172. DERS (Hicr Suresi, 78 - 99) Seb’ul – Mesani

 78- وَإِن كَانَ أَصْحَابُ الأَيْكَةِ لَظَالِمِينَ “Eyke halkı da gerçekten zalimlerdi.”

Eyke halkı, (Ashabu’l-Eyke), Hz. Şuaybın kavmi olup ormanlık bir bölgede yaşıyorlardı. Allah Hz. Şuaybı onlara elçi olarak gönderdi, ama onlar yalanladılar, her tarafı kuşatan bulutlardan yağdırılan ateşle helâk edildiler.

Eyke, sık ağaçlı yer demektir.

 

79- فَانتَقَمْنَا مِنْهُمْ “Biz onlardan intikam aldık.”Onları helak ederek kendilerinden intikam aldık.

وَإِنَّهُمَا لَبِإِمَامٍ مُّبِينٍ “O ikisi hâlâ yol üzerindedir.”

“O ikisi”nden murat

-Sedom ve Eyke olabileceği gibi,

-Eyke ve Medyen de olabilir. Çünkü Hz. Şuayb hem Eyke, hem de Medyen’e gönderilmişti. Bu durumda bunlardan birinin zikri, diğerini de hatıra getirir.

O ikisi, apaçık yol güzergâhındadırlar.

Ayette yol “imam” kelimesiyle ifade edilmiştir. İmam, kendisine uyulan demektir. İnsan da yola çıktığında o yola uymuş olur. Bina şakülü ve krokisine de “imam” denilir, çünkü bina yapımında bunlara uyulur.

 

80- وَلَقَدْ كَذَّبَ أَصْحَابُ الحِجْرِ الْمُرْسَلِينَ “Şüphesiz Ashab-ı Hicr de peygamberleri yalanladılar.”

Ashab-ı Hicr’dan murat Semud kavmidir, Hz. Salihi yalanlamışlardı.

Ayette “mürselin” şeklinde çoğul ifade edilmesi, bir peygamberi yalanlayanın sanki hepsini yalanlamış olduğunu bildirmek içindir.

Bundan muradın, Hz. Salih ve yanında bulunan mü’minler olması da caizdir.

Hicr, Medine ile Şam arasında onların yaşamış oldukları vadinin adıdır.

 

 81- وَآتَيْنَاهُمْ آيَاتِنَا فَكَانُواْ عَنْهَا مُعْرِضِينَ “Biz onlara âyetlerimizi vermiştik de, onlar yüz çeviriyorlardı.”

Ayetlerden murat,

-Peygamberlerine indirilen kitabın ayetleridir.

-Veya kayadan çıkan deve ve bununla alakalı anlatılan bir defada çokça su içmesi, bol süt vermesi, sonunda boğazlanması gibi durumlardır.

-Veya tevhid delilleri olarak nasbedilen tekvînî ayetlerdir.

 

 82- وَكَانُواْ يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا آمِنِينَ “Ve onlar, güven içinde dağlardan evler yontuyorlardı.”

Bunlar, dağlardan oydukları evlerde, bu evlerin sağlamlığı sebebiyle yıkılmasından, hırsızların delip içeri girmesinden, düşmanların tahribi gibi durumlardan emin bir şekilde yaşıyorlardı.

Veya onların emin bir şekilde yaşamaları, başlarına gelecek azap yönündendi. Aşırı gafletleri ve dağların kendilerini azaptan koruyacağı zannıyla günün birinde azapla karşılaşacaklarını hesaba katmıyorlardı.

 

 

83- فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِحِينَ “Derken sabahleyin korkunç bir ses onları yakaladı.”

 

84- فَمَا أَغْنَى عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَكْسِبُونَ “Kazanmakta oldukları şeyler, onlardan hiçbir zararı savmadı.”Sağlam binalar yapmaları, mal ve sayılarını çoğaltmaları onlara bir fayda sağlamadı.

 

85- وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلاَّ بِالْحَقِّ “Biz gökleri, yerive aralarındakileri ancak hak ile yarattık.”

