1- الَرَ “Elif, Lâm, Râ.”
تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُّبِينٍ “İşte bunlar, Kitabın ve apaçık birKur’ân’ın âyetleridir.”
“İşte bunlar” ifadesi ile bu sûreye veya Kur’anın tamamına işaret edilmiştir.
“Kur’an” kelimesinin elif – lâmsız gelmesi, büyüklüğünü göstermek içindir. Yani, kâmil bir kitap ve dikkat çekici bir beyanla hakkı batıldan ayıran bir Kur’an olmasıyla, bu ayetler her şeyi içine alan ayetlerdir.
2- رُّبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ كَانُواْ مُسْلِمِينَ “Bir zaman gelecek ki inkâr edenler, ‘keşke müslüman olsaydık’ temennisinde bulunacaklar.”
O inkarcılar,
-Müslümanlar galip geldiğinde,
-Veya ölüm anında,
-Veya kıyamet günü Müslümanların hâlini gördüklerinde “keşke biz de Müslüman olsaydık” diyecekler.
Denildi ki: Kıyametin korkunç hâlleri onları dehşete düşürür, zaman zaman ayıldıklarında “keşke Müslüman olsaydık” diye temennide bulunurlar.
3- ذَرْهُمْ “Bırak onları!”
يَأْكُلُواْ وَيَتَمَتَّعُواْ “Yesinler, zevk alsınlar.”Bırak onları, yesinler, dünyalarıyla keyiflensinler.
وَيُلْهِهِمُ الأَمَلُ “Arzu onları oyalasın.”
Çokça yaşamak, dünyalarını mamur etmek gibi beklentileri, onları ahirete hazırlanmaktan alıkoysun.
فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ “İlerde bilecekler.”Yaptıklarının karşılığını gördüklerinde, yaptıklarının ne kötü olduğunu bilecekler.
Ayetten maksat, onların batıldan dönmeyeceklerini Hz. Peygambere bildirmek ve onların ilâhî inayetten mahrum kalacaklarını ifade etmektir. Onlar, boş işlere daldıkları için, Hz. Peygamber onlara nasihatte de bulunsa bir faydası olmayacaktır.
Ayette,
-O inatçı inkârcılara karşı susturucu bir delil,
-Ve lezzet peşinde koşmaktan, tul-i emelin yol açacağı hallerden bir sakındırma vardır.
4- وَمَا أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ إِلاَّ وَلَهَا كِتَابٌ مَّعْلُومٌ “Biz hiçbir beldeyi belli bir yazı olmadan helak etmedik.”Ayetteki “belli bir yazı”dan murat, onların levh-i mahfuzda belirlenmiş olan ecelleridir.
5- مَّا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ “Hiçbir millet, ne ecelini öne alabilir ve ne de ondan geri kalırlar.”
6- وَقَالُواْ يَا أَيُّهَا الَّذِي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ “Ve dediler ki: Ey kendisine zikir indirilen! Şüphesiz Sen bir mecnunsun!”Hz. Peygambere onların “Ey kendisine zikir indirilen!” diye seslenmeleri, dalga geçmek içindir. Ayetin devamında “Şüphesiz Sen bir mecnunsun!” demeleri, bunu açıkça gösterir. Bunun bir benzerini, Firavunun Hz. Musa hakkında söylediği şu sözde görürüz:
“Şüphesiz size gönderilen peygamberiniz! bir mecnun (deli).” (Şuara, 27)
Yani, şöyle demektedirler: “Ya Muhammed! Sen kendine zikir (Kur’an) indirildiğini iddia etmekle, mecnunların sözünü söylüyorsun.”
7- لَّوْ مَا تَأْتِينَا بِالْمَلائِكَةِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ “Eğer doğru kimselerden sen, bize melekleri getir de görelim.”Yani, “Keşke bize meleklerle gelsen, onlar Seni tasdik etse ve destekleseler.”
Benzeri bir mana, şu ayette nazara verilir:“Dediler: Bu nasıl peygamber! Yemek yiyor ve çarşılarda geziyor.
Ona, beraberinde bulunup uyaran bir melek indirilseydi ya!” (Furkan, 7)
Veya yalanlayan ümmetlere meleklerin gelip cezalandırmaları gibi, bizim de Seni yalanlamamıza karşılık azap melekleri gelse, bizi cezalandırsa.
8- مَا نُنَزِّلُ الْمَلائِكَةَ إِلاَّ بِالحَقِّ “Hâlbuki, biz o melekleri ancak hak ileindiririz.”
Melekler, ancak Allahın takdir ettiği vecihle ve hikmetinin iktizası üzerine gönderilirler. Onların sizin göreceğiniz şekilde gelmelerinde bir hikmet yoktur. Çünkü bu, sizin şüphelerinizi artırır. Sizin cezalandırılmanız için hemen gelmeleri de uygun değildir, çünkü sizden ve nesillerinizden iman edecek kimseler vardır.
“Biz melekleri ancak hak ile indiririz” ifadesindeki “hak” kelimesi vahiy veya azap şeklinde de açıklanmıştır.
وَمَا كَانُواْ إِذًا مُّنظَرِينَ “Ve o zaman o inkârcılara hiç mühlet verilmez.”
Yani, melekleri göndersek artık iş biter, kendilerine süre tanınmaz.
9- إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ “Hiç şüphe yok ki, o zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik.”
Ayet, onların inkâr ve istihzalarına bir reddir. Bundan dolayı çok cihetlerle te’kid edilmiştir.
وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ “Ve elbette onu koruyacak olan da biziz.”
Biz O Kur’anı insan kelâmından farklı kılarak tahriften, ziyade ve noksandan korumaktayız. Öyle ki dile vakıf olanlara, o Kur’anın nazmındaki bir değişiklik asla gizli kalmaz.
Veya bu ifadeyle Cenab-ı Hak, Kur’anın devamı hususunda arız olabilecek hallerden korunmuş olduğunu taahhüd etmiştir. Nitekim, bu ayetin evvelinde de, Kur’anın indirildiği Hz. Peygamberi ithamlardan korumuştur.
Denildi ki “O’nu koruyacak olan da Biziz” ifadesinde ki “O” zamiri Hz. Peygambere râcidir. Bu durumda mana şöyle olur:
“Bir öğüt olan Kur’anı Biz indirdik. Onun indirildiği Peygamberi koruyacak olan da Biziz.”
10- وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ فِي شِيَعِ الأَوَّلِينَ “Andolsun ki, senden önceki milletler arasında da peygamberler gönderdik.”Ayette geçen “şiya” kelimesi “şîa” kelimesinin çoğuludur. Şia, bir metod ve mezhep üzerinde ittifak eden insan topluluğudur. Yani, “Önceki topluluklar içinde de peygamberler gönderdik, onları o topluluklara elçiler kıldık.”
11- وَمَا يَأْتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلاَّ كَانُواْ بِهِ يَسْتَهْزِؤُونَ “Onlara hiçbir peygamber gelmiyordu ki, onunla alay etmiş olmasınlar.”Ey Peygamber! Senin kavminin Sana yaptıkları gibi, önceki kavimler de kendilerine gönderilen peygamberlerle dalga geçtiler, alay ettiler.
Ayet, Hz. Peygambere bir tesellidir.
12- كَذَلِكَ نَسْلُكُهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ “Biz onu mücrimlerin kalbine işte böyle sokarız.”
Biz o istihzayı suçluların kalplerine sokarız.
Bunda, Allahu Teâlânın onların kalplerinde bâtılı yaratmasına bir delil vardır.
13- لاَ يُؤْمِنُونَ بِهِ “Ona iman etmezler.”
وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الأَوَّلِينَ “Hâlbuki öncekilerin başlarına gelenler gözler önündedir.”
Allahın önceki ümmetlerin mücrimleri hakkındaki kanunu,
-Onları muvaffak kılmamak,
-Kalplerine küfrü sokmaktır.
-Veya onlardan Peygamberleri yalanlayanları helâk etmektir.
Bu son manaya göre ayet, Mekke halkına bir tehdit ifade eder.
14- وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِم بَابًا مِّنَ السَّمَاء فَظَلُّواْ فِيهِ يَعْرُجُونَ “Şayet onlara gök ten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar…”
“Bize melekleri getirsen” diyen bu kimselere semadan bir kapı açsak da oraya kadar yükselseler ve gün boyunca net bir şekilde oradaki hayret verici halleri görseler veya açtığımız o kapıdan meleklerin yükselişlerini görseler, aşırı inatlarından ve şüpheler içinde olmalarından şöyle derler:
15- لَقَالُواْ إِنَّمَا سُكِّرَتْ أَبْصَارُنَا “Şöyle derler: Gözlerimiz döndürüldü…”
بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَّسْحُورُونَ “Daha doğrusu biz, büyülenmiş bir kavimiz.”
Başka mu’cizeleri gördüklerinde “Muhammed bize sihir yaptı” dedikleri gibi, bunu da bir sihir olarak değerlendirirler.
