66- وَيَقُولُ الْإِنسَانُ أَئِذَا مَا مِتُّ لَسَوْفَ أُخْرَجُ حَيًّا “Ve insan şöyle der: Öldüğüm zaman, gerçekten diri olarak mı çıkarılacağım?”
Burada “insan” sözünden murat insan cinsidir. Çünkü böyle bir söz, her ne kadar hepsi böyle demese de, bütün insanlık âleminde duyulabilmektedir. Bu, katil içlerinden biri iken şöyle denilmesine benzer: “Falan oğulları falanı öldürdü.”
Veya “insan” sözünden murat, onlardan bilinen bazıları, yani kâfirlerdir.
Veya bundan murat Übey Bin Haleftir. Çünkü o, eline çürümüş bir kemik alıp ufalamış ve “Muhammed, bizler öldükten sonra diriltileceğimizi iddia ediyor” demişti.
“Diri olarak mı çıkarılacağım?”
“Ben öldüğümde topraktan veya ölüm halinden diri olarak mı çıkarılacağım?”
Bunu soru şeklinde ifade etmesinden murat, öğrenmek değil, ölümden sonraki hayatı inkâr etmektir.
67- أَوَلَا يَذْكُرُ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن قَبْلُ وَلَمْ يَكُ شَيْئًا “O insan, daha önce hiçbir şey değilken kendisini yoktan var ettiğimizi hatırlamaz mı?”
Şayet tezekkür ve teemmülde bulunsa, böyle bir şey demezdi. Çünkü, yoktan yaratmak; dağıldıktan sonra maddeleri bir araya getirmekten ve o maddelerde bulunan arazların (özelliklerin) bir mislini meydana getirmekten daha hayret verici bir durumdur.
فَوَرَبِّكَ لَنَحْشُرَنَّهُمْ وَالشَّيَاطِينَ “Rabbine yemin ederim ki, elbette ve elbette biz onları şeytanlar ile birlikte haşredeceğiz.”Cenab-ı Hak, “Rabbine yemin ederim ki” diyerek kendi ismini Peygamberine izafetle zikretti ve haşrin gerçek olduğuna kasem etti.
“Rabbine yemin ederim” denilmesinde Allah Rasûlünün şanını yüceltmek vardır.
“Şeytanlar” “Şeytanlar” ifadesi evveline atıfla “şeytanları da haşredeceğiz” şeklinde anlaşılabilir. Veya “biz onları şeytanlarla beraber haşredeceğiz” manasını da ifade edebilir. Nitekim bazı rivayetlerde kâfirlerin beraber yaşadıkları şeytanlarla birlikte haşredileceği, her birinin kendisini saptıran şeytanla aynı zincire bağlı bir şekilde mahşer meydanına getirileceği anlatılmıştır.
İşte bu her ne kadar onlara mahsus ise de, bütün insan nevine nisbet edildi. Çünkü insanlar haşredildiklerinde, içlerindeki kâfirler şeytanlarla beraber getirilecekleri için, hepsi onlarla beraber haşredilmiş gibi olur.
ثُمَّ لَنُحْضِرَنَّهُمْ حَوْلَ جَهَنَّمَ جِثِيًّا “Sonra onları muhakkak cehennemin çevresinde diz üstünde çöktüreceğiz.”Böyle yapılması, ebedi saadete nail olan mü’minlerin Allahu Teâlânın onları nelerden kurtardığını görüp neşe ve sürurlarının artması içindir.
Şakî olanlar ise, cennet ehlinin sevaplarının karşılığını almak üzere cennete gittiklerini görecekler ve onların kendileri hakkında “işte hak ettiğiniz cezayı buldunuz” şeklindeki hâllerinden dolayı tamamen öfke ile dolacaklar, kendileri için hazırlanan azapla baş başa kalacaklardır.Bunlar, maruz kaldıkları dehşetli hâlden ayakta durmaya mecalleri kalmayacak, diz üstü çökeceklerdir.Veya diz üstü çökmeleri, sevap ve ceza öncesinde hesaba çekilmek için tutulmalarının bir gereği de olabilir. “O gün her ümmeti diz çökmüş bir halde görürsün.” (Casiye, 28) ayetinin de işaret ettiği gibi, hesaba çekilen kimseler genelde sorgulama mahallerinde diz üstü çöküp beklerler.Şayet burada “insan” ile özellikle kafirler murat ise, kendilerini zelil kılmak için hesap mahallinden cehennem kenarına böyle dizüstü çöktürülerek sevkedilmeleri mümkündür.Veya diz üstü olmaları, maruz kaldıkları şiddetli haller sebebiyle ayakta durmaya mecalleri kalmadığından olabilir.
