İlgili ayetin meali:
“Allah O yüce Yaratıcıdır ki yedi kat göğü ve yerden de onların benzerini yaratmıştır. Allah’ın emri ve hükmü bunlar arasında inip durur ki, Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve Allah’ın her şeyi ilmiyle ihata ettiğini/kuşattığını (O’nun ilmi ve kudreti dışında hiçbir şey olmayacağını) siz de bilesiniz.”(Talak, 66/12).
Ayetin tamamına baktığımız zaman, yedi ifadesinin niçin kullanıldığını da görebiliriz; Allah’ın sonsuz ilmini ve sonsuz kudretini nazara vermek. Arapların o günkü bilgileri çok sınırlı olmakla beraber, bunların başında göklerin ve yerin bilgisi geliyordu. Kur’An’ın maksadı tevhit dersini vermek olduğuna göre onun kâinattan bahsetmesinin de asıl gayesi bu tevhit inancını pekiştirmektir. Şirk olgusu özellikle Allah’ın ilim ve kudretine bir müdahaledir. Bu sebeple Kur’an’da -açıkça veya dolaylı olarak- sık sık Allah’ın sonsuz ilim ve kudretine vurgu yapılır.
Burada da Arapların az da olsa gökler hakkında bazı bilgilerinin varlığını göz önünde bulunduran Kur’an’da bu bilgiler üzerinden bir hakikat inşa ediliyor. Gözle görünen şekliyle bir tek gök veya -eski Yunan felsefinde olduğu gibi- dokuz gök olarak algılayanların yanlışını düzeltmek ve hakikatli olan orta yolu göstermek için “yedi gök” ifadesi tekrarlanmıştır.
Kur’an sadece o günkü Araplara hitap etmiyor, ilk muhatap onlar olmakla beraber evrensel bir mesaj olarak kıyamete kadar gelen bütün insanlara hitap etmektedir. Bu sebeple kullandığı ifadelerin kapsam genişliği, her zamanın bilgi seviyesini okşayacak şekilde merhamet dolu bir üsluba sahiptir.
“Yedi gök” ifadesi Kur’an’da yedi defa tekrarlanmıştır.(Bakara, 2/29; İsra, 17/44; Muminûn, 23/86; Fussilet,141/2; Talak, 65/12; Mülk, 67/3; Nuh, 71/15). Bunlardan dördü Mekkî, üçü de Medenî surelerdir. Böylece 23 yıla yayılan bir zaman sürecinde “yedi gök” ifadesini “yedi” defa kullanmak suretiyle sonsuz ilminin yansımalarını gözler önüne sermiştir.
“Yedi kat gök”ün yedi açıdan değerlendirilebileceğini ifade eden Bediüzzaman Said Nursi’nin görüşü doğrultusunda konuyu maddeler halinde -özetle- şöyle açıklayabiliriz.
1. Fen ve hikmetçe sabittir ki, bu hadsiz hudutsuz feza, nihayetsiz bir boşluk değil, "esir" dedikleri bir madde ile doludur.
2. Fennen ve aklen, hatta müşahedeten sabittir ki, gök cisimleri arasında câzibe ve dâfia gibi kanunların iletişimini sağlayan, ışık, ısı ve elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin yayılmasını ve dağılımını sağlayan ve o fezayı dolduran bir madde mevcuttur.
3. Esir maddesi, esir kalmakla beraber, sair maddeler gibi farklı konumlarda değişik şekiller aldığı ve ayrı ayrı suretlerde bulunduğu tecrübeyle sabittir. Evet, nasıl ki buhar, su, buz gibi havâî, mâyi, câmid üç nevi eşya aynı maddeden oluyor. Öyle de, esir maddesinden dahi yedi çeşit gök katmanların olmasına aklî hiçbir mâni olmadığı gibi, hiçbir itiraza da medar olmaz.
4. Gök cisimlerine dikkat edilse görünüyor ki, o ulvî âlemlerin tabakalarında muhalefet var. Meselâ, Samanyolu olarak adlandırılan, bulut şeklindeki o büyük dairenin bulunduğu tabaka, sabit yıldızların tabakasına benzemiyor. Sabit yıldızlar tabakası dahi, sadık bir hads ile, manzume-i şemsiyenin tabakasına muhalefeti görünüyor. Gökteki yedi büyük sistemin kendi aralarında birbirine benzemedikleri -bir hads-i kalbî ile- söyleyebiliriz.
