Bu âyetlerin iniş sebebi olarak tefsir ve hadis kaynaklarında zikredilen olaylarla ilgili rivayetler ayrı ayrı ele alındığında konuya ışık tutar nitelikte olmakla beraber, Taberî'nin belirttiği üzere âyetlerin ifadesine bağlı bir yorum yapmak daha isabetli görünmektedir.
Buna göre 1. âyetten çıkan mâna şu olmaktadır: Hz. Peygamber esasen helâl olan bir şeyi kendisine yasaklamıştı; Allah Teâlâ tarafından, eşlerinin hatırına veya onlar sebebiyle kendisini böyle bir mahrumiyete itmesinin doğru olmadığı bildirilmiş, 2. âyette de böyle bir karar yemin eşliğinde verilmiş olsa bile, üzerinde sebat edilmesi uygun olmayan yeminlerden vazgeçip kefaret ödeme tarzında şer'î bir yol bulunduğu hatırlatılmıştır.(1)
Yasağın konusu cariyesine yaklaşmama, bir şeyi yememe veya içmeme olabileceği gibi başka bir şey de olabilir. Hz. Peygamber'in kendisi için koyduğu bu yasak kararını alırken yemin edip etmediği kesin olmamakla beraber yemin ettiğine dair bazı rivayetler bulunmaktadır. Bunlarda geçen 'ilâ" kelimesi bir kısım âlimlerce Bakara 2/226 âyetinde geçen anlamıyla belirli süre eşlerine yaklaşmama yemini olarak, bazılarınca ise mutlak anlamda bir yemin olarak anlaşılmıştır. Bu âyetlerin inmesini takiben Resûlullah'ın yemin kefareti ödeyip ödemediği kesinlik taşımamaktadır. Ödediğine dair rivayet de (dinî vecibe otan yemin kefareti, ihtiyaten yaptığı bir tasadduk veya bir şükran ifadesi olabileceği şeklinde) farklı biçimlerde değerlendirilmiştir. 3. âyette sözü edilen eşlerle ilgili rivayet farkları bulunmakla beraber, kendisine sır verilen eşin Hz. Hafsa, bu sırrın kendisine açıldığı eşin Hz. Âişe; dolayısıyla 4. âyette kendilerine hitap edilen İki hanımın bunlar olduğu genellikle kabul edilir.(2)
Elmalılının, konuya ilişkin rivayetleri tahlile tâbi tuttuktan sonra ulaştığı sonuç özetle şöyledir: Hz. Peygamberin, eşlerinden birine sır olarak söylediği bir sözü o tamamen koruyamamış, yine Resûlullah'ın eşleri içinden en çok samimi olduğu birine çıtlatmış, bundan haberdar olan Hz. Peygamber ona sitem etmiş, bunun üzerine ikisi birbirine arka çıkıp kendisinden bazı maddî taleplerde bulunarak diğer eşlerini de ilgilendirecek tarzda bir dayanışma içine girmişlerdi. Bu durum karşısında Resûlullah, hem dünya hayatının kendi nazarındaki önemsizliğini anlatmak hem de ailesine karşı eğitici bir tedbir uygulayarak onların gerçek iradelerini yoklamak üzere mûtat aile hayatını terketti, dargın bir halde onların odalannda bulunmak yerine îlâ yemini yapıp kendine ait odasında bir ay uzlete çekildi.