68- ثُمَّ لَنَنزِعَنَّ مِن كُلِّ شِيعَةٍ أَيُّهُمْ أَشَدُّ عَلَى الرَّحْمَنِ عِتِيًّا “Sonra her zümreden Rahmân’a karşı en ziyade isyankâr hangileri ise, muhakkak ayırıp atacağız.”İçlerinden en asi ve en azgın olanı ayırır, cehenneme atarız.
Ayette “en ziyade isyankâr” ifadesinden öyle anlaşılıyor ki, Cenab-ı Hak isyan eden kimselerden de çoğunu affeder.Şayet ayet sadece kâfirlerle ilgili değerlendirilirse mana şöyle olur: Onların taifeleri içinde en ziyade isyan edenler ayıklanır, böylece sıra ile cehenneme atılırlar.Veya bunlardan her biri, layık olduğu cehennem tabakasına gönderilir.
69- ثُمَّ لَنَحْنُ أَعْلَمُ بِالَّذِينَ هُمْ أَوْلَى بِهَا صِلِيًّا “Sonra o cehenneme atılmaya en layık olanların kimler olduğunu elbette biz en iyi biliriz.”
Bundan murat, küfür fırkalarının reisleri olabilir. Çünkü bunlar kendi dalaletleri ile beraber başkalarının da yoldan çıkmalarına sebebiyet verdiklerinden dolayı, azapları kat kat olacaktır.
70- وَإِن مِّنكُمْ إِلَّا وَارِدُهَا “İçinizden hiçbiri yoktur ki mutlaka oraya varacak olmasın.”
Mü’minler cehennemi görüp geçecekler, ateş onlara bir zarar vermeyecek, diğerleri ise o cehenneme yuvarlanacaklardır.
Hz. Cabirin rivayet ettiğine göre, Rasûlullaha bundan soruldu. O da şöyle buyurdu: “Cennet ehli cennete girdiğinde kendi aralarında şöyle derler: “Rabbimiz bize cehenneme girmeyi vaat etmemiş mi idi?”Onlara şöyle denilir: “Siz o cehenneme ateşi sönük olduğu halde uğradınız.”
Ama, “Şüphesiz kendileri için tarafımızdan güzellik takdir edilenler ise, işte onlar oradan (cehennemden) uzak tutulanlardır.” (Enbiya, 101) ayetinden murat ise, onların cehennem azabından uzak olmalarıdır.Denildi ki: Ayette bahsedilen cehenneme uğramaktan murat, sırattan geçmektir. Çünkü sırat, cehennemin üzerine uzatılmış bir köprüdür.
71- كَانَ عَلَى رَبِّكَ حَتْمًا مَّقْضِيًّا “Bu, Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür.”
Cehennem ehlinin cehenneme girmesi, Allahın kendine vacip kıldığı durumlardandır ve bunun gereğini yapmıştır. Böyle olacağını tersine hiç ihtimal kalmayacak şekilde vaat etmiştir.
72- ثُمَّ نُنَجِّي الَّذِينَ اتَّقَوا “Sonra takva ehlini kurtarırız.”Müttaki olanlar ise, cennete sevkedilirler.
وَّنَذَرُ الظَّالِمِينَ فِيهَا جِثِيًّا “Ve zalimleri ise orada dizleri üzere çökmüş olarak bırakırz.”
Ayetin bu kısmı, cehenneme uğramaktan muradın onun etrafında diz üstü bekletilmek olduğuna bir delildir. Mü’minler, o facirlerle beraber diz üstü beklemelerinden sonra onlardan ayrılırlar, facirler ise bulundukları hâl üzere çökmüş vaziyette orada kalırlar.
73- وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا أَيُّ الْفَرِيقَيْنِ خَيْرٌ مَّقَامًا وَأَحْسَنُ نَدِيًّا “Ayetlerimiz kendilerine apaçık okunduğu zaman, o inkâr edenler, iman edenlere dediler ki: Bu iki zümreden hangisi mevki bakımından daha iyi, meclis ve topluluk itibariyle daha güzeldir?”Kur’anın lafızları gayet fasih, manaları ise ya doğrudan veya Hz. Peygamberin beyanıyla netice itibarıyla gayet açıktır. Mu’cize olduğu gün gibi ortada iken, inkâr edenler, iman edenlere “mü’min ve kâfir bu iki fırkadan kimin konumu daha iyi ve meclis olarak daha güzel” dediler.Yani, onlar apaçık ayetleri işitip muarazasından ve herhangi bir müdahalede bulunmaktan aciz kaldıklarında, kendileri için söz konusu olan dünya hazlarıyla iftihar ettiler ve dünyada nasiplerinin fazla olmasıyla, kendilerinin Allah katında üstün olduğuna ve hallerinin güzelliğine delil getirdiler.
Şüphesiz onların bu değerlendirmesi,
-Duruma noksan nazarla bakmalarından,
-Ve dünya hayatının zadece zâhirini bilmelerinden kaynaklanmaktaydı.
Cenab-ı Hak şöyle diyerek onların hem fikirlerini ibtal, hem de kendilerini tehdit etti:
74- وَكَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّن قَرْنٍ هُمْ أَحْسَنُ أَثَاثًا وَرِئْيًا “Hâlbuki biz, kendilerinden evvel, mal ve gösterişçe daha güzel nice nesilleri helak etmişizdir.”
Sonra da onlara verilen bu nimetlerin ikram değil istidraç olduğunu, üstün olma veya noksan olmada ölçünün ahiretteki duruma göre değerlendirilmesi gerektiğini şöyle beyan etti:
75- قُلْ مَن كَانَ فِي الضَّلَالَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمَنُ مَدًّا “De ki: Kim dalalette ise, Rahmân ona çokça nimet - mühlet versin.”
Ey peygamber, Sen bunlara de ki: Dalalette olan kimseye Rahmân uzun bir ömür, bol nimetler versin.
Cenab-ı Hakkın dalalette olanlara mühlet vermesi
-Bir istidraçtır.
-“Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz.” (Âl-i İmran, 178) ve “(Onlara denir): “Size düşünecek olanın düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size uyarıcı da gelmişti.” (Fatır, 37) ayetlerinde nazara verildiği gibi, onların mazeretlerini ortadan kaldırmaktır.
حَتَّى إِذَا رَأَوْا مَا يُوعَدُونَ إِمَّا الْعَذَابَ وَإِمَّا السَّاعَةَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَّكَانًا وَأَضْعَفُ جُندًا “Nihayet kendilerine vaad edilen azabı yahut kıyamet gününü gördükleri vakit, artık kimin mevkii daha fena ve yardımcıları daha zayıfmış bilecekler.”
“Nihayet kendilerine vaad edilen azabı yahut kıyamet gününü gördükleri vakit”
Ayetin bu kısmı, bir öncesine bağlı olarak “Rahmân, o dalalette olanlara kendilerine vaad edilen azap veya kıyamet gelinceye kadar müddet versin” anlamındadır.
Veya daha evveliyle alakalı olarak “O kâfirler, kendilerine vaat edileni görünceye kadar “hangimiz makamca daha hayırlı…” demeye devam ettiler” manasını ifade edebilir.
Ayetin “azabı yahut kıyamet gününü” kısmı, onlara vaat edileni tafsildir. Yani,
-Onlar ya dünyada azap görecekler,
-Ya da kıyamet günü azap göreceklerdir.
Dünyada azap görmeleri, Müslümanların dünyada onlara galip gelip, öldürerek veya esir ederek cezalandırmalarıdır.
Kıyamet günündeki azapları ise, maruz kalacakları zillet ve şiddetli cezadır.
İşte o zaman iki fırkadan hangisinin kötü konumda olduğunu bilecekler. Durumun, kendi tasavvurlarının aksi olduğunu, kendilerine verilen nimetlerin bir mahrumiyete ve azaba dönüştüğünü gözleriyle görecekler.