5. Hadsen ve hissen ve istikrâen ve tecrübeten sabit olmuştur ki, bir maddede tanzim ve teşkil düşse ve o maddeden başka başka sanatlar yapılsa, elbette muhtelif tabaka ve şekillerde olur. Meselâ, elmas madeninde teşkilât başladığı vakit, o maddeden hem kül, hem kömür, hem elmas nevileri tevellüt ediyor/ortaya çıkıyor. Hem meselâ ateş teşekküle başladığı vakit, hem alev, hem duman, hem kor tabakalarına ayrılıyor. Hem meselâ oksijen hidrojenle birleştiği zaman, bu birleşmeden hem su, hem buz, hem buhar gibi tabakalar teşekkül ediyor. Bundan da anlaşılıyor ki, bir madde üzerinde işlem yapıldığında, farklı tabakalara ayrılıyor. Bu kaideye binaen denilebilir ki, Yaratan Allah’ın kudreti esir maddesi üzerinde farklı işlemler yapmaya başladığı için, elbette onda ayrı ayrı tabakalar oluşmuş ve ondan da yedi gök tabakası yaratılmıştır.
6. Şu mezkûr emâreler, bizzarure, göklerin hem vücuduna, hem taaddüdüne/farklı sayıda olduğuna delâlet ederler. Madem göklerim birden fazla, müteaddit olması söz konusudur ve Muhbir-i Sadık Hz. Muhammed (asv) de Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın lisanıyla bu sayıyı yedi olarak bildirmiş, elbette yedidir.
7. Yedi, yetmiş, yedi yüz gibi ifadeler, Arap edebiyatında kesreti/çokluğu ifade ettiği için, o küllî yedi tabaka çok kesretli tabakaları da ihtiva etmiş olabilir.
İşte yedi renkli güneş ışığının her tarafı aydınlattığı gibi, istidlal sitemi güneşinden gelen bu yedi hakikat ışığı da konuyu aydınlatacak parlaklıktadır.
Şimdi de her bir maddesi tek başına göklerin yedi tabaka olduğuna işaret eden yedi delili şöyle sıralayabiliriz:
Madem Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan umum insanların ve cinlerin umum tabakalarına karşı konuşan bir hutbe-i ezeliyedir. Elbette nev-i beşerin her bir tabakası, Kur’an’ın her bir âyetinden -kabiliyeti nispetinde- kendi hissesini alacaktır. Kur’an’ın herbir âyetin, her tabakanın fehmini/idrakini, aklını tatmin edecek surette, ayrı ayrı ve müteaddit mânâları zımnen ve işareten bulunacaktır.
Evet, Kur’an-ı Hakimin hitâplarındaki vüsat, manalarında ve işâretlerindeki genişlik ve en âmî bir avamdan en has bir havassa kadar hepsinin idrak ve anlayış seviyelerine riayet etmesi ve zihinlerini okşaması gösterir ki, her bir âyetin her bir tabakaya bir veçhi var, bir yönü var, bir işareti var ona bakıyor. İşte bu sırra binaen, insanların yedi tabakasından her biri, "yedi semâvat/yedi gök" ifadesini, farklı şekilde algılamıştır. Şöyle ki:
a. İlgili ayetlerde yer alan “yedi gök” manasını, kısa nazarlı ve dar fikirli bir tabaka-i insaniye, yedi atmosfer tabakası olarak anlar.
b. Kozmoğrafya ile sersemleşmiş diğer bir tabaka, dillerde "seb'a-i seyyare/yedi gezegen" olarak meşhur olan yıldızları ve onların yörüngeleri şeklinde algılar.
c. Başka bir kısım insanlar, küremize benzer ve canlıların ikametgâhı olmuş o geniş gök fezasında bulunan başka yedi kürenin varlığı olarak görür.
d. Diğer bir grup insan, güneş sistemin yedi tabaka halinde olduğunu ve o sistem gibi yedi tane başka güneş sisteminin olduğunu anlar.
e. Başka bir insan tabakası, esîr maddesinde ilahî kudretin inşa ve tesis başlamasıyla bu maddenin yedi tabakaya ayrılması olarak düşünür.
f. Daha geniş fikirli bir insan tabakası, yıldızlarla yaldızlanıp bütün görünen gökleri bir semâ/gök sayıp, onu bu dünyanın semâsı olarak görür ve bundan başka altı gök tabakasının daha var olduğunu anlar.
g. İnsanların yedinci tabakası ve en yüksek taifesi ise, “yedi göğü” yalnız bizim küremizle alakalı olduğunu düşünmez; bilakis, hem dünyevî hem uhrevî alemler için, hem gayb hem misal alemleri için birer kuşatıcı zarf ve ihatalı birer dam olarak görür ve öyle algılar.
Ve hâkezâ, bu âyetin külliyetinde, mezkûr yedi kat tabakanın yedi kat mânâları gibi daha çok cüz'î mânâları vardır. Herkes fehmine/anlayışına göre hissesini alır ve o semavî sofradan herkes rızkını bulur.(bk. Nursi, Lem'alar, On İkinci Lem'a, İkinci Sual, İki Mesle-i muhimme).