Resûlullah'ın bazen itikâfa çekilmek sünnet-i seniyelerinden olduğu için başlangıçta bu durum fark edilmedi. Fakat bir süre sonra ezvâc-ı tâhirâtın hepsi Resûlullah'ı gücendirmiş olmak endişesiyle hüzünlendiler ve odalannda ağlaşmaya başladılar. Böylece "Peygamber bütün eşlerini boşarmş!.." diye bir söylenti yayıldı ve sahâbe-i kiramı bir telaş sardı. Buna karşılık o sıralarda ortalıkta, Suriye tarafında Bizans hakimiyeti altında yaşayan Hristiyan Araplardan Gassânîler'in Müslümanlara karşı savaş hazırlığı içinde bulundukları haberi dolaştığından, münafıklar bu yeni gelişmeden büyük memnuniyet duydular. Hz. Peygamber uzlete çekilişinin 29. günün bitiminde eşelerine döndü; onun eşlerini boşamadığı haberini de sevinç içinde Hz. Ömer duyurdu. Sûrenin asıl nüzul sebebi bu îlâ yeminidir, anlatılan diğer olaylar ise buna götüren sebep ve mukaddimeler olmalıdır.(3)
Bizzat Hz. Peygamber'in hayatından örnek gösterilmesi gereğine binaen belirli olaylara gönderme yapan somut anlatım üslûbunun seçildiği bu âyetlerle kuşkusuz o sırada yaşanan bir probleme çözüm getirilmiş ve âyetlerin nüzulü örnek neslin yetiştirilmesinde etkili olmuştu. Fakat öyle görünüyor ki burada verilmek istenen kalıcı mesaj şu iki ana noktada toplanmaktadır:
a) Peygamberliğin mahiyeti: Resûl-i Ekrem'den önceki peygamberlerin sonuncusu olan Hz. İsâ'nın mesajının doğru algılanmayıp peygambere tanrılık yakıştırılması, gerek onun müntesipleri gerekse başka bazı dinlerde kendilerini toplumdan soyutlayan ruhanîler sınıfı oluşup bunların Tanrı adına otorite kullanır hale gelmeleri Kur'an'ın eleştirdiği bir olgu idi ve Hz. Peygamber de ümmetinin benzer duruma düşmemesi için uyarılar yapıyordu. Resûlullah'ın omuzlarındaki ulvî görevin tamamlanmasına artık uzun bir sürenin kalmadığı bir sırada, bu âyetlerde onun beşerîlik yönünün ve vahyin kontrolü dışında kalabilecek dinî nitelikte bir tasarrufunun olamayacağının özet olarak vurgulanması bu açıdan ayrı bir önem taşımaktaydı.
İlk âyette "Ey Peygamber" diye hitap edilerek onun vahiy alma özelliği, Kur'an'ı tebliğ ve açıklama görevi açık biçimde belirtildiği gibi, "Allah'ın sana helâl kıldığını niçin kendine haram kılıyorsun?" mealindeki ifade ile de bir yandan onun bu özelliği sebebiyle dinî içerik taşıyan davranışlarının, çevresinde nasıl algılanacağına, diğer yandan ise esasen onun da bir beşer olduğuna dikkat çekilmektedir. Bir başka anlatımla, âyetteki fiil (4) dinî bir terim olan "haram kılma"yı ifade etmemekte, hele Hz. Peygamber'in Allah'ın helâl kıldığını değiştirme teşebbüsünde bulunup da vahyin bunu düzelttiği gibi bir anlam bulunmamaktadır. Sözün akışı, bağlamı ve nüzul sebebi olarak zikredilen olaylar Resûlullah'ın bir beşer olarak kendisi için koyduğu geçici bir yasağın söz konusu olduğunu, ama âyetin bunun yanlış anlaşılmasına karşı bir önlem olarak geldiğini göstermektedir. Burada "eşlerini hoşnut etmek arzusuyla" şeklinde bir kayda özel olarak yer verilmesi de bu anlamı daha belirgin hale getirmektedir. 2. âyette gerekli durumlarda yeminin bozulmasına ilişkin hükmün Allah'a izafe edilmesi de Peygamber'in kendiliğinden bir hüküm koymasının söz konusu olamayacağının ve asıl teşrî iradesinin Yüce Allah'a ait olduğunun ayrı bir ifadesidir.
