45- إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ “Müttakiler elbette cennetlerde ve pınarlardadır.”
Müttakilerden murat, küfürde ve fuhşiyatta şeytana tâbi olmaktan sakınanlardır.
Bunlardan her biri için bir cennet bahçesi ve pınar vardır. Bu cennetler, insanların mertebelerine göre olacaktır:
“Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet vardır.” (Rahmân, 46)
“Bu ikisinden başka iki cennet daha vardır.” (Rahmân, 62)
“Müttakilere vaat edilen cennetin meseli şöyledir: Orada bozulmayan temiz sudan nehirler, tadı değişmeyen sütten nehirler, içenlere zevk veren şaraptan nehirler ve süzme baldan nehirler var.” (Muhammed, 15)
46- ادْخُلُوهَا بِسَلاَمٍ آمِنِينَ “Güven içinde selametle oraya girin.”
Yani, “afet ve zevâlden emin bir şekilde selâmetle girin o cennetlere!” denilir.
Ayet metninde geçen selâmdan murat, cennete girerken kendilerine selâm verilmesi de olabilir.
47- وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنْ غِلٍّ “Biz onların kalplerindeki her türlü kini çıkarıp attık.”
Biz onların sadırlarında olan her türlü kini söküp aldık.
Bundan murat, dünyada cennet ehlinin kalben birbirine ülfet etmeleri olabilir.
Veya cennete alındıklarında meydana gelecek bir durumu ifade eder, öyle ki dünyada aralarında problem de olsa cennette birbirlerine muhabbet edeceklerdir.
Hz. Ali (r.a.) şöyle der: “Ben, Osman, Talha ve Zübeyrin ayette anlatılanlardan olmamızı ümit ederim.”
Ayette bildirilen durum, cennetteki derecelerine ve Allaha yakınlık mertebelerine mukabil, onların kalplerinden birbirlerine haset etmelerinin ortadan kaldırılması da olabilir.
إِخْوَانًا عَلَى سُرُرٍ مُّتَقَابِلِينَ “Hepsi kardeşler olarak karşılıklı koltuklara otururlar.”
48- لاَ يَمَسُّهُمْ فِيهَا نَصَبٌ “Orada kendilerine hiçbir yorgunluk dokunmaz.”
وَمَا هُم مِّنْهَا بِمُخْرَجِينَ “Onlar oradan çıkarılacak da değillerdir.”
Çünkü, onlara verilen cennet nimetinin tam olması, orada daimî olmalarıyla gerçekleşir.
49- نَبِّىءْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ “Kullarıma haber ver ki, ben gerçekten Ğafur – Rahîm’im (çok bağışlayıcı ve çok merhamet ediciyim.)”
50- وَ أَنَّ عَذَابِي هُوَ الْعَذَابُ الأَلِيمَ “Bununla beraber azabım da çok elem verici bir azaptır.”
Ayetin bu kısmı, daha önce bahsi geçen vaad ve vaîdin bir özetidir ve öncekilerin bir takrîridir.
Ayette mağfiretin zikri, Cenab-ı Hakkın “müttakiler” derken her türlü günahtan, büyüğünden ve küçüğünden kaçınanları murat etmediğine bir delildir. Zâtını azap verici olmakla değil de bağışlamak ve merhametle vasfetmesinde vaad cihetinin üstün gelmesi ve vaadin te’kidi söz konusudur.
Bundan sonraki ayette öncesine atıfta bulunulmasında, ibret alacakları bir durumu anlatarak bu bağışlama ve mağfiretin bir tezahürü gösterilmektedir:
51- وَنَبِّئْهُمْ عَن ضَيْفِ إِ بْراَهِيمَ “Ve onlara, İbrahim’in misafirlerinden de haber ver.”
52- إِذْ دَخَلُواْ عَلَيْهِ فَقَالُواْ سَلامًا “Hani onlar, İbrahim’in yanına girmişler, “selam” demişlerdi.”
قَالَ إِنَّا مِنكُمْ وَجِلُونَ “İbrahim onlara: “Biz sizden korkuyoruz” demişti.”
