Ayetlerde geçen "olur ki", "belki", "umulurki" gibi ifadeler, insanların ilgili ayetlerde geçen mesajları düşünüp kendi iradeleriyle hidayeti ve doğruyu bulmaları gerektiği vurgulanmaktadır. İnsanların kendi özgür iradeleri ile açıklanan doğrulara uymalarının önemi açıklanmıştır. Kimin hidayete erip ermeyeceğini bilmeyeceği anlamı çıkarılamaz. Rabbimiz kimin hidayete erip ermeyeceğini elbette bilir.
Ayrıca, geleceğin perdeli oluşunun bir hikmeti, insanların korku ve ümit arasında bir dengede bulunmalarını sağlamaktır. Çünkü insan ancak bu iki hali dengede tutmakla, istikametli bir hayat yaşayabilir. Yaptığı ibadetlerle cenneti kazanacağını gören bir mü’min, gurura düşebilir. Günahlar içinde ömür geçiren birisi, akıbetinin cehennem olduğunu görse, “nasıl olsa battık” deyip, bütünüyle günahlara dalabilir. Hâlbuki geleceğin perdeli oluşu, birinci kişiyi gururdan, ikinci kişiyi de ümitsizlikten kurtarır. Zira ibadet içinde ömür geçiren birisi gurura düşse, büyük zarara uğrayacağı gibi, günahlara dalan birisi, samimi bir tövbeyle hayatının son gününde bile olsa kurtulabilir. Kur’an-ı Kerîm’deki “Allah’tan korkun, olur ki rahmetine mazhar olursunuz.” (En’am, 6/155) şeklindeki ayetlerde böyle bir incelik vardır. Bu gibi ayetlerdeki "le alle / belki, umulur ki" kelimesi, Kur’an’ın muhatapları için “teracci” ifade eder. Yani, “böyle yaptığınızda ilâhî rahmete nail olmayı umabilirsiniz, ama kesinlik duygusuna kapılmayın!” şeklinde bir ders verir.
Konuyla ilgili bazı ayetleri açıklamaya çalışalım:
"Andolsun biz Musa'ya, belki onlar yola gelirler diye, Kitab'ı verdik." (Mü'minun, 23/49)
Ayetin "belki onlar yola girerler" cümlesine biraz derin ve inceden bakarsak şunu yakalayabiliriz: Kitâb'ı öğrenince insanlar kendiliklerinden yola girecekler, doğru yolu bulacaklardır. Bilgiye sahip olan, doğru yolu kendisi bulur ve bulmalıdır. Demek ki kitap, doğru yolu gösterir, ama o yola girme eylemini yapacak olan insandır. Bilginin aydınlatıcı, rehberlik edici, harekete geçirici yönü, insanın da onu hayata geçirecek eylemci yönü gündeme getirilmektedir. Bilgi insanı yürütür, o motorun yakıtı, ışığın kaynağı gibidir. Bilginin yürütemediği insanlar, taşlaşmış ve o nedenle çok ağırlaşmış gönüllere sahip olanlardır. Kalbini hidayet ışığına çevirmeyenlerin kalbi taşlaşır ve onlar iman etmezler.
"Ey Adem oğulları, size çirkin yerlerinizi örtecek ve süs olacak giysi indirdik; fakat takva elbisesi hepsinden hayırlıdır. İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir. Gerek ki, düşünüp ibret alırlar." (A'raf, 6/26)
"Takva elbisesi... İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah'ın âyetlerindendir, belki düşünürler." Ayetin birinci kısmı ile bu kısım birlikte düşünülürse, iki çeşit elbise olduğu görülür. Avret yerlerini örten maddî elbise, insanın haya ve namus duygusunun meydana geiırdığı takva elbisesi.
