceğini umuyordu. Ama vahiy onbeş gün veya kırk gün gecikti. Hatta müşrikler, “Rabbi O’na veda etti, darıldı” demeye başladılar. Sonra bunları beyan eden ayetler nazil oldu. Hz. Peygamber Cebraile vahiyde gecikmemesini söyleyince, Hz. Cebrail bu ayetle geldi.

Ayet metninde geçen “tenezzül” ifadesi, peyderpey inmek demektir. Bazan da “inmek” manasında kullanılır.

Cebrail (as) bununla şu mesajı vermiştir: Bizim zaman zaman inişimiz, Allahın hikmetinin gereği olarak ancak O’nun emriyledir.

لَهُ مَا بَيْنَ أَيْدِينَا وَمَا خَلْفَنَا وَمَا بَيْنَ ذَلِكَ “Önümüzdeki-ardımızdaki ve bunların arasındakiler hep O’nundur.”Bizim bulunduğumuz mekân ve mahallerden bir yerden başka yere intikalimiz, bazan inip bazan inmeyişimiz ancak O’nun emri ve dilemesiyledir.

وَمَا كَانَ رَبُّكَ نَسِيًّا “Rabbin asla unutmuş değildir.”

Rabbin Seni unutup da terk etmiş değildir. Bizim gelmeyişimiz, bu konuda bize emir gelmemesindendir. Yoksa kâfirlerin zannı üzere Allahın Seni terk etmesi ve Sana veda etmesinden değildir. Bunda Cenab-ı Hakkın gördüğü bir hikmet vardır.

Denildi ki: Ayetin evveli, cennete giren müttakilerin sözüdür. Yani, Biz cennete ancak Allahın emri ve lütfu ile gireriz. O; geçmiş, gelecek ve şimdiki bütün her şeyin Malikidir. Bizim ikram olarak bulduklarımız ve ilerde bize verilecek olanlar hep O’nun lütfundan ve ihsanındandır.Bu manaya göre “Rabbin asla unutmuş değildir” ifadesi, Allahın onların sözlerini teyidi olur. Yani, Senin Rabbin, amel edenlerin amellerini ve onlara bu amellere karşılık vaat ettiklerini unutmuş değildir.

 

 65- رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا “O, göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olanların Rabbidir.”Ayetin bu kısmı, Allah için unutma diye bir şey olmayacağının açıklamasıdır.

فَاعْبُدْهُ “O halde, O’na ibadet et.”

وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِهِ “Ve O’na ibadet etmekte sabırlı ol.”Hitap, Hz. Peygamberedir. Yani, Seni unutmasının veya amel edenlerin amellerini unutmasının Rabbine asla uygun olmadığını bildiğinde O’na ibadete koyul ve ibadet hususunda sabırlı ol. Vahyin gecikmesinden ve kâfirlerin alay etmelerinden müşevveşiyet gösterme.

هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِيًّا “Sen Onun ismini taşıyan başka birini bilir misin?”

Sen hiç ilah olarak isimlendirilmeye layık O’na denk birini bilir misin?

Veya “Allah” ismiyle bir başkasını bilir misin?

Müşrikler puta “ilah” diyorlar, ama asla “Allah” demiyorlardı. Bu da Allahu Teâlânın Ehadiyetinin (bir oluşunun) açık olmasındandır. Onun zâtı, hiçbir iltibas ve tartışmaya yol açmayacak şekilde kendisinin misli bulunmasından yücedir.Ayetin bu kısmı, üstteki ibadet emrini takviye eder. Yani, O’nun misli olmadığı ve O’ndan başkasının ibadete layık olmadığı anlaşıldığına göre, elbette O’nun emrine teslim olmak, emredilen ibadeti yapmak ve ibadetin zorluklarına sabretmek gerekir.


[1> Rasûl ve nebi arasında şöyle bir fark nazara verilir: Rasûl, müstakil şeriat sahibi olana, nebi de önceki şeriat sahibi bir peygambere tâbi olana denilir. Bu açıdan bakıldığında her rasûl nebidir, ama her nebi rasûl değildir.

[2>Hz. İsa, babasız yaratıldığı için ancak anne cihetiyle İsrail soyundandır. Demek ki, anne cihetiyle de bir nesle mensubiyet olmaktadır. Nitekim peygamber efendimizin nesli kızı Hz. Fatıma yoluyla devam etmiştir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
19. Meryem
Gönderi tarihi: 14-04-2014
1,452 kez okundu
Block title
Block content