Biz gökleri ve yeri ve bunların arasında olanları hak olarak yarattık. Bu yaratılış, fesadın sürmesine ve şerlerin devamına uygun değildir. Bundan dolayı ilâhî hikmet böyle zâlimlerin helakini ve fesatlarını yeryüzünden kaldırmayı gerekli kılar.

وَإِنَّ السَّاعَةَ لآتِيَةٌ “Ve elbette kıyamet gelecektir.”

Kıyamet muhakkak gelecek ve Allah Seni yalanlayanlardan Senin için intikam alacaktır.

فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَمِيلَ “Şimdi sen onlara güzel bir hoşgörüyle muamele et.”

Öyleyse onlardan intikam almada acele etme. Onlara, affeden ve hilm ile karşılık veren kimsenin muamelesiyle karşılık ver.

Denildi ki: Bu ayet, seyf ayetiyle neshedilmiştir.

 

86- إِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلاَّقُ الْعَلِيمُ “Şüphesiz Rabbin Hallâk – Alîm’dir.”

Seni terbiye eden Allah, hem Seni yarattı, hem de onları. Senin ve onların durumu, O’nun elindedir.

O, Alîm’dir; Senin ve onların hâlini bilir. Dolayısıyla aranızda hükmetmesi için kendisine tevekkül etmene layık olan O’dur.

Veya sizi yaratan ve size en uygun olanı bilen O’dur. Bugün için en uygun olanın onlarla uğraşmamak olduğunu bilmiştir.

Hâlık, azı da çoğu da yaratan demektir.

Hallâk ise, çokça yaratan anlamında kullanılır.

 

 87- وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِّنَ الْمَثَانِي “Andolsun ki, biz sana seb’ul- mesani’yi

(tekrarlanan yediyi) verdik.”

“Seb’ul-Mesanî”

Bundan murat, yedi ayeti olan Fatihadır.

Ayrıca şu manalara da dikkat çekilmiştir:

-Yedi uzun sûre. Bunlar, Bakaradan itibaren olup, yedincisi Enfal ve Tevbe sûreleridir. Çünkü bu ikisi bir sûre hükmündedir. Bundan dolayı aralarında besmele ile ayırma olmamıştır.

-Ha-mim ile başlayan yedi sure.[1>

-Yedi sahife, yani Kur’an’ın başlıca yedi bölüm hâlinde olmasıdır.

Mesanî, tesniye veya sena kelimesinden gelir. Çünkü bunların her biri medhedilmiştir ve tekrar be tekrar okunur.

Veya Kur’anın lafızları, kıssaları, öğütleri tekrar edilir.

Veya o Kur’an, Allahu Teâlâyı layık olduğu yüce sıfatlar ve en güzel isimlerle sena eder.

Mesanîden murat Kur’an olabileceği gibi, Allah’ın bütün kitapları da kastedilebilir. Bu durumda “Sana Mesaniden yedi verdik” ifadesi baziyet bildirir.

وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ “Ve bir de Kur’ân-ı Azîmi.”

Eğer önceki ayette geçen “yedi” ile ayetler veya sûreler murat edilmişse, bu durumda yapılan atıf, bütünün parçasına veya âmm olanın has olana atfı kabilinden olur. Eğer Kur’an’ın yedi bölümü murat edilmişse, bir vasfın bir diğer vasfa atfedilmesi söz konusudur.

 

88- لاَ تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِّنْهُمْ “Sakın onların bir kısmına verdiğimiz geçici şeylere heveslenip göz dikeyim deme.”

Çünkü, onlara verilenler, Sana verilenlere nisbetle küçük şeylerdir. Sana verilenler bizzat matlup olan kemâldir ve lezzetlerin devamına yol açan şeylerdir.

Hz. Ebubekirden şöyle nakledilir:

“Kendisine Kur’an ilmi verilen kimse, bir başkasına verilen dünya nimetlerini kendine verilen ilimden daha efdal görürse, büyük olanı küçültmüş, küçük olanı da büyütmüş olur.”

