49. DERS (Al-i İmran Suresi, 172 - 180) Uhud Savaşı – 5

172- الَّذِينَ اسْتَجَابُواْ لِلّهِ وَالرَّسُولِ مِن بَعْدِ مَآ أَصَابَهُمُ الْقَرْحُ “Onlar, kendilerine yara dokunduktan sonra Allah ve Peygamberin davetine uydular.”

لِلَّذِينَ أَحْسَنُواْ مِنْهُمْ وَاتَّقَواْ أَجْرٌ عَظِيمٌ   Onlardan iyi işler yapan ve günahlardan sakınanlar için çok büyük bir mükafat vardır.”

Ayette “onlardan iyi işler yapan ve sