Vahiy, insanlık camiasından seçilip görevlendirilen peygamberler vasıtasıyla, insanların ve de cinlerin dünya ve ahiret hayatlarının mutluluğu için prensipler koyan ilâhî mesajlardan ibarettir. Bunlar, Allah tarafından peygamberlere vasıtalı veya vasıtasız olarak ulaştırılır.
"Allah'ın vahiy ile veya perde arkasından, yahut bir elçi gönderip ona kendi izniyle dilediği şeyi vahiy etmesinden başka bir suretle konuşması, hiç bir insana müyesser olmaz. O yücedir, hikmet sahibidir."(Şûrâ, 42/51)
ayetinde vahyin üç şekline vurgu yapıldığı gibi, vasıtalı / vasıtasız vahiy çeşitlerine de işaret edilmiştir.(bk. Subhi Salih, 25.).
"Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyetttik. Ve İbrahim'e, İsmail'e, İshâk'a, Yakûb'a, Esbat'a (onların torunlarına), İsa'ya, Eyyûb'e, Yûnus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik."( Nisâ, 4/163)
ayeti hakiki vahyin bütün peygamberler için ortak bir değer olduğunu göstermektedir.
Görebildiğimiz kadarıyla, Hz. Peygamber (asv)’e melek vasıtası olmadan doğrudan Allah tarafından Miraç’ta vahiy edilen, sadece Bakara suresinin son iki ayetidir.
Kaynakların bildirdiğine göre, Abdullah b. Mesud şunları söylemiştir:
“…Miraçta Hz. Peygamber (a.s.m)’e şu üç şey verildi: Beş vakit namaz verildi, Bakara Suresinin son kısmı (Amenerresul) verildi ve bu ümmetten Allah’a şirk koşmadan ölen kimsenin günahlarının bağışlanacağı hususu (söz verildi).” [bk. Müslim, İman, (76)279; Tirmizî, tefsir,54; İbn Kesir, ilgili ayetlerin tefsiri>.
Nisa suresi 164. ayette Allah’ın Musa (as) ile konuştuğu ifade edilmektedir. Çünkü, bu manada hususî olarak Allah’ın kendisiyle doğrudan konuştuğu tek peygamber Hz. Musa (as)’dır. Hz. Muhammed (asv)’in bu konudaki durumu -Miraç hadisesi münasebetiyle- Mekke’de inen Necm suresinde ifade edildiği için, Medine’de inen Nisa suresinde ona ayrıca atıfta bulunmaya lüzum kalmamıştır.
Şüphesiz Hz. Muhammed (asv)’in Miraçta hem ilahî tekellüme hem de manevî cemal-i ilahiyi temaşa etmeye muvaffak olması, sadece ilahî tekellüme mazhar olan Hz. Musa (as)’ın -Tur-i Sina’daki- miracından katbekat yüksek bir mertebedir.
Diğer taraftan, Miraç olayının anlatıldığı Necm Suresinde, “(Böylece Cenâb-ı Hak) kuluna vahyettiğini etti.” (Necm, 53/10) ayetinde doğrudan vahiyden bahsedilmiş, ancak nelerin vahyedildiği söylenmemiştir. Ayette de öznenin Cebrail veya Cenâb-ı Allah olması muhtemeldir. Birinci ihtimale göre mâna "Bu yaklaşmayı takiben Cebrail, Allah'ın, kulu Muhammed'e gönderdiği vahiyleri ona getirip öğretti." şeklinde olur.
İkinci ihtimale göre ise âyeti şöyle yorumlamak gerekir: Resûlullah (asv) Rabbine öylesine yaklaştı ki aradaki vasıtalar kalktı ve Allah Teâlâ kuluna vahyini doğrudan doğruya verdi. Bu âyetlerde Mirac sırasındaki gelişmelerin anlatıldığı kabul edildiği takdirde, ikinci yorum daha kuvvetli olmaktadır.
Buna göre, vahyin vasıtasız olduğu bu safhada, Resûlullah (asm) Efendimizin bedeni ruhuna dönüşmüş; zaman ve mekân kavramları bir bakıma tatil edilmiş; Ruh-i Muhammedi bütün safiyet ve nuraniyetiyle yükselmişti. İlâhî vahiy doğrudan Onun kalbine inmeye başlamış, bedeni ruhlaştığı için de buna tahammül edebiliyor ve tarifi mümkün olmayan bir zevk içinde ilâhî cemal sıfatının tecellisine mazhar oluyordu.
Vasıtasız yapılan bu vahiy arasında, yukarıda mealini verdiğimiz hadiste ifade edilenlerden başka bizim bilmediğimiz birçok sır ve hikmetler, Peygamber Efendimize (asv) bildirilmiş olmaktadır. (bk. Razi,Mefatih; Elmalılı, Hak Dini; Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, ilgili ayetin tefsiri)