Rivayete göre Hz. Peygamber (asm) ashabıyla beraber Beni Kurayza ve Beni Nadir Yahudilerine ait yedi kafileye rastladı. Bu kervanda her türlü kumaş, koku, mücevher ve diğer çeşit mallar bulunmaktaydı. Müslümanlar bunu görünce şöyle dediler: “Bu mallar bizim olsaydı, bunlarla kuvvetlenirdik ve Allah yolunda da infak ederdik.”

Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Andolsun ki, size yedi ayet verildi. Bu yedi ayet, bu yedi kafileden daha hayırlıdır.”

وَلاَ تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ “Ve onlara üzülme.”

Onlar iman etmiyorlar diye sakın üzülme.

Şu manaya da dikkat çekildi: Onlar böyle imkânlar içindeler diye sakın üzülme!

وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ “Ve mü’minlere şefkat kanatlarını ger.”

Onlara tevazu göster, rıfk ile muamele et.

 

89- وَقُلْ إِنِّي أَنَا النَّذِيرُ الْمُبِينُ “De ki: Şüphesiz ben apaçık uyarıcıyım.”

Açık bir beyan ve delille sizi şöyle uyarıyorum ki: Şayet iman etmezseniz Allahın azabı başınıza gelecektir.

 

90- كَمَا أَنزَلْنَا عَلَى المُقْتَسِمِينَ “Nitekim o o muktesim olanlara da azap indirmiştik.”

Nitekim daha önce de benzeri bir azabı “muktesim” olanlara indirmiştik.

“Muktesim olanlar”dan murat, değişik yönlerden açıklanmıştır:

-Bunlar on iki kişi idi. Hac mevsiminde Mekke girişlerini paylaşmış, insanları Hz. Peygambere imandan ürkütmeye çalışmışlardı. Allah bunları Bedir savaşında helâk etti.

-Bunlar, Hz. Salihe gece komplo kurup öldürmeye yemin etmiş bir gruptur.

-Veya bunlardan murat, bu ayetin devamının da işaret ettiği gibi, inatlarından Kur’anı kabul etmeyip “Kur’anın bazısı haktır, Tevrat ve İncile uygundur. Bazısı da bâtıldır, onlara muhaliftir” diyerek O’nu parça parça değerlendirenlerdir.

-Veya bunlar Kur’an hakkında, onu “şiir, sihir, kehanet ve öncekilerin masalları” şeklinde parçalara bölerek değerlendirenlerdir.

-Veya bunlardan murat ehl-i kitaptır. Kitaplarının bir kısmına inanmış, bir kısmını inkâr etmişlerdir. Bu manaya göre (sonraki ayetteki) “Kur’an” kelimesi, kıraat anlamında kullanılmış olur, onların kendi kitaplarından okuduklarını parça parça değerlendirmelerini ifade eder.

Hz. Peygambere bunun hatırlatılması, O’na bir tesellidir.

 

91- الَّذِينَ جَعَلُوا الْقُرْآنَ عِضِينَ “Onlar, Kur’ân’ı parçalara böldüler.”

Denildi ki: Ayetteki “ıdîn” kelimesi “sihir” anlamına da gelir. Nitekim Hz. Peygamber (asm) “Allah sihir yapan ve yaptırana lanet etmiştir” derken bu kelimeyi kullanmıştır.

 

92- فَوَرَبِّكَ لَنَسْأَلَنَّهُمْ أَجْمَعِيْنَ “Rabbin hakkı için, biz onların hepsini

hesaba çekeceğiz.”

 

93- عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ “Yaptıklarından soracağız.”

Rabbine yemin ederim ki, biz onların hepsine Kur’anı parça parça değerlendirmek veya ona “sihir” demek gibi yaptıklarını birer birer soracağız.

Denildi ki: Ayet sadece Kur’anla ilgili yaptıkları şeyler olmayıp, her türlü küfür ve isyanlarıyla alakalıdır.