"Takva elbisesi"ni şu şekilde açıklamak mümkündür: İnsanlar avret yerlerini örtebilecek şekilde maddî elbiseyi mükemmel bir şekilde giyinebilirler, ama takva elbisileri yoksa, yani haya ve iffet elbiseleri yoksa, çirkin işler yapabilirler. Maddî elbise, onların bu yanlış davranışlarını önlemeyecektir. Ama onların haya ve iffet denen takva elbiseleri varsa, zina gibi çirkin fiili işlemeyeceklerdir. Avret yerlerini örttüğü için maddî elbise önemlidir, ama daha önemlisi, insanın manevî, içindeki iman elbisesinin, yani haya, utanma ve iffet duygularının müştereken meydana getirdikleri takva elbisesidir.
Yüce Allah, takva dediği sakınma duygusu ile iffetin doğuştan gelen psikolojik özellikler olduğunu, ancak ilâhî eğitimle bunların eğitilebileceğini, canlandırılabileceğini ve geliştirilebileceğini bu âyette ele almaktadır. Böylece duygu eğitimi ile insanın bir takva elbisesi olduğunu ve onun değerinin dış giysiden daha fazla olduğunu açıklayarak, duygu âleminin öne çıkmasını temin etmek istemiştir.
Yüce Allah hem maddî hem de takva elbisesinin kendi âyetlerinden olduğunu bildirmektedir. Bunları açıklamasının temel sebebi, insanı düşünmeye sevketmek ve öğüt almasını temin etmektir. Hz. Âdem (as) ile eşinin başından geçenlerin anlatılmasının sebeplerinden biri de haya duygusu, elbise ve takva elbiselerinin öğretilmek istenmesidir.
Görüldüğü gibi bu ayette de insanlara bir mesaj verilmek istenmiş, takva elbisesinin önemi vurgulanmış ve kendi özgür iradeleri ile düşünüp kendi yollarını çizmeleri istenmiştir.
İnsanların Cennet ve ya Cehenneme gitmesinin önceden kaderinde yazılması da insanın özgür iradesinin olmasına engel değildir. Çünkü Allah (c.c.) ilm-i ezelisi ile insanın ne yapacağını bildiği için kaderini yazmıştır. Yoksa kaderde yazıldığı için yapmış değildir.
Kaderin esas anlamı Allah’ın, olmuş olacak her şeyi bilmesi demektir. Dikkat edersek insan iradesini yok saymıyor. Bilmek ayrı yapmak ayrıdır. Bilen Allah’tır, yapan kuldur. Bu konuya bir misal verelim:
Peygamberimiz (asv) İstanbulun fethini ve komutanını yüz yıllar önce müjdelemiş ve haber vermiştir. Zamanı gelince de dediği gibi çıkmış. Şimdi, İstanbul Peygamberimiz (asv) dediği için mi fethedildi, yoksa fethedileceğini bildiği için mi söyledi. O zaman Fatih Sultan yatsaydı, çalışmasaydı, ordular hazırlatıp savaşmasaydı yine olacak mıydı. Demek ki Allah Fatih'in çalışıp İstanbul’u fethedeceğini biliyordu ve bunu elçisi Hz. Peygambere (asv) bildirdi.
Kaderin iki yönü vardır: İnsanın iradesi dışında olanı ki; dünyaya gelmesi, anne ve babasının kim olacağı, eceli vs. (örnekler çoğaltılabilir) gibi hususlardır. Bunda insanın iradesi ile karar vermesi söz konusu olmadığından bunlardan mesul de değildir.
Kendi iradesi ile yapmaya karar verdiği fiillerinden de mesuldür. Her insan vicdanen bilir ki camiye gitmesi de meyhaneye gitmesi de kendi istemesi ile olur. Burada bir zorlama yoktur.
Bir hadis-i nebevi (asm) de “Her insanın İslam fıtratı üzerine doğduğu" ifade edilmiştir. İslam ifadesinin hadislerde geçen manalarından birisi de temiz ve güzel ahlaktır. Yani her insan özünde temiz ve güzel ahlak üzerine, İmanın esaslarını tasdik edebilme özelliğinde yaratılmıştır. Ancak kul kendi iradesi ile bu vasfını değiştirip cehennemliklere mahsus inanç içine girer ve cehennemliklere mahsus fiiller işlerse bundan da elbette mesul olacaktır.