"Vahiy" kelimesi (VHY) fiilinin mastarı olup lügatte, gizli konuşmak, emretmek, îma ve işaret etmek, acele etmek, seslenmek, fısıldamak, mektup yazmak ve ilham gibi anlamlara gelmektedir.( el-Cevherî, es-Sihah; ibn Manzûr, Lisânü'l-Arab, "VHY" maddesi.)
Bu kelime, Kur'an'da Allah'a ait bir fiil olarak kullanıldığı gibi, Allah'tan başkası için de kullanılmıştır. Bu sebeple sözlük anlamı itibariyle vahiy kavramı: İlâhî ve gayr-ı İlâhî vahiy şeklinde iki çeşit olarak tespit edilmektedir.(Cerrahoğlu, ismail, Tefsir Usûlü, 37; Turgut, Ali, Tefsir Usûlü ve Kaynakları, 79-80.).
Gayr-ı İlâhî Vahiy
Gayr-ı İlâhî vahiy için aşağıdaki ayetler misal olarak zikredilebilir:
"Zekeriyya, mabetten kavminin karşısına çıkarak onlara:‘Sabah- akşam tespihte bulunun’ diye vahyetti."(Meryem, 19/11)
"Biz böylece her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar, aldatmak maksadıyla birbirlerine yaldızlı sözler vahyederler."(En'am, 6/112.)
İlâhî Vahiy
Allah tarafından yapılan vahyin “ilâhî vahiy” kavramını kendi arasında tekvînî, ilhâmî ve teşriî/hakîkî vahiy şeklinde değişik kısımlara ayırmak mümkündür.
Tekvînî vahiy: Tekvinî vahiy, cansız varlıkların hususi görevlerini bildiren bir vahiy şeklidir. Hususi vazifelerini kendilerine bildiren Allah, bunu vahiy kelimesiyle ifade etmiştir. Kur’an’da bu vahiy çeşidi, göklere ve yere yapılan vahiy olarak kendini göstermektedir. İlgili ayetler şöyledir:
“Allah böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahiy etti.” (Fussilet, 41/12.)
“Yeryüzü o şiddetli sarsıntı ile sarsıldığı, içindeki ağırlıklarını çıkarıp dışarı attığı, ve insan: “Bu yere de ne oluyor?” dediği zaman, işte o gün yer, üzerinde olup biten her şeyi anlatır. Çünkü Rabbin ona vahiy etmiştir."(Zilzal, 99/1-5).
Hz. Peygamber (a.s.m)'e vahyin gelişi, değişik şekiller arz etmektedir. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
a. Rüyay-ı sâdıka:
Hz. Âişe (ra)'nin belirttiğine göre, Hz. Peygamber (a.s.m)'e gelen ilk vahiy, rüya şeklinde tezahür etmiştir. Hz. Peygamber (a.s.m)'in gördüğü rüyalar, sabahın aydınlığı gibi ortaya çıkardı.( Buhârî, Bed'ü'l-vahy, 3.)
b. Hz. Cebrail'in görünmeden vahiy getirmesi:
Bazen olur ki, Hz. Peygamber (a.s.m) uyanıkken, melek görünmeksizin onun kalbine vahiy ilka ederdi. Buna bir çeşit teşriî ilham da denilebilir. Çünkü söz konusu vahiy, bir Kur’an ayeti olmamakla beraber yine de teşriî bir mesaj ihtiva etmektedir:
"Rûhu'l-Kudüs kalbime şu sözü fısıldadı: Hiçbir nefis rızkını tastamam almadıkça ölmez. Öyleyse Allah'tan sakının da rızkınızı güzel ve meşru yollardan arayın."(Suyutî, İtkan, I/59; Aclûnî, Keşfu'l-hafa, I/231)
c. Hz. Cebrail'in insan suretine girerek vahiy getirmesi (Buhârî, Bed'ü'l-Vahy, 2).
İmân, İslâm ve ihsandan bahseden meşhur Cibril hadisi, bu çeşit vahyin bir örneğini göstermektedir.(Buhârî, İman, 57). Tarih ve siyer kitapları, Hz. Cebrail (as)'in insan şeklinde temessül ettiği zaman, çoğunlukla sahabilerden Hz. Dihye (ra) suretinde geldiğini bildirmektedirler. (Keskioğlu, Osman, Kur'a'n-ı Kerim Bilgileri, 30.).
d. Meleğin çan sesine benzer bir sesle hitap etmesi:
Hz. Âişe’nin bildirdiğine göre, Efendimiz (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Bazen bana çan sesine benzer bir sesle hitap edilir. Bu bana en ağır gelen vahiy şeklidir. Melek benden ayrılıp giderken, ben de gelen vahyi tastamam hıfzetmiş olurum." [Buhârî, Bed'ü'l-Vahy, 2; vahyin çeşitleri için ayrıca bk. İbn Kayyım el- Cevzî, Zâ'du'l-Meâd, (trc. Şükrü Özen), I/24-25.>.