“Kimin mevkii daha fena ve yardımcıları daha zayıfmış bilecekler”
Burası, üstte geçen “Bu iki zümreden hangisi mevki bakımından daha iyi, meclis ve topluluk itibariyle daha güzeldir?” (Meryem, 75) ifadesine mukabildir. Meclisçe daha güzel olan kimsenin bulunduğu yerdekavmin önde gelenleri, göz dolduran kimseleri bulunur. O meclis debdebeli ve şaşaalı olur.[1>
76- وَيَزِيدُ اللَّهُ الَّذِينَ اهْتَدَوْا هُدًى “Allah, hidayeti kabul edenlerin hidayetini artırır.”
Cenab-ı Hak, şu dünya hayatında kâfire imkân ve mühlet vermesinin bir lütuf olmadığını beyan edince, mü’minin dünyadan nasibinin az olmasının da bir noksanlık olmadığını anlattı. Allah ona dünyadaki geçici lezzetlere bedel daha hayırlı olan hidayet nimetini vermiştir.
Ayetin bu kısmı “De ki: Kim dalalette ise, Rahmân ona çokça nimet - mühlet versin” (Meryem, 75) ayetine atfedilmesi de mümkündür. Sanki şöyle denildi: “Dalalette olanın dalaletini artırsın, ona mukabil durumda olanın da hidayetini artırsın.”
وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِندَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ مَّرَدًّا “Bakiyat-ı salihat, Rabbinin katında sevap bakımından da daha hayırlıdır, sonuç bakımından da daha hayırlıdır.”Bakiyat-ı salihat, daima insana fayda veren tâatlerdir. Buna, beş vakit namazda söylenenler, ayrıca “Subhanallah, elhamdülillah, la ilahe illallah ve Allahu Ekber” de dâhildir.
İşte, daimî fayda verecek bu salih şeyler, kâfirlere verilen ve kendisiyle iftihar ettikleri noksan-fâni nimetlerden elbette daha hayırlıdır. Çünkü mü’minlere verilenlerin neticesi daimî nimetler iken, onlara verilenlerin neticesi daimî pişmanlık ve azaptır.
“Sonuç bakımından da daha hayırlıdır.”
Ayetin bu kısmı, mü’minlere verilenin akıbetine işaret eder.
Ayette geçen “daha hayırlı” ifadesi,
-Ya “hayırlı” anlamındadır.
-Veya “yaz kıştan daha sıcaktır” tarzında bir ifadedir.[2>
77- أَفَرَأَيْتَ الَّذِي كَفَرَ بِآيَاتِنَا وَقَالَ لَأُوتَيَنَّ مَالًا وَوَلَدًا “Şimdi, âyetlerimizi inkâr eden ve “Elbette bana mal ve evlat verilecektir” diyeni gördün mü?”
Sebeb-i Nüzûl
Ayet, As Bin Vail hakkında indi. Habbab’ın ondan alacağı vardı, bunu istedi. As, “Muhammedi inkâr etmedikçe vermem” dedi. Habbab ise şu mukabelede bulundu: “Vallahi hayır! Ben Muhammedi ne hayatta, ne ölümde, ne de sen diriltildiğinde inkâr ederim!”
As dedi: “Ben diriltildiğimde bana gelirsin. Benim orada da malım, evlâdım olur, orda sana veririm.”
“Gördün mü” üslûbu şu manaya işarettir: “Onlara, bu kimselerin durumundan sonra şu kâfirin kıssasını da haber ver.”
78- أَاطَّلَعَ الْغَيْبَ “Gayba muttali mi oldu?”O kâfirin azamet ve şanı sadece Vahid u Kahhar olan Allahın bileceği gayba kadar uzandı mı ki, ahirette de kendisine mal ve evlât verileceğini söylüyor?
أَمِ اتَّخَذَ عِندَ الرَّحْمَنِ عَهْدًا “Yoksa Rahmânın nezdinde bir ahit mi aldı?”
Veya gayb âleminden bu konuda bir ahit mi aldı? Çünkü ahiretteki durumunu bilmek, ancak bu iki yoldan biriyle olur.
Denildi ki: Ahitten murat, kelime-i şehadet ve salih ameldir. Çünkü Allahu Teâlânın bu ikisine yapmış olduğu vaat, ahit vermek gibidir.[3>
79- كَلَّا “Hayır, asla.”
Hayır, iş onun dediği gibi değil.
Bunda, onun kendisi hakkında yaptığı tasavvurda hatalı olmasına bir tenbih vardır.