 

94- فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ “Öyleyse Sen Sana emrolunanı çekinmeden anlat.”

Sana emrolunanı açıkça söyle.

Veya Sana emrolunanla hak ve batılı birbirinden ayır.

وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ “Ve müşriklerden yüz çevir.”

Onların sözlerine iltifat etme!

 

95- إِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِئِينَ “Muhakkak ki biz o alay edenlere karşı sana yeteriz.”

Biz, o istihza edenlere karşı, onlara hükmederek ve helâk ederek Sana yeteriz.

Sebeb-i Nüzûl

Denildi ki: Ayette nazara verilenler Kureyşin eşrafından şu beş kişidir: Velid Bin Muğire, As Bin Vail, Adiyy Bin Kays, Esved Bin Abd-i Yeğus ve Esved Bin Muttalip. Bunlar Hz. Peygambere eza vermede ve O’nunla istihza etmede çok aşırı gidiyorlardı. Birgün Hz. Cebrail Hz. Peygambere şöyle dedi: “Bana, onlara karşı Sana yardım etmem emredildi.”

Hz. Cebrail Velidin bacağına işaret etti, Velid bir ok torbasına bastı, oklardan biri elbisesine yapıştı, ama o, kibrinden onu almak için eğilmedi. Ok, arkasında bir damara isabet etti, onu kesti, Velidin ölümüne sebep oldu.

As Bin Vâilin ayağına işaret etti, ayağına bir diken battı, ayağı şişti, değirmentaşına döndü, bu yüzden öldü.

Adiyy Bin Kaysın burnuna işaret etti. Burnundan irin sümkürdü, öldü.

Esved Bin Abd-i Yeğus bir ağacın dibinde oturuyordu. Başıyla ağaca toslamaya başladı. Dikenler yüzüne vuruyordu. Bu şekilde vura vura öldü.

Esved Bin Muttalibin iki gözüne işaret etti, gözleri kör oldu.

 

9ّ6- الَّذِينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّهِ إِلهًا آخَرَ “Onlar Allah ile birlikte başka birilâh ediniyorlar.”

فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ “Ama yakında bileceklerdir.”

Sonra onlar yaptıkları şeylerin dünya ve ahirette akıbetinin ne olduğunu bilecekler.

 

97- وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّكَ يَضِيقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَ “Gerçekten biliyoruz ki,onların söylediklerine göğsün daralıyor.”

Biz biliyoruz ki, onların şirki, Kur’anı tenkidleri ve Seninle dalga geçmek için söyledikleri Senin kalbinde sıkıntı meydana getiriyor.

 

98- فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ “O halde Rabbini hamd ile tesbih et.”

Sen Allahın Sana tevdi etmiş olduğu tesbih – tahmid görevlerini yap, bunlar Sana yetecektir ve Senin hüznünü giderecektir.

Veya onların söylediklerine mukabil, Seni hakka ilettiğinden dolayı Ona hamdederek, Allahı bunlardan tenzih et.

وَكُن مِّنَ السَّاجِدِينَ “Ve secde edenlerden ol.”

Namaz kılanlardan ol.

Rivayete göre Hz. Peygamber daraldığı vakit namaza sığınırdı.

 

99- وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ “Ve sana yakîn gelinceye kadar Rabbine ibadet et.”

Ayette “yakîn”den murat ölümdür. Çünkü her canlı mahlûka ölümün gelmesi, kaçınılmazdır.

Mana şöyledir: Hayatta olduğun sürece Allaha ibadet et, bir lahza bile ibadetten boş kalma!

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Hicr sûresini okuyana, Muhacirler, Ensar ve Muhammed (asm) ile istihza edenler sayısınca mükâfat verilir.”

 

Vallahu A’lem (Doğrusunu en iyi Allah bilir.)


 

[1> Bunlar ardarda gelen Mü’min, Fussilet, Şûra, Zuhruf, Duhan, Casiye ve Ahkaf sûreleridir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
15. Hicr
Gönderi tarihi: 12-04-2014
1,801 kez okundu
Block title
Block content