Hz. İbrahimin böyle demesi, gelenlerin izinsiz ve vakitsiz girmelerindendi.
Ayrıca, önlerine konan yemekten de yememişlerdi.
53- قَالُواْ لاَ تَوْجَلْ “Melekler dediler: Korkma!”
إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلامٍ عَلِيمٍ “Gerçekten biz sana bilge bir oğul müjdeliyoruz.”
“Seni müjdeliyoruz” demelerinde “korkma!” deyişlerinin sebebini bildirmek vardır. Çünkü müjde veren kimseden korkulmaz.
İlerde büyük bir ilme sahip olacağı müjdelenen bu çocuk, “Ve Ona salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak’ı müjdeledik.” (Sâffat, 112) ayetinden anlaşılacağı üzere Hz. İshaktır.
54- قَالَ أَبَشَّرْتُمُونِي عَلَى أَن مَّسَّنِيَ الْكِبَرُ “İbrahim dedi: Şu ihtiyar halimle mi beni müjdeliyorsunuz?”
Hz. İbrahim hayli yaşlıydı. Bu ileri yaşına rağmen çocukla müjdelenmekten dolayı hayret içinde kaldı.
Veya bu ifadeden maksat, kendisi bu durumda iken çocuğu olmasını inkâr da olabilir.
فَبِمَ تُبَشِّرُونَ “Ne ile beni müjdeliyorsunuz?”
“Hangi ucube ile beni müjdeliyorsunuz?”
Veya “hangi şey ile müjdeliyorsunuz?” Çünkü âdeten meydana gelmesi tasavvur edilmeyen bir şeyle müjdelemek, aslında müjde vermemek gibidir.
55- قَالُواْ بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ “Melekler dediler: Seni gerçekten müjdeliyoruz.”
Biz seni, vukuu muhakkak bir şeyle müjdelemekteyiz.
Veya, kendisinde asla şüphe olmayan gerçek bir durumla müjdelemekteyiz.
Veya hak bir metotla müjdelemekteyiz. O da Allahın sözü ve emridir.
فَلاَ تَكُن مِّنَ الْقَانِطِينَ “Sakın Allah’ın rahmetinden ümidini kesenlerden olma!”
Çünkü Allahu Teâlâ anne-baba olmadan da bir insan yaratmaya kâdirdir. Bir pîr-i faniden ve hayızdan kesilmiş yaşlı bir kadından çocuk yaratmak elbette O’na zor gelmez.
Hz. İbrahimin bu müjdeyi hayretle karşılaması, âdet yönünden idi, yoksa Allahın kudretinden şüphesi olmasından kaynaklanmıyordu. Bundan dolayı şöyle dedi:
56- قَالَ وَمَن يَقْنَطُ مِن رَّحْمَةِ رَبِّهِ إِلاَّ الضَّآلُّونَ “İbrahim dedi: Rabbinin rahmetinden, yoldan sapanlardan başka kim ümit keser?”
Allahın rahmetinden ümit kesenler, ancak ve ancak marifet yolunu şaşırıp da Allahın rahmetinin genişliğini, ilminin ve kudretinin kemâlini bilmeyenlerdir. Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyurur:
“Çünkü Allah’ın rahmetinden kâfirlerden başkası ümit kesmez.” (Yusuf, 87)
57- قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ “Ey elçiler! Başka ne işiniz var?”dedi.”
Yani, “Bu müjde dışında hangi şey için gönderildiniz?”
Muhtemelen, onların gönderilmesinden asıl maksadın müjde vermek olmadığını bildi. Çünkü, sayıları fazla idi, müjde vermek için bu kadar meleğe ihtiyaç yoktu. Nitekim Hz. Zekeriyaya oğul müjdesini bir melek getirmişti.
Hz. İbrahim onların başka bir maksatla gönderildiklerini şundan da anlamış olabilir: Onlar, gelişen konuşma seyri içinde O’na müjdeyi verdiler. Şayet sırf müjde için gönderilmiş olsalar, gelir gelmez müjdeyi verirlerdi.
58- قَالُواْ إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمٍ مُّجْرِمِينَ “Melekler dediler: Biz mücrim bir kavme gönderildik.”