"Allah'ın vahiy ile veya perde arkasından, yahut bir elçi gönderip ona kendi izniyle dilediği şeyi vahiy etmesinden başka bir suretle konuşması hiç bir insana müyesser olmaz. O yücedir, hikmet sahibidir."(Şûrâ, 42/51)
"Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyetttik. Ve İbrahim'e, İsmail'e, İshâk'a, Yakûb'a, Esbat'a (onların torunlarına), İsa'ya, Eyyûb'e, Yûnus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik."( Nisâ, 4/163)
Vahyin Hakikati/Vahiy Mesajının Amacı:
“Cinleri ve insanları sırf beni tanıyıp, bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/50).
Asrımızın en büyük allamelerinden olan Bediüzzaman Said Nursi’ye göre, yüz bin peygamberin ittifakla haber verdiği, semavî kitap ve sahifelerin delilleriyle gösterdiği vahyin hakikati ve Vahiy mesajının amacı, beş ışıklı bir yolla gündüz gibi ispat edilebilir. (bk. Şualar, Yedinci Şua)
Tenezzül-ü İlâhî:
“Tenezzül-ü İlâhî” kavramı, Yüce Allah’ın kendi icadı olan yaratıklarıyla, özellikle ahsen-i takvimde yarattığı insanlarla, onların hak ilahı olarak konuşmaya tenezzül buyurması anlamına gelir.
Bütün canlı mahlûklarını konuşturan ve konuşmalarını bilen yüce Allah'ın kendisinin de konuşmasıyla onların konuşmalarına iştirak etmesi, ulûhiyet ve rubûbiyetinin/yaratıcılık ve idareciliğinin, hak mabut ve ilahlığının gereğidir. Allah'ın insanlarla konuşması demek, onların anlayacağı şekilde, akıllarının seviyesine göre onlara hitap etmesi, O'nun bir Yaratıcı olarak yaratıklarına karşı merhametiyle tenezzül buyurmasıdır.
Teârüfü Rabbanî:
“Teârüfü Rabbanî” kavramı, Yüce Allah’ın bütün varlıkları yaratan, sevk ve idare eden bir idareci/alemlerin Rabbi olarak, tenezzül buyurup kendini mahlukatına, bir lütuf olarak, tanıtmasını ifade etmektedir.
Kendini tanıttırmak için, kâinatı bu kadar hadsiz masraflarla, baştan başa hârikalar içinde yaratan ve binler dillerle kemalâtını söylettiren, sonsuz ilim ve kudretini ilan eden yüce Allah, elbette kendi sözleriyle de kendini tanıttıracaktır.
Mukabele-i Rahmanî:
“Mukabele-i Rahmanî” kavramı, Rahman ve Rahim olan Yüce Allah’ın, her şeyleriyle kendisine muhtaç olan insanların isteklerine, -merhamet buyurup- karşılık vermesi anlamındadır.
Mevcudatın en seçkini, en nazlısı ve yaratıcısına en müştakı olmakla beraber onların en fakiri, en acizi ve en muhtacı olan hakîkî insanların isteklerine ve şükürlerine fiilen mukabele ettiği gibi, kelâmıyla da mukabele etmek/onların isteklerine karşılık vermek yaratıcılık vasfının gereğidir.
Mükâleme-i Sübhanî:
“Mükâleme-i Sübhanî” kavramı, her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Yüce Allah’ın, her türlü kusurdan uzak olan vahiyle yaratıklarıyla -özellikle insanlarla- konuşmasını ifade etmektedir.
İlim ile hayatın zarurî bir lâzımı ve ışıklı bir tezahürü olan konuşma sıfatı, elbette kuşatıcı, sonsuz bir ilim, sermedî/daimî, tükenmez bir hayatı taşıyan yüce Allah’da, kapsamlı, sonsuz, sınırsız ve sürekli bir şekilde bulunur. İşte vahiy de bu sonsuz mükâlemenin bir tezahürüdür/bu sayısız konuşmanın bir yansımasıdır.
İş'âr-ı Samedânî:
“İş'âr-ı Samedânî” kavramı, hiçbir şeye muhtaç olmayan Yüce Allah’ın, her yönden kendisine muhtaç olan yaratıklarının -özellikle de insanların- bu ihtiyaçlarını yerine getiren bir merci olarak, varlığının en kuvvetli belgesi olan konuşmasıyla kendini onlara bildirmesi, her an ilim ve kudretiyle yanlarında hazır ve nazır olduğunu hissettirmesi anlamına gelmektedir.
Yaratıklar içerisinde en sevimli, en sevecen, hayatında en endişeli/en kaygılı, sırtını vereceği bir istinat noktasına en muhtaç, sahibini ve yaratıcısını bulmaya en müştak olan –insanoğlu gibi- mahluklarının ruhlarına bir iştiyak, bir muhabbet vermekle beraber, onları fakir ve âciz yaratan Allah'ın, aynı zamanda her derde devayı yetiştirebilecek bir kuvvet ve kudrete sahip olan kendi zâtını onlara konuşması ile bildirmesi, Ulûhiyetinin bir gereğidir. (bk .Nursi, a.g.e.).