Önce şunu unutmayalım ki, secdelerin ayetleri ve secde yerleri vahiyle tespit edilmiştir. Mezhepler arasındaki bazı içtihat farkları, söz konusu rivayetleri algılama biçiminden ve ilgili hadis rivayetlerini farklı değerlendirmekten kaynaklanmaktadır.
Malikî mezhebine göre (Necm, İnşikak, Alak surelerindeki ayetleri secde ayetleri olarak görmedikleri için onlara göre), secde ayetleri on bir tanedir. Diğer üç mezhep alimleri secde ayetlerinin sayısını on dört olarak tespit etmede hemfikirdir. Ancak, Şafii mezhebine göre Sad suresindeki 24. ayet secde ayeti değildir. Hanefi mezhebine göre ise secde ayetidir. Yine Hac suresindeki 77. ayet Şafiilere göre secde ayetidir, Hanefilere göre ise secde ayeti değildir.(bk. V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 2/117-121)..
Bu yönüyle, Kur’an’da sadece Al-i İmran suresinin 43. ayetinde değil, daha bir çok yerde secde-ruku ile ilgili ifadeler olmasına rağmen, onlar secde ayeti olarak değerlendirilmemiştir. Yukarıda arzedildiği üzere Hanefi alimlerine göre secde ayeti olarak kabul edilmeyen Hac Suresinin 77. ayetinde de secde-rükudan söz edilmektedir. Bu bakış açısına göre, Hicr 98; Hac 26, Furkan 64, Şuara 219; Fetih, 29. ayeti gibi bazı ayetlerin de secde ayeti olması gerekiyordu, fakat değil..
Soruda geçen ayet ile bir önceki ayetin mealleri:
“Melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerdeki kadınlara üstün eyledi. Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, huzurunda eğilenlerle beraber sen de eğil." (Al-i İmran, 3/42-43)
Peygamberler hakkında kullanılmış olan ''süzüp çıkarma, seçkin kılma" anlamına gelen "ıstafâ" fiilinin, burada Hz. Meryem hakkında kullanılmış olmasından, onun özel ve önemli bir görev için seçildiği ve bu sebeple ilâhî lütuflara mazhar kılındığı anlaşılmaktadır.
İlâhî hikmet gereği dinlerin gelişim süreci Hz. Muhammed (asv)'in peygamberliği ve Kur'ân-ı Kerîm'in tebliği ile tamamlanmış olacaktır. (bk. Mâide 5/3) Bu son mesajın bildiriminden önce insanlığın geçirdiği aşamalar içinde Hz. Meryem'e yüklenen misyonun bir benzerinin bulunmadığı dikkate alınınca, bu âyette Hz. Meryem'in özelliklerine yapılan vurgular daha iyi kazanabilmektedir.
İnsanlığın bir erkekle bir kadından yaratıldığını, insanların keyfî seçimlerinin değer ölçüsü olamayacağını ve insanı değerli kılan yegâne ölçütün Allah'a kulluk iradesi ve onun buyruklarına teslimiyet olduğunu bildirerek insanın insan önünde eşit sayılmasına çağrıda bulunacak olan Kur'ân-ı Kerîm'in (bk. Hucurât 49/13) bu çağrısına hazırlık için, erkek ve kadın cinsi arasında, toplumda kökleşmiş hale gelse de haklı gerekçelere dayanmayan ayırımcılığın yanlışlığına dikkat çekmek üzere çok güçlü bir vurguya ihtiyaç vardı.
İşte bu âyette, Hz. Meryem'e verilen görevle, iki cins arasında yaratılış özelliklerinden kaynaklanmayıp ancak güçlünün zayıfı sömürmesi şeklinde izah edilebilecek olan derin ayırıma ve bunu besleyen telakkilere esaslı bir darbe indirilmiş oluyordu. Çünkü bir kadın ilâhî iradenin bir tecellisi olarak, bir erkekten gebe kalmaksızın bir erkek çocuk dünyaya getirecek ve bu erkek de yeni bir dinin tebliği ile görevlendirilecekti.
