"Hayır; eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz; o yalancı, günahkar olan alnından." (Alak, 15-16) ayetleri kimin hakkında indirilmiştir?

İlgili ayetlerin mealleri şöyledir:

"Hayır! Hayır! Olmaz böyle şey! Eğer bu tutumundan vazgeçmezse, onu perçeminden tutup cehenneme sürükleriz. Evet, o yalancı ve suçlu perçeminden tutup sürükleriz. İstediği kadar grubunu yardıma çağırsın! Biz de Zebanîleri çağırırız." (Alaka, 96/15-18)

Bu ayetler, Hz. Muhammed (asv)’in dâvetine sırt çevirip tebliğine çalıştığı ilâhî mesajı yalanlamaya kalkışan ve ibâdetine engel koymaya cesaret edenler hakkındadır. Geçmişte, günümüzde ve gelecekte bu özelliklere sahip olan herkesi içine alır. Bu durum büyük bir budalalık ve çok çirkin kabalık; aynı zamanda alabildiğine zâlimce bir davranıştır.

Bu tıynet ve karakterde olan Ebû Cehiller her asırda ortaya çıkıp renklerini belli etmişlerdir. Kıyamete kadar da böyleleri ortaya çıkıp müminleri rahatsız ve tedirgin etmeğe çalışacaklardır. Ama Allah'ın hak dini olan İslâmiyet, hiçbirine mağlûp düşmeyecek ve sahneden silinmeyecektir. O devamlı surette hedefine doğru emîn adımlarla ilerleyecektir. Cenâb-ı Hak her yüzyılın başında İslâmiyeti bid'atlerden, hurafelerden, yanlış ve maksatlı yorumlardan temizleyecek mücedditler gönderecektir. Böylece İslâmiyet kendisine yabancı olan her fikir ve yorumu bünyesinden atıp tazeliğini koruyacaktır.

"Perçeminden yakalayacağız" sözü mecazî bir ifade olup "Onu tutup cehenneme atacağız, yüzünü kara çıkaracağız, yüzünü damgalayacağız, alçaltacağız" gibi değişik şekillerde açıklanmıştır. (bk. Razi, ilgili ayetin tefsiri) Kendini kendine yeterli gördüğü için azgınlık eden ve Allah'ın kullarının ibadet etmelerine, dinin emirlerini yerine getirmelerine engel olan kişinin, imtihan gereği bir süre veya dünya hayatı boyunca serbest bırakılsa da sonunda bir gün gelip yakasına yapışılacağı, hak ettiği cezayı göreceği bildirilmektedir. Âyette bu cezanın dünyada mı yoksa âhirette mi verileceğine dair bir açıklama yapılmadığına göre her ikisini de kapsadığı düşünülebilir. Nitekim Ebû Cehil ve benzerleri Müslümanlar karşısında­ki yenilgileri ve tükenişleriyle bu dünyada cezalarını görmüşlerdir; ayrıca âhirette de cezalandırılacakları birçok âyette haber verilmektedir. (Kur'an Yolu, Heyet, ilgili ayetlerin tefsiri)

Bu ve benzeri ayetlerde, din ve ibâdet hürriyetine engel olanlar konu edilerek kınanıyor ve inkarcı sapıkların, maddeci şaşkınların bu ko­nuda başarıya erişemiyeceklerine işaretle sonlarının hüsran olacağı dolay­lı şekilde haber veriliyor.

Resûlüllah'ın (a.s.m) anlatımıyla, doğan her çocuk fıtrat üzere, yani Allah ve din duygusuyla gözlerini dünyaya açar. Sonra çocuğun aile ve çevresi onun bu fıtrî mayasını ya doğru istikamette geliştirirler veya kö­reltip yanlış bir inanç sistemine döndürürler. (bk. Buhârî, Cenâiz 92; Ebû Dâvut, Sünne 17; Tirmizî, Kader 5)

O bakımdan dinsiz, inançsız aile ve topluma rastlanmamıştır. Hattâ kendini ateist olarak ilân eden fertlerin kalbinde ve ruhunda dönüp dola­şan ve kendilerini inanmaya iten bir duygu mevcuttur. Onlar o duyguyu alt etmek veya onun dürtüşlerinden kurtulmak için durmadan hakkı red ve inkâr etmeği bir ihtiyaç olarak hissederler.

Gerçek bu olunca, insanların ruhlarına enjekte edilen ilâhî mayayı küllemeye çalışmak büyük bir zulüm ve insan haklarının en kutsal değe­rine tecavüzdür. Âdil olan hiçbir sistem böyle bir haksızlığa cevaz vere­mez.

Dine zorlama olmadığı gibi, dinsizliğe de zorlama olamaz. Hiç kim­seye bu hak ve yetki verilemez. Din insanın içini dolduran, kalbinde sönmemesiye ümit ışığı doğuran; ihtirasları frenleyen, günlük hayatı meşru çerçeve içine alan; nefsanî istekleri, haklara saygılı olma, ahlâksızlık ve azgınlıktan uzak kalma doğrultusunda kanalize eden; insana, insan olarak yaratılmasının hikmetini öğreten; insanla Yüce Yaratanı arasındaki engelleri kaldıran; yeryüzünde Hak adına hak ve adalet kurmayı hem em­reden, hem de bunun bütün esas ve prensiplerini kusursuz anlamda ve­ren; insanların dalâlet ve kötülüklerden kurtulmasından yana en emin ve en doğru yolu gösteren ilâhî sistemdir. İslâm bu sistemin en mükemmeli ve ilâhî beyânın en son mesajıdır.

Aile ve toplumları, kavim ve milletleri, en tabii hakları olan bu yüce nimetten mahrum etmeğe kalkışmak, insanlık adına işlenecek cinayetle­rin en âdisi ve fenası değil midir? Aklı başında, idrâki iki kaşının arasın­da, irfan ve iz'ânı gönlünde olan kimse böyle bir cinayete tevessül ede­bilir mi veya işlenen böyle bir cinayete cevaz verebilir mi?

Şüphesiz, sözünü ettiğimiz bu tür cinayet ve saldırıların çoğaldığı bir ülkede aile yıkılmaya, toplum kokuşmaya, güzel ahlâk silinmeye, fazilet rezîlete dönüşmeye yüz tutar. Sonuç olarak hayvani bir hayat tarzı başlar; bu anlamdaki istekler kalpleri istila edip maddeyi tek değer ölçüsü olarak devamlı gündemde tutar ve dönüş yapılmadığı takdirde, belli bir çizgiye gelinince ilâhî hüküm iner. Tabii bu hükmün hangi şekilde tezahür edeceğini, o millete nasıl bir ceza vereceğini kestirmek çok zordur. Ancak tarihte bu yüzden felâkete uğrayan, yıkılıp yok olan, istiklâli ellerinden alınan bir­çok milletler vardır. Tarih tekerrür ettikçe ilâhî hüküm de tekerrür eder. O bakımdan din ve ibâdet hürriyetini kısıtlamak veya ortadan kal­dırmak, insanları manen katletmek veya mefluç hale getirmek demek­tir. Böylesine kaba ve zorbaca bir tutum ve sistem hiçbir zaman uzun sü­re yaşama şansına sahip olamamış; ya dönüş yapmak zorunda kalmış, ya da baş aşağı gelmiştir.

Kaldı ki Cenâb-ı Hakk'ın indirdiği son dini yine O'nun koruyacağı vaadedilmiş bulunuyor. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır; sırası gelince mutlak surette hükmünü yürütür ve onu durduracak bir kuvvet bulunmaz. Din düşmanları da hezimete ve hüsrana uğramaktan kendilerini kurtaramazlar. Nitekim böylesine sakıncalı bir yola giren Nemrut, Fir'avn ve Ebû Cehl'in sonu hüsran olmuştur.

Cenâb-ı Hak, maddeyi ilâhlaştırıp kutsal değerlere sırt çevirenleri ve dünyevî menfaat uğruna dine saldıranları, rahmetinin gereği olarak uyarmakta ve meali soruda da geçen 15, 16. âyetlerle şu mesajı vermektedir:

"Hayır, hayır; o bu tutumundan vazgeçmezse, elbette onu alnından, o yalancı günahkâr alnından tutup (Cehennem'e) sürükleyeceğiz." (bk. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Alak Suresinin tefsiri)

Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategorisi:
Soru ve Cevaplar
Gönderi tarihi: 26-11-2010
2,020 kez okundu
Bu Kategorideki Diğer Yazılar
  1. Nahl Suresi 32. ayette: "(Onlar,) meleklerin, "Size selâm olsun. Yapmış olduğunuz (iyi) işlere karşılık cennete girin" diyerek tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir." buyuruluyor. Burada "melekler" deniyor, can alan melek kaç tanedir?

  2. Fatıma Mushafı nedir? Böyle bir şey var mıdır; varsa da bu nasıl mümkün olabilir?

  3. “(Kurtuluş) ne sizin kuruntularınıza, ne de Ehl-i kitab’ın kuruntularına göre olacaktır” (Nisa 123) ayetinde geçen “siz” den maksat Müslümanlar mıdır?

  4. "Muhakkak ki muttakîler cennetlerde ve ırmakların başındadırlar. Doğruluk makamında güçlü bir hükümdarın katındadırlar" (Kamer 54; 54-55) Ayetlerin manasını açıklar mısınız?

  5. Namaz kaç vakittir? Nur Suresi 58. ayette namazın üç vakit olduğu ifade edilmiyor mu? "Ey inananlar, emriniz altında çalışanlar ve sizden henüz erginliğe ermemiş olanlar üç kez izin almalıdırlar: Sabah namazından önce, öğle vaktinde dinlenmek için..."

  6. “Biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız." (Taha, 97) ayetine göre, Altın buzağının eriyip yok olması ve küllerinin denize savrulması mümkün müdür?

  7. Kur'an-ı Kerim ayetlerinin bir ksımının günümüzde uygulanamayacağı söylenmektedir. Bu konuda nasıl düşünmeliyiz?

  8. Meryem suresinin 71. ayeti kerimesinde cehennem için "içinizden oraya girmeyecek kimse kalmayacak" buyruluyor. Müminler dahi girecek mi?

  9. Madem ki şahit getiremediler, onlar Allah katında yalancılardır (Nur 13), ayetine göre yalancı şahit getirselerdi, doğru mu söylemiş olacaklardı?

  10. Abese suresinin 15-16. ayetlerinde "erdemli katipler"in Kuran'ı yazmasından mı bahsedilmektedir? Ayetlerde kastedilen mana nedir?

Block title
Block content