سَنَكْتُبُ مَا يَقُولُ “Biz onun söylediklerini yazacağız.”
Biz ona, bu sözünü yazdığımızı göstereceğiz.
Veya, düşmanın suçunu yazıp onun aleyhinde muhafaza edenin, ondan bunun hesabını sorması gibi, biz de böyle diyen bu kimseden intikam alacağız. Çünkü yazmak “İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın.” (Kaf, 18) ayetinin de delaletiyle her söylenen söz için zaten sabit bir durumdur.
وَنَمُدُّ لَهُ مِنَ الْعَذَابِ مَدًّا “Ve azabını uzattıkça uzatacağız.”Layık olduğu azabı kendisine ulaştıracağız.Veya;
-Yüce Allahı inkarı,
-O’na iftirası,
-O’nunla istihza etmesi sebebiyle azabını artıracağız, kat kat yapacağız.
Cenab- Hak bundan dolayı o kimseye olan şiddetli gadabına delalet etmek üzere “medden” kelimesini masdar olarak getirdi, azabın şiddetini te’kidde bulundu.
80- وَنَرِثُهُ مَا يَقُولُ “Ve söylediklerine varis olacağız.”Demiş olduğu mal ve evlada biz varis olacağız.
وَيَأْتِينَا فَرْدًا “Ve o, tek başına bize gelecektir.”
Değil orada ilave olarak kendisine mal ve evlat verilmesi, kıyamet günü bize tek başına gelecek, dünyada iken yanında bulunan mal ve evlat olmayacak.
8ّ1- وَاتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ آلِهَةً لِّيَكُونُوا لَهُمْ عِزًّا “Onlar, kendilerine izzet kazandırsın diye, Allah’dan başka ilâhlar edindiler.”Kendilerini Allaha ulaştırsın ve O’nun nezdinde şefaatçi olsunlar diye O’nun madununda ilâhlar edindiler.
82- كَلَّا “Hayır!”Hayır, asla. Bu ifade, onların bu şekilde izzet aramalarını inkâr etmektedir.
سَيَكْفُرُونَ بِعِبَادَتِهِمْ “(O batıl mabutlar) onların ibadetlerini inkâr edecekler.”
“O zaman, kendilerine uyulanlar kendilerine uyanlardan uzaklaşırlar.” (Bakara, 66) ayetinde dikkat çekildiği gibi, bu batıl mabutlar onların ibadetlerini inkâr edecek ve “siz bize ibadet etmediniz” diyeceklerdir.
Veya şöyle de mana verilebilir:Kâfirler o kötü akıbeti görünce, “Sonra onların fitnesi, ancak şöyle demek olacak: Vallahi ey Rabbimiz, biz müşriklerden değildik.”
(En’am, 23) ayetinde nazara verildiği üzere, bunlara ibadet ettiklerini inkâr edecekler.
وَيَكُونُونَ عَلَيْهِمْ ضِدًّا “Ve aleyhlerine dönüp zıd olacaklar.”
Buna da şu manalar verilebilir:
-Müşrikler, o batıl mabutlara izzet bulmak için ibadet etmişlerdi, ama tam zıddı olacak, bu ibadetleri yüzünden zelil olacaklar.
-Veya o batıl mabutlar bunların ateşlerinin tutuşturulacağı maddeler olacak, böylece azaplarına yardım edecekler.
-Veya o kafirler, daha evvel o batıl mabutlara ibadet ederken, ahirette zıddı olacak, inkâr edecekler. Bu mana verildiğinde, ayetteki “zıd” kelimesinin çoğul değil de müfret gelmesi, her ne kadar batıl mabutlar fazla da olsa, hepsi aynı neticeyi vermesindendir. Böyle olunca tek şey gibi olur.[4>
[1> Ama diğer âleme gidildiğinde bu şaşaanın ve topluluğun bir işe yaramadığı görülür.
[2>Yani, elbette mü’minlere verilenler diğerlerine verilenlere nisbetle kıyasa girmeyecek kadar hem sevap, hem de netice itibarıyla hayırlıdır.
[3>Çünkü kelime-i şehadeti söylemek ve salih amel işlemek, ahirette kurtuluş vesilesidir.
[4> Ateşe atılan maddelerin çok farklı da olsa, yanmada müşterek olmaları gibi.