Mücrim kavimden murat, Hz. Lûtun kavmidir.
59- إِلاَّ آلَ لُوطٍ “Ancak âl-i Lût müstesna.”
Âl-i Lût, O’na iman edenlerdir.
إِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ أَجْمَعِينَ “Biz, gerçekten onların hepsini kurtaracağız.”
Sanki mana şöyledir. Biz, Âl-i Lût dışında tamamı mücrim bir kavme gönderildik. O kavimden mücrim olanları helâk edeceğiz, Âl-i Lûtu ise kurtaracağız.
60- إِلاَّ امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَا إِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِرِينَ “Yalnız Lût’un karısı müstesna,çünkü onu geride kalanlar arasında belirledik.”O, helâk olmak için kâfirlerle beraber olacak.
61- فَلَمَّا جَاء آلَ لُوطٍ الْمُرْسَلُونَ “Elçiler, Lût kavmine gelince.”
62- قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ مُّنكَرُونَ “Lût dedi: Doğrusu siz bilinmez bir kavimsiniz.”
Nefsim sizi tanımıyor ve bana bir şer getirmeniz korkusuyla sizden ürküyor.
63- قَالُواْ بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُواْ فِيهِ يَمْتَرُونَ “Dediler: Bilakis biz sana onların şüphe ettikleri şeyi getirdik.”
Biz Sana, korktuğun sebepten gelmedik, bilakis Sana sürur verecek, düşmanına karşı Seni rahatlatacak bir görevle gönderildik.
Lûtun kavminin şüpheyle baktığı şey, Hz. Lûtun onları uyarmış olduğu azaptır.
64- وَأَتَيْنَاكَ بَالْحَقِّ “Sana gerçeği getirdik.”
Onların azabıyla ilgili, kendisinde şüphe olmayan gerçeği Sana getirdik.
وَإِنَّا لَصَادِقُونَ “Ve biz elbette doğru söylüyoruz.”
Ve bizler, hiç şüphesiz Sana verdiğimiz haberde doğru söyleyen kimseleriz.
65- فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِّنَ اللَّيْلِ “Gecenin bir bölümünde ehlini yola çıkar.”
Sana iman edenleri gecenin bir kısmında buradan götür.
Denildi ki: Bildirilen vakit, gecenin son kısmıdır.
وَاتَّبِعْ أَدْبَارَهُمْ “Sen de arkalarından yürü.”
Sen onların arkasından git. Onları yönlendirirsin, hızlı gitmelerini sağlarsın, hallerine muttali olursun.
وَلاَ يَلْتَفِتْ مِنكُمْ أَحَدٌ “Ve sizden kimse ardına bakmasın.”
Sizden hiç kimse neler olup bittiğini görmek için geriye bakmasın, yoksa güç yetiremeyeceği dehşetli hâller görür.
Veya geriye dönüp baktığında, onlara isabet eden kendisine de isabet eder.
Veya sizden hiç biri bir maksatla ayrılmasın, geri kalmasın, yoksa azab kendisine isabet eder.
Denildi ki: Geriye bakmaktan nehyedilmeleri, nefislerini hicrete alıştırmak içindir.
وَامْضُواْ حَيْثُ تُؤْمَرُونَ “Emredildiğiniz yere gidin.”
Onlara emredilen yerden murat Şam veya Mısır olabilir.
66- وَقَضَيْنَا إِلَيْهِ ذَلِكَ الأَمْرَ “Biz, Ona şu emri bildirdik:”
“Biz O’na şu emri bildirdik” denilmesinde emri veren Âmirin (yani Cenab-ı Hakkın) büyüklüğünü nazara vermek vardır.
أَنَّ دَابِرَ هَؤُلاء مَقْطُوعٌ مُّصْبِحِينَ “Bu kimselerin kökü sabaha çıkarken kesilmiş olacaktır.”
Ayetten öyle anlaşılıyor ki, bu kavim toptan helâk edilecek, geriye o zalimlerden kimse kalmayacaktır.Bu ifade, onların helâk zamanlarını bildirir.
67- وَجَاء أَهْلُ الْمَدِينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ “Derken şehir halkı sevinçle geldiler.”
Bahsi geçen şehir Sedom’dur.
Hz. Lûtun misafirlerini duymuşlar, onlarla eğlenmek için sevinçle gelmişlerdi.
68- قَالَ إِنَّ هَؤُلاء ضَيْفِي “Lût dedi: Bunlar benim misafirlerimdir.”
فَلاَ تَفْضَحُونِ “Beni utandırmayın.”
Çünkü misafire yapılan eziyet, ev sahibine yapılmış demektir.
6ّ9- وَاتَّقُوا اللّهَ وَلاَ تُخْزُونِ “Allah’tan korkun! Beni rezil etmeyin!”
Onlar sebebiyle beni zillete düşürmeyin.
Veya onlar içinde beni utandırmayın.
70- قَالُوا أَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَمِينَ “Onlar dediler: Seni başkalarının işine karışmaktan men etmemiş miydik?”
Çünkü onlar herkese sarkıntılık yapıyorlar, Hz. Lût da kendi güç ve imkânı ölçüsünde onları engellemeye çalışıyordu.
Veya onların bu sözlerinden murat, insanları misafir etmesinden, ikramda bulunmasından men etmeleri de olabilir.
71- قَالَ هَؤُلاء بَنَاتِي إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ “Lût dedi: Eğer yapacaksanız, işte şunlar kızlarım! (onlarla evlenin).”
Hz. Lûtun “kızlarım” ifadesinden murat, kavminin kızlarıdır. Çünkü her ümmetin Peygamberi, onların babası yerindedir. Bununla alakalı çeşitli cihetler vardır, bunlar Hûd sûresinde zikredilmiştir.
“Eğer yapacaksanız” ifadesi
-“Eğer şehvetinizi tatmin edecekseniz”,
-Veya “eğer dediğimi yapacaksanız” manasındadır.
72- لَعَمْرُكَ إِنَّهُمْ لَفِي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ “Ömrüne yemin olsun ki, gerçekten onlar sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı.”
Cenab-ı Hak, sözün burasında muhatabın hayatına yemin etti. Bu yeminde muhatap ise Hz. Peygamberdir. (asm)
Denildi ki: Muhatap, Hz. Lût’tur, Melekler kendisine bunu söylemişlerdir.
Onlar azgınlıklarında veya akıllarını başlarından alan, doğruyu ve yanlışı ayırt etmeyi ortadan kaldıran eşcinselliklerinde ne yapacaklarını bilmez bir halde şaşkın idiler. Nasıl senin nasihatini duyabilsinler!
73- فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِقِينَ “Derken güneş doğarken o dehşetli sayha onları yakaladı.”
Dehşetli, helâk edici sayha (şiddetli ses) onları yakaladı.
Denildi ki: Bu, Cebrailin sayhasıydı.
74- فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا “Biz, onların şehirlerinin üstünü altına getirdik.”
وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِّن سِجِّيلٍ “Ve üzerlerine de ateşte pişmiş taşları yağmur gibi yağdırdık.”
Taşlaşmış çamurdan veya üzeri yazılı taşlardan onlara yağmur gibi yağdırdık.
Hûd sûresinde bu kıssa hakkında daha ayrıntılı beyanda bulunuldu.
75- إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَاتٍ لِّلْمُتَوَسِّمِينَ “Gerçekten bunda, işaretten anlayanlar için ibretler vardır.”
Ayet metninde geçen mütevessimîn, “mütefekkir olanlar” demektir. İşaretten yola çıkıp bir şeyin hakikatini/ gerçeğini bilenler için kullanılır.
76- وَإِنَّهَا لَبِسَبِيلٍ مُّقيمٍ “O belde, hâlâ yol üzerindedir.”
Lût kavminin yaşadığı yerler yol üzeri olup insanların uğradığı ve eserlerini gördüğü yerlerdir.
77- إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّلْمُؤمِنِينَ “Şüphesiz ki bunda iman edenler için bir ayet/alâmet vardır.”