Burada birkaç noktaya işaret etmekte fayda vardır:
Bilindiği gibi, şirk ve küfür dahil tövbe etmek suretiyle onlardan vazgeçildiği takdirde af kapsamına girmeyen bir suç yoktur. “Allah şirki affetmez.” (Nisa, 4/116) mealindeki ayette vurgulanan şey, tövbe edilmediği ve kişi şirk üzerinde öldüğü zaman artık affedilmeyeceğidir. Yoksa daha imtihan salonu olan dünyada iken şirk dahil her türlü küfürden vazgeçildiği takdirde o da af kapsamına girer.
Sizin de işaret ettiğiniz gibi, bu ayetlerden Rabb'imizin kullarına karşı sonsuz merhametini, nihayetsiz şefkatini görmek mümkündür.
Ayetlerde Yahudilere verilen yeni hayatla onların şükretmelerine yeni bir fırsat tanınması hususu kulluk açısından şükrün önemine yapılan büyük bir vurgudur. Burada yapılan şükür vurgusu şu iki noktayı anlatmaya yönelik olduğunu düşünüyoruz:
Birincisi: İnsanların yaratılış gayesi olan ibadet ve kulluğun temel esası Allah’a şükretmektir. Her türlü kulluk, kavlî veya kalbî yahut da fiilî bir şükürden ibarettir. Demek ki, yaratılış ağacının en büyük meyvesi olan kulluğun asıl çekirdeği şükürdür.
İkincisi: Şükür, önceden verilmiş nimetlerin bir karşılığıdır. Yoksa, gelecek nimetlerin bir sebebi, bir vesilesi değildir. Verilen hayat şükretmek içindir. Verilen, akıl, şuur, kalp, duygular şükretmek içindir. Nimetlerin en büyüğü dört şeydir. 1-2. Dünyada var olmak ve bu varlıkta -bir süreliğine- devam etmek. 3-4. Öbür dünyada var olmak ve varlıkta süresiz devam etmek. Bu dört küllî nimetlere işaret etmek üzere, Kur’an’da -Fatih’nın dışında- dört sure (Enam, Kehf, Fatır ve Sebe) hamd ile başlamıştır. Bu sebeple, bir şükürden ibaret olan ibadet ve kulluğu cennetin bir nevi mukaddimesi veya gerçek sebebi saymak yanlıştır. Bilakis, cennet yalnız lütf-u ilahînin bir vergisidir, merhamet-i İlahînin bir sonucudur.