b) Aile sorumluluğunun önemi ve çok eşlilik hükmü: Kur'an'm ilk muhataptan olan toplumun realitesinden hareketle ve istisnaî durumlarda uygulanmak üzere dört sayısıyla sınırlandınlarak birden fazla kadınla evlenmeye müsaade edilmiş, haksızlık etme endişesinin bulunması halinde tek kadınla yetinme emredilmiş ve ardından "Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır." buyrularak hükmün gerekçesi açıklanmıştı.(5) Konumuz olan âyetlerde, "Ne kadar üzerine düşseniz de kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz." mealindeki âyette ifadesini bulan(6) insanî realitenin çok açık bir ispatı olarak Resûlullah'ın aile hayatından bir örnek verilmekte ve aile hayatının kendine özgü zorluklarına işaret edilmektedir. Bazı hikmetlere ve sosyal sebeplere binaen, hayatının belirli bir döneminden sonra çok kadınla evli olması uygun görülen Hz, Peygamber'in dahi bir insan olarak bu hakikati bertaraf etmesinin mümkün olmadığı ortaya konmakta, dolayısıyla birden fazla kadınla evlenebilme hükmünün amacı üzerinde dikkatle düşünülmesi gerektiği mesajı verilmektedir. Nitekim Resûlullah'ın yeme-içme, aile hayatı yaşama gibi eylem ve özellikleri onun beşerî yönüyle ilgili olduğu için kendisinden olağanüstü yollarla insanın doğasındaki bu gerçeği aşması istenmemiş; sadece, şu mealdeki âyette eşlerinin aklına ve gönlüne hitap ederek bulundukları konumu hatırlatması ve bu konuda bir tercih yapmalarını istemesi uygun görülmüştü:
"Ey Peygamber! Eşlerine şöyle de: Dünya hayatını ve güzelliklerini istiyorsanız gelin size bir şeyler vereyim sonra da güzellikle sizi serbest bırakayım. Yok eğer Allah'ı, Resulünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız şunu bilin ki Allah, içinizden iyiliği seçenlere büyük bir ödül hazırlamıştır."(7)
Hz. Peygamber'in özel hayatına ilişkin bu örneğin tamamlanmasının hemen ardından 6. âyette bütün müminlere hitaben soyut bir uyarı ifadesine yer verilmesi de, söz konusu ömeğin asıl mesajlarından birinin aile sorumluluğunun ağırlığını belirtmek olduğunu göstermektedir. Konumuz olan âyetlerin nüzul sebebi olarak aktarılan olayların, Hz. Peygamber'in eşleri arasında kıskançlık sâikiyle çıkan bir tatsızlığın veya kendisinden daha müreffeh bir hayat istemelerinin onu üzmesi yüzünden, kendisi hakkında böyle bir yasak kararı verdiği noktasında birleştiği dikkate alınırsa, birinci sebebin çok eşlilik, ikinci sebebin de hemen bütün aile ilişkileri bakımından bütün zamanlar için geçerli olan hayat standardını yükseltme ve refah seviyesini geliştirme arzusu şeklinde iki temel problemle ilgili olması ilgi çekicidir.
Resûl-i Ekrem'in peygamberlik sıfatının gereklerine uymanın, yani tebliğ ettiği hükümleri benimsemenin Allah'a itaat kapsamında değerlendirildiğine dair pek çok âyet bulunduğu gibi, beşer olduğunu hatırlatan âyetlerin onun sıradan bir insan olduğu biçiminde anlaşılmaması ve örnek kişiliğinin göz ardı edilmemesi için de Kur'an'da ve hadislerde birçok uyarı ifadesi yer alır. Bu sûreye mushaf sıralamasında, evliliğin sona ermesini belirli kurallara bağlayan Talâk sûresinden sonra yer verilmesi de Resûlullah'ın bu konudaki örnek konumuyla ilgili özel bir anlam taşımaktadır. Şöyle ki, Talâk sûresinin ilk âyetinde açıklandığı üzere orada sûreye "Ey Peygamber" şeklinde başlanmakla beraber çoğul kalıbında fiiller kullanılarak Resûlullah'ın şahsında müminlere hitap edilmiş ve mecbur kalınıp evlilik birliğine son verilmesi halinde uyulması gereken hükümlerden söz edilmişti. Burada ise 5. âyette, eşlerine hitap edilerek "Eğer sizi boşayacak olursa, Rabbi ona, sizin yerinize sizden daha iyi (...) eşler verebilir."buyurulurken bizzat Hz. Peygamber'in evlilik hayatından söz edilmekte, ama"boşayacak olursa" şeklinde varsayım içeren bir ifadeye yer verilmektedir. Bu, tarihî bilgilerin de desteklediği üzere, göreviyle ilgili hikmetler gereği çok sayıda kadını nikâhı altında bulunduran ve iyi bir eş olma hususunda da müminlerin nazarında model şahsiyet olan Hz. Peygamber'in bütün zorluklara rağmen boşama yoluna hiç gitmediğini ortaya koymaktadır.
İlk âyetin, "eşlerini hoşnut etmek arzusuyla" şeklinde tercüme edilen kısmı bu şekilde veya
"hoşnutluğunu arzu ederek" manasıyla "niçin haram kılıyorsun?" fiiline bağlanabildiği gibi, ayrı bir cümle olarak da düşünülebilmektedİr.(8)
Ayetteki "farada" fiili hem "farz kıldı, gerekli kıldı" hem de "açıkladı" anlamına geldiği için, "Allah size (belli durumlarda) yeminlerinizi çözmeyi meşru kılmıştır." şeklinde çevirdiğimiz cümleyi, "yeminlerinizi bozup kefaretini vermenizi emretmiştir" veya "yeminlerinizi nasıl çözeceğinizi açıklamıştır" şeklinde anlamak mümkündür(9) Buradaki "tehılle" kelimesinin "çözme" anlamından başka bir de "yemininden istisna etme" anlamı vardır.(10) Öte yandan fıkıh âlimleri kişinin esasen helâl olan bir şeyi kendisine yasaklamasının kefaret gerektiren bir yemin sayılıp sayılmayacağını tartışmışlar ve farklı sonuçlara ulaşmışlardır.(12)
Ayette belirtildiği üzere Hz. Peygamber Allah tarafından muttali kılındığı bilginin tamamını anlatmamış, verdiği sırrı ifşa etmesine rağmen eşini mahcup düşürmek istememişti. Bir kısmını anlatması ise bu konuda yapılacak ilâhî uyarı için yerine getirilmesi gereken bir görev haline gelmişti. Bu âyetteki anlatıma dikkat edildiğinde, Resûlullah'ın davranışlarının -diğer alanlarda olduğu gibi- aile hayatında da sunîlikten uzak olduğu ve iyi bir eş olma özelliğini öne çıkaran bir tavır sergilediği gözden kaçmamaktadır. Peygamber'e eş olma şerefini taşıyan bir hanımın bile bir an için onun Allah'tan vahiy aldığını unutup "Bunu sana kim haber verdi?" diye sorması bunu açıkça göstermektedir.
Bu âyette atıfta bulunan olay vesilesiyle, sır verme konusunda titiz davranmak gerektiği, sır saklama konumunda bulunanların da ağır sorumluluk altında bulundukları dolaylı biçimde ifade edilmiş olmaktadır. İslâm ahlâkında sırrı saklamaya "ketum olmak" denir. Ahlâk kitaplarında sır saklamanın başlıca iki şeklinden söz edilir:
a) Bir kimsenin kişisel sırlarını gizli tutup başkalarına söylememesi.
b) Kendisine güvenilerek sır verilen kimsenin bu sırrı, sır sahibi açıklamaya izin vermediği sürece, kendi sırrı gibi gizli tutması. İslâm ahlâkçıları sırrı bir tür emanet, onu başkalarına duyurmayı (ifşa etmeyi) emanete hıyanet saymışlardır.
Saklanmayan sırlar yüzünden nice kanlar döküldüğüne ve nice ümitlerin boşa gittiğine dikkat çeken Mâverdî, sır saklamanın insanın hayatındaki en önemli başarı ve esneklik sebeplerinden biri olduğunu belirtir ve Hz. Ali'nin şu özdeyişini aktarır: "Sırrın senin esirindir; sırrını açıkladığın takdirde sen onun esiri olursun."(12)
Bu âyette değinilen sırrın ne olduğu konusunda genellikle âyetlerin nüzul sebebi olarak zikredilen olaylara bağlı (Resûlullah'ın cariyesi Mâriye'ye yaklaşmayacağı veya bir daha kıskanılan eşinin yanında bal şerbeti içmeyeceği tarzında)açıklamalar yapılır. Bir rivayete göre ise Resûlullah eşi Hafsa'ya Ebû Bekir ve Ömer'in kendisinden sonra halife olacakları bilgisini sır olarak vermiş, o da sabredemeyip bunu Âişe'ye açmıştı; âyette buna işaret edilmiştir. Elmalılı, bu ihtimalin daha güçlü olduğunu özetle şu şekilde savunur:
"Gerçi asıl mesele söylenen sırrın esas itibariyle büyüklüğünde değil, küçük de olsa sır olması itibariyle büyüklüğündedir. Bununla beraber sözün bağlamı, özellikle 4. âyette yöneltilen ağır eleştiri dikkate alınırsa, burada verilen asıl sırrın yukarıda söylenenler değil, hilâfetle ilgili bir bilgi olması uygundur. Tefsirlerde nakledilen bu rivayetin Kütüb-i Sitte'de yer almaması sahih olmamasını gerektirmez. Eğer sır hadisi hakkında Ebû Bekir ve Ömer'in halife olacağı bilgisini içeren rivayetler çok güvenilir ve Hz. Ali'den de değişik yollardan nakledilmemiş olsaydı Şia'nın ileri gelen âlimleri bunu kale bile almazlardı."(13)
Bununla birlikte Elmalılı'nın da -daha önce- belirttiği üzere âyet karı-koca arasında kalması gereken bir sözle ilgili olup ne o eşin isminin ne de bu sözün neden ibaret olduğunun açıklanması amaçlanmadığı için Allah Teâlâ âyette onun ismini ve bu sözün ne olduğunu bildirmeyip aile arasındaki bu gibi sırları bilenlerin dahi ifşa etmemeleri yönünde uyarıda bulunmuştur.
4. âyetin "iyi müminler" diye çevrilen kısmıyla sahabe büyüklerinden bazılarının kastedildiği yorumları yapılmışsa da birçok müfessir mânayı sınırlandırmanın isabetli olmayacağını belirtmiştir.(14) 4 ve 6. âyetlerde melek inancına güçlü vurgular yapılmış olması, sır saklama temasının sûrede ağırlıklı bir yere sahip olmasıyla ilişkilendirilebilir. Şöyle ki, bütün söz ve davranışlarının kayda geçirilmesi için görevlendirilmiş, ama kendisinin göremediği varlıklar bulunduğuna inanan kişi, kendisine verilen bir sırrı -sır sahibinin bilemeyeceği şekilde bile olsa-yaymaktan ve emanete hıyanet etmekten daha fazla çekinir ve bu konuda daha dikkatli davranır. Bununla birlikte, meleklerin Allah tarafından görevlendirilmiş varlıklar olduğuna dikkat çekmek üzere önce O'nun dost ve hâmiliğinden söz edilmiş, 6. âyette de onların ilâhî buyruklara asla karşı gelmedikleri hatırlatılmıştır.(15)
Dipnotlar:
(1) bk. Mâide 5/89
(2) bk. Taberî, XXVIII, 155-159; Elmalın, VH, 5084-5116; Derve-ze,X, 143-149
(3) VII, 5084-5085,5094,5113, 5115
(4) Meselâ A'râf 7/32; Tevbe 9/37 âyetlerinde olduğu gibi
(5) Nisa 4/3
(6) Nisa 4/129
(7) Ayrıca bk. Ahzâb 33/28-29
(8) Şevkânî, V.288
(9) Râzî, XXX, 43
(10) Zemahşerî, IV, 113-114
(11) bk. Şevkânî, V, 288; İbn Âşûr, XXVIII, 348-349
(12) Bilgi için bk. Mustafa Çağrıcı, "Sn-", İFAVAns., IV, 118-119
(13) bk. VII, 5110-5114
(14) bk. İbn Atiyye, V, 332
(15) Melekler hakkında bilgi için bk. Bakara 2/30; Cebrail hakkında bilgi için bk. Bakara 2/87,97-98; 5. âyette geçen ve "dünyada yolcu gibi yaşayan" şeklinde çevrilen "sâihât" kelimesi hakkında bk. Tevbe 9/112. İbn Âşûr bu gruptaki âyetlerin ifadelerin unsurlarını tahlil ederek, aile eğitimi, muaşeret kuralları ve öğüt bağlamında çıkarılabilecek mânalar üzerinde ayrı ayrı durur, bk. XXVIII, 346 vd., özellikle 350-351
(Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/328-334. Diyanet Tefsiri)