Demek ki böyle harika şeyler bile görseler, gördüklerini gerçek olarak kabul etmeyecekler, bir çeşit sihir ile büyülendiklerini düşünecekler.
16- وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاء بُرُوجًا “Andolsun biz, gökte bir takım burçlar kıldık.”
Semanın besateti ile beraber, rasat ve tecrübenin delâlet ettiği üzere, biz onda çeşitli görünüm ve özelliklerde olan on iki burç meydana getirdik.
وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ “Ve temaşa edenler için onu süsledik.”
Ve o semayı güzel şekiller ve manzaralarla süsledik. Tefekkür ehli olanlar o semaya nazar ederler, O’nu yoktan yaratanın kudretine ve sanatkârının bir olduğuna istidlalde bulunurlar, ibret alırlar.
17- وَحَفِظْنَاهَا مِن كُلِّ شَيْطَانٍ رَّجِيمٍ “Ve onu kovulmuş her şeytandan koruduk.”
Böyle olunca, hiçbir şeytan semaya yükselmeye, oranın ehli olanlara vesvese vermeye, orada bir tasarrufta bulunmaya ve oranın hallerine muttali olmaya güç yetiremez.
18- إِلاَّ مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ “Ancak kulak hırsızlığı eden hariç.”
Ancak, kendileri de ruhanî olmaları sebebiyle, semavat ehlinden çok az bir kulak hırsızlığı yapabilirler veya yıldızların vaziyetlerinden ve hâllerinden yola çıkarak yeryüzünde olabilecek bazı olaylara istidlâlde bulunurlar.
İbnu Abbas’tan şöyle nakledilir: Onlar önceleri semavattan perdeli değillerdi. Hz. İsa doğduğunda üç sema tabakasından menedildiler. Hz. Muhammed (asm) doğduğunda ise, şihaplarla bütün semalardan alıkondular.
فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُّبِينٌ “Onu da apaçık bir şihab takip eder.” Şihab, parlak ateş parçasıdır. Kendilerinde bulunan parlaklık sebebiyle yıldız ve mızrak ucuna da “şihab” denildiği olur.
19- وَالأَرْضَ مَدَدْنَاهَا “Yeryüzünü de yayıp döşedik.”
وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ “Ve oraya sağlam dağlar yerleştirdik.”
وَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ شَيْءٍ مَّوْزُونٍ “Orada her ölçülü şeyden bitkiler bitirdik.”
“Orada” derken, bununla “yeryüzünde” veya “yeryüzünde ve dağlarda” manası kastedilebilir.
Buralarda bitirilen çeşitli bitkiler, Cenab-ı Hakkın hikmetine uygun bir şekilde belirli bir ölçü ile takdir edilmiştir. Bunlar, hem gayet güzel, hem gayet münasiptir. Her biri birer nimet olup nice faydalar vermektedir.
20- وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ “Orada sizin için geçim yolları yarattık.”
Sizler, yemenizde ve giymenizde bunlardan istifade edersiniz.
وَمَن لَّسْتُمْ لَهُ بِرَازِقِينَ “Kendilerine rızıklarını vermediğiniz kimseler için de…”
Ayetten murat, insanların yanlış bir zanla kendilerine rızık verdiklerini zannettikleri çoluk-çocukları, hizmetçileri ve köleleridir. Çünkü onlara da, onların nezaret ettiklerine de rızk veren Allahtır.
Ayetin özü şudur:
Arzın belirli bir miktar ve şekille yayılması, muhtelif cüz’lerden meydana gelmesi, başka şekillerde olması mümkün ve muhtemel iken belli bir yaratılış ve tabiatla çeşitli bitki ve hayvanların yaratılması, Cenab-ı Hakkın
-Kudretinin kemâline,
-Hikmetinin tam oluşuna,
-Uluhiyette şeriki olmadığına,
-Kendisini bir olarak bilmeleri ve sadece O’na ibadet etmelerinin kullarına bir görev olduğuna delâlet eder.
Cenab-ı Hak, ardından bu konuda te’kidli bir şekilde şöyle bildirdi:
21- وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ عِندَنَا خَزَائِنُهُ “Her şeyin hazineleri bizim yanımızdadır.”Yaratılmış her ne varsa, biz onların çok daha fazlasını vücuda getirmeye ve yaratmaya kâdiriz.
“Her şeyin hazinesi bizim yanımızdadır” ifadesi, Cenab-ı Hakkın her şeye güç yetirmesine bir meseldir.Veya, hazinede (depoda-mahzende) var olanı çıkarmak zor olmadığı gibi, her şeyin hazinesi yanında olan Allaha, bunları vücud sahasına çıkarmanın zor olmadığını anlatan bir teşbihtir.
وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلاَّ بِقَدَرٍ مَّعْلُومٍ “Fakat biz onu ancak belli ölçüyle indiririz.”
Her şeyin hazinesi O’nun yanında olmakla beraber, bunları sınırlayan
hikmet ve meşiettir. Dolayısıyla, Allahın ilmi her şeyi kuşatmış iken, eşyanın belli bir vakitte belli özellikler ve hallerle vücuda gelmesi, hikmet sahibi bir muhassısın tercihiyledir.
22- وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ “Aşılayıcı rüzgârlar gönderdik.”Bundan murat
-Ya, bu rüzgarların yağmur yüklü olmasıdır. Nitekim, yağmur getirmeyen bulut için “akîm” yani “kısır” ifadesi kullanılmaktadır.
-Veya ağaçları, çiçekleri aşılamalarıdır.
فَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء “Ardından gökten bir su indirdik.”
فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ “Sizi onunla suladık.”
وَمَا أَنتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ “O suyu depolayan siz değilsiniz.”
O suyun hazineleri sizin kudretinizde değildir. Her şeyin hazinesi bizim nezdimizde olduğu gibi, suyun hazineleri de bizim nezdimizdedir.
Veya bundan murat şu olabilir: Semadan indirdiğimiz suyu göllerde, pınarlarda, kuyularda muhafaza eden siz değilsiniz, Biz onu oralarda muhafaza ederiz.
Havanın bazı vakitlerde insanlara faydalı olacak şekilde bazı cihetlere hareketi, hikmet sahibi bir Müdebbire delâlet ettiği gibi, suyun bu şekilde muhafazası da o hikmetli Müdebbire delâlet eder. Çünkü suyun tabiatında yerin derinliklerine çekilmek vardır. Bu şekilde depolanması tahsîs edici bir sebebi gerekli kılar.
23- وَإنَّا لَنَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ “Elbette biz diriltiriz ve biz öldürürüz!”
Biz, onu kabule uygun bazı cisimlerde hayatı icad ederiz ve onlardan hayatı izâle ile ölümü yaratırız.
Ayette “biz” ifadesinin tekrarı, hasr içindir. Yani, “ancak biz hayat veririz ve biz öldürürüz.”
وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ “Ve hepsinin varisleri de biziz.”
Bütün mahlûklar öldüğünde, biz onlara varis oluruz, hepsi ölür, biz kalırız.
24- وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِمِينَ مِنكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِرِين “Andolsun ki, biz içinizden önce gelenleri de biliriz, geri kalanları da biliriz.”Sizin hâllerinizden hiçbiri bize gizli kalmaz.
Önce gelenler ve geri kalanlardan murat şunlar olabilir:
-Doğum ve ölüm itibariyle önce olanlar ve sonra gelenler.
-Babaların sulbünden çıkanlar ve henüz çıkmamış olanlar.
-İslama girişte, cihadda, Allaha itaatte önde olanlar ve geri kalanlar.
Üstteki ayetlerde Cenab-ı Hakkın kudretinin kemâline delil getirilmişti, bununla da O’nun ilminin kemâli beyan edildi. Çünkü kudretine delil olan şeyler, ilmine de birer delildir.
Sebeb-i Nüzûl
Denildi ki: Hz. Peygamber, namazda ilk saf için teşvikte bulununca, sahabeler ön safa geçmek için izdiham yaptılar, bunun üzerine ayet nâzil oldu.
25- وَإِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْ “Ve şüphesiz Rabbindir ki, onları haşreder.”
Senin Rabbin, onların amellerinin karşılığını vermek üzere hiç şüphesiz onları haşredecek, bir araya toplayacaktır.Ayette “O haşreder” denilmesi, buna kâdir olan ve yapacak olanın sadece Allah olduğuna, başkasının yapamayacağına delâlet içindir.
Cümlenin başında اِنَّ “inne” edatının yer alması, yapılan vaadin gerçek
olduğunu bildirmek ve öncesinde Cenab-ı Hakkın kudretinin kemâline ve eşyayı ayrıntılarıyla bilmesine delâlet eden durumların, bu hükmün sıhhatine delâlet ettiklerine tenbihte bulunmak içindir. Ayetin devamı bunu açıktan ifade etmektedir:
إِنَّهُ حَكِيمٌ عَلِيمٌ “Gerçekten O, Hakîm’dir – Alîm’dir.”
O Hakîm’dir, hikmeti apaçıktır, bütün fiillerinde mükemmellik vardır. Alîm’dir; ilmi her şeyi içine almıştır.