İşte Hz. Muhammed (asv)'in geleceğini bildirmekle de vazifelendirilecek olan bu peygamber (Hz. İsâ), insanlığın -sadece sömürünün bir parçası olarak zahiren değer verdiği durumlar haricinde- kadını dışlayan tavır ve uygulamalarına karşı ona "iâde-i i'tibar"ını sağlayacak İslâm mesajının da müjdecisi olacaktı.
Âyet-i kerîmede geçen birinci "istafâ" fiili, Meryem'in -alışılmışın dışında- mâbed hizmetine kabul edilmesi, rızkının ilâhî lütufla özel bir yoldan kendine ulaştırılması, kendisini tamamen Allah'a ibadete veren bir kul kılınması ve meleklerle konuşma mertebesiyle onurlandırılması gibi anlamlarla açıklanmaktadır. Hz. Meryem'in başka kadınlara üstün kılındığını özellikle belirten ikinci ıstafâ fiili için de şu açıklamalar yapılmaktadır:
Babasız olarak Hz. İsâ (as)'ı dünyaya getirmiş olması, çocuğunun doğar doğmaz konuşup çevreden gelen ithamları bertaraf eden açıklamalar yapması, kendisinin ve oğlunun bütün idrak sahiplerinin ders alacağı bir delil, bir mucize kılınması.
"Seni tertemiz kıldı" cümlesi değişik şekillerde (farklı yaratılış özelliklerine sahip kılındığı vb.) yorumlanmışsa da, hâkim görüş bu ifadenin amacının onun kötülüklerden arındırıldığını ve özellikle Yahudîlerin iftiralarından uzak olduğunu belirgin biçimde ortaya koymak olduğu yönündedir. (bk. Zemahşerî; Râzî, ilgili ayetlerin tefsiir)
43. Ayette Hz. Meryem'e yapılan hitabın tekrar edilmesi, onun canı gönülden kulluk etmek ve bütün varlığını Allah yoluna adamak suretiyle ilâhî takdire mazhar olduğuna işaret eder. Yine bu hitapla Hz. Meryem'den aynı içtenlikle ibadete devam etmesi istenmekte, böylece 45-46. âyetlerde belirtilecek olan "annelik" müjdesine hazırlanmış olmaktadır. Zira, babasız bir çocuk dünyaya getireceği haberi -Allah'ın seçkin bir kulu olma yönünden- bir "müjde" olarak nitelenebilirse de, bunu çevresine izah etmenin ne büyük zorluklar taşıdığı dikkate alınınca, böyle bir haberi teslimiyet ve sevinçle karşılayabilmek ancak yüce Allah'ın beğenisini kazandığına inanmak ve O'na kul olabilmeyi her şeyin üstünde tutar hale gelmekle mümkün olabilirdi.
Yahudilikteki ve Hristiyanlıktaki namazın şekli hakkında hâlihazırdaki uygulama ile tarihî bilgiler ve Kitâb-ı Mukaddes'ten yapılan tespitler karşılaştırılarak, bu âyette geçen "secde" ve "rükû" ile aynen İslâm'daki hareket şeklinin mi, o dinlere özgü farklı bir hareketin mi yoksa bu kelimelerin "taat, şükür, huşu ve tezellül" (ilâhî kudret önünde nefsini hiç sayma) gibi anlamlarının mı kastedildiği hususunda farklı yorumlar yapılmıştır. (bk. Elmalılı, Hak Dini, ilgili ayetlerin tefsiri)
"Rükû edenlerle, eğilenlerle birlikte" kaydı da değişik şekillerde açıklanmıştır:
a) Hz. Meryem'e erkeklerle birlikte ibadet mahallinde bulunma ve toplu ibadete katılma müsaadesi verilerek ona İsrâiloğulları kadınlarından farklı bir hususiyet kazandırılmıştır.
b) Hz. Meryem mihraptan (kendine ayrılan bölümden) ayrılmazdı; bu hitapla mâbedde toplu ibadete katılmaya teşvik edildi.
c) O sıralarda kıyamda durup secde etmekle beraber rükûya gidenler ve gitmeyenlerin bulunması muhtemeldir. Hz. Meryem'den rükûya gidenlerle birlikte hareket etmesi istenmiş olabilir.
d) Bu âyet Meryem sûresinin 17. âyetiyle birlikte değerlendirildiğinde, Hz. Meryem'in bir örtü arkasında durarak toplu ibadete katılmasına müsaade edildiği, mutlak olarak, yorumlandığında ise Hz. Meryem'in erkeklerle ancak cemaatle namaz halinde beraber bulunduğu anlaşılır. Süyûtî, bu âyetten hareketle kadınlar hakkında cemaatle namazın mendup olduğu (dinen teşvik edildiği) sonucuna ulaşmıştır. (bk. Kur’an Yolu, Heyet, ilgili ayetlerin tefsir)
Kur'an'ın Sunduğu Örnek Kadın
Kur'ân'da Hz. Meryem'in ibâdetinden, hatta özel hayatının bazı bölümlerinden ve Hakk'a olan kayıtsız teslimiyetinden söz edilirken, daha çok üç önemli hususa dikkatlerin çekilmesi istenmiştir:
a) Hristiyan âleminin de üstün saygı beslediği Hz. Meryem, cidden bütün kadınlara örnek olacak bir düzeydedir. Meryem'in yalnız pazar günleri değil, normal günlerde de kendine has odasında, ya da mabedin yüksekçe bir yerinde ibâdet ettiği, namaz kıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca kendi başına ibâdet ettiği gibi cemaat halinde de ibâdete devam ettiği açıkça belirtiliyor. Bu, kadının ibâdet konusunda da toplum arasındaki yerini belirlemekte ve onun gıpta edilecek davranışlarından birini sergilemektedir. Böylece inanan kadınların günlük ibâdetlerinde Allah'a yakın olmanın derin anlamı mevcuttur.
b) Meryem'in günün belli saatlerinde ibâdet etmesi ve cemaate katılması, Hristiyanlıkta ibâdetin yalnız pazar gününde yapılmasının ciddi bir dayanağı olmadığını göstermektedir. “Mihrab”ı sözlükteki manasıyla yorumlayacak olursak; Meryem'in ya Beytü'l-Makdis'in yüksekçe bir yerinde, ya da Zekeriyya Peygambere (as) ait evin ibâdete ayrılmış üst kısmındaki bölümde ibâdet ettiği tahmin edilmektedir.
c) Müslüman kadınlarına, kendini Allah'a adayan ve belli saatlerde ibâdetini tam bir huzur ve saygı duygusu ile yerine getiren bir kadının Allah katındaki şerefli yeri, diğer kadınlardan üstünlüğü hatırlatılıyor. Bunun aksine kendini dünya hayatının aldatıcı ve oyalayıcı havasına verip gününü gün etmeye çalışan ve bu arada Allah'ı ve âhiret gününü unutan; bu anlayış ve yaşayış içinde kendinin veya kocasının kazancının çoğunu kendi süsüne harcayan kadının ise, ne kadar Hakk'tan gerilerde kaldığını, yetişmekte olan kuşağa olumlu hiçbir örnek davranış sunmadığını anlayabiliriz.
İşte Kur'ân, inanan kadınlara Meryem'i örnek göstererek geniş rahmet kapısını açık tutmakta ve insanların dindar, iffetli, faziletli, olgun kadınlara ne kadar çok muhtaç bulunduğunu en veciz sözlerle işlemektedir. (bk. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, ilgili ayetin tefsiri)
yha çoook güzel site ödeime yardımcı oLdu....:)