İlgili ayetler:
Musa! Seni milletinden daha çabuk gelmeye sevkeden nedir?" dedik.
Musa: "Onlar ardımdadır, Rabbim! Hoşnut olman için Sana acele geldim" dedi.
Allah: "Doğrusu Biz, senden sonra milletini sınadık; Samiri onları saptırdı" dedi.
Musa, milletine kızgın ve üzgün olarak döndü. "Ey milletim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı geçti, yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?" dedi.
Onlar: "Sana verdiğimiz sözden kendi başımıza caymadık. O milletin ziynet eşyasından bize yükler dolusu taşıtıldı. Biz onları ateşe attık, aynı şekilde Samiri de attı" dediler.
Bunun üzerine Samiri onlara böğüren bir buzağı heykeli ortaya koydu. O ve adamları: "Bu sizin de Musa'nın da tanrısıdır, ama o unuttu" dediler.
Görmüyorlar mıydı ki, o heykel onlara ne söz söyleyebilir, ne zarar ve ne de fayda verebilirdi?*
And olsun ki, Harun da onlara önceden: "Ey milletim! Siz bu buzağı ile sınanıyorsunuz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahman'dır. Bana uyun, emrime itaat edin" demişti.
"Musa bize dönene kadar buna sarılmaktan vazgeçmeyeceğiz" demişlerdi.
Musa gelince: "Harun! Onların sapıttığını görünce seni benim yolumdan gitmekten alıkoyan nedir? Benim emrime karşı mı geldin?" dedi.
Harun: "Ey Annemoğlu! Saçımdan sakalımdan tutma; doğrusu İsrailoğulları arasına ayrılık koydun, sözüme bakmadın demenden korktum" dedi.
Musa: "Ey Samiri! Ya senin yaptığın nedir?" dedi.
Samiri: "Onların görmedikleri bir şey gördüm ve o sana gelen elçinin bastığı yerden bir avuç avuçladım. Bunu ziynet eşyasının eritildiği potaya attım. Nefsim böyle yaptırdı" dedi.
Musa: "Defol! Doğrusu artık hayatta, "Bana dokunmayın!" demenden başka yapacağın yoktur. Senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Durup üzerinde titrediğin tanrına bak, onu yakacağız, sonra denize dökeceğiz" dedi.
Hz. Mûsâ kırk gece sürecek bir buluşma için Allah Teâlâ'nın huzuruna çağırılmış, Mûsâ bu amaçla kavminden ayrılırken kardeşi Harun'u vekil olarak bırakmış ve ona şöyle demişti: "Kavmimin içinde benîm yerime geç; onları ıslah et; bozguncuların yoluna uyma" (A'raf 7/142).
Bu süre içinde Sâmirî isimli bir kuyumcu, altından bir buzağı yaparak İsrâiloğulları'nın ona tapmalarını sağlamış, Hz. Hârûn bunu önlemeye çalışmakla beraber başarılı olamamıştı, Kavminin Sâmirî tarafından saptırıldığını vahiy yoluyla öğrenen Hz. Mûsâ son derece kızgın ve üzgün bir biçimde geri dönüp ağabeyi Harun'a çıkışmıştı, çünkü onun görevini yerine getirmede kusurlu olduğunu düşünüyordu. Oysa Hârûn bu sapkın hareketi engelleme çabalarında ısrarcı davrandığı takdirde kardeşi Mûsâ tarafından kavmi içinde bozgunculuğa yol açmakla itham edilebileceğinden endişe ediyordu, Bu durumu ona açıklayınca Musa'nın öfkesi yatıştı.
87. âyette işaret edilen kavmin Mısırlılar olması muhtemeldir. Kitâb-ı Mukaddes'te de Mısır'dan çıkış tasvir edilirken şu ifadelere yer verilmiştir: "Ve İsrâiloğulları Musa'nın sözüne göre yaptılar; ve Mısırlılar'dan gümüş şeyler ve altın şeyler ve esvap istediler; ve Rab Mısırlılar'in gözünde kavme lütuf verdi, ve istediklerini verdiler. Ve Mısırlılar'ı soydular.(Çıkış, 12/35-36) Tevrat'ın buradaki açıklaması ile Kur'an'ın bu konudaki ifadesi arasında bir paralellik görünmekle birlikte, yukarıda aktarılan anlatım, heykel yapımında kullanılan malzemeye ilişkin bilgi açısından da eleştiriye açık görünmektedir. Zira Kur'an İsrâiloğulları'nın o kavmin ziynet eşyalarından yüklendiklerini, Tevrat da onların Mısırlılar'dan "soydular" ifadesine bakılırsa (muhtemelen ödünç adı altında fakat iade etmemek niyetiyle) gümüş şeyler ve altın şeyler istediklerini belirtmektedir. Yukarıda nakledilen buzağı yapımı tasvirinde ise sadece kulaklardaki altın küpelerin kırılıp ortaya konmasından söz edilmektedir.
96. âyette geçen ve "elçi" diye tercüme ettiğimiz resul kelimesi müfessirler tarafından genellikle Cebrail olarak anlaşılmış ve âyetin diğer kısımlarına da buna göre mâna verilmiştir. Bu açıklamaların özeti Sâmirî denen şahsın Cebrail'i gördüğü ve onun bineğinin ayak bastığı yerden bir miktar toprak alıp attığı şeklindedir. Bu yoruma göre "onların görmediklerini gördüm" cümlesinin anlamı, Sâmirî'nin Cebrail'i gördüğünü ileri sürmüş olmasıdır. Râgıb el-İsfahânî'nin açıklamalarına göre ise "besura" fiilinin Arap dilinde kalbî (zihnî) bir idrak anlamıyla birlikte olmaksızın sırf görme organının algılamasını belirtmek için kullanımı nâdirdir. Bu fiil daha çok "bir şeyin künhüne vâkıf olmayı, bilinçli bilgiyi" ifade eder.( el-Müfredat, "bsr" md)
Râzî. İsfahânî'nin bu izahından yola çıkarak Cebrail merkezli yorumları eleştirir ve burada "elçi" kelimesi ile Hz. Musa'nın kastedilmiş olduğu yorumunu yapar. Râzî'nin yorumuna göre Sâmirî'nin âyette aktarılan sözünün anlamı şudur: "Ben onların göremediklerini gördüm yani sizin izlediğiniz yolun doğru olmadığını anladım ve ey elçi senin dininden ve sünnetinden bir kısmım çıkarıp attım"
Esed Râzî'nin bu yorumunu esas alan açıklamalarında önce Sâmirî'nin, müteâl ve görünmeyen Tanrı ya da Allah fikrine karşı çıktığına ve halkın 'görünen, elle dokunulabilen somut' bir tanrıya inanması gerektiğini düşündüğüne dikkat çekmekte, "elçinin izinden bir avuç avuçladım ve onu attım" ifadesini de "Resulün öğretisinden bir tutam (yani onun bir kısmını) aldım ve onu (öğretinin muhtevasından) çıkarıp attım" şeklinde izah etmektedir.
Kur'an'da yer alan bu kıssanın teması ile ilgili olarak Esed'in daha sonra ortaya koyduğu şu açıklama da dikkat çekicidir: "Kanaatimizce, Sâmirî'nin Hz. Mûsâ'nın öğretisinden bir kısmını reddetmesi, onun putperestliğe ve Allah'tan başka nesnelere ya da varlıklara tanrısal nitelikler yakıştırmaya ilişkin bilinç altı eğilimlerini açığa vurmaktadır. Tanrısal varlığın yahut en azından onun 'tecellisi' olarak tasarlanabildiği şeyin somut bir imajını ortaya koyarak (koymaya kalkışmak) kavranamaz, tasarlanamaz olanı insanın sınırlı algı ve duyu alanına yaklaştırmayı amaçlayan boş ve aldatıcı bir hayalcilikten ibarettir, bu yoldaki tüm çabalar insanın Allah'a ilişkin kavrayışını aydınlatacağına daha da bulanık bir hale soktuğundan, bu yönde atılan her adım en başta kendi amacını baltalamakta ve böylece çıkmaz bir yola sokulmuş olan dindar eğilimli kişinin manevî potansiyeli büsbütün ziyan edilmektedir. Kur'an'daki veriliş tarzı itibariyle, altın buzağı kıssasıyla anlatılmak istenen gerçek de, şüphesiz budur.
Hz. Mûsâ, Sâmirî'yi yanından uzaklaştırırken İsrâiloğullarının onunla aynı ortamı paylaşmalarını yasaklamış, böylece Sâmirî'ye toplumdan tecrit edilme şeklinde çok ağır bir ceza verilmişti. 97. âyette bu hususa işaret edildiği anlaşılmaktadır. (Taberî, XVI, 206) Bunun yanı sıra, Allah tarafından Sâmirî'nin insanlardan uzak durmaya mecbur eden veya zürriyet sahibi olmasını engelleyen fiziksel bir hastalık verilerek cezalandırıldığı (Râzî, XXII, 112) yorumları da yapılmıştır.(bk. Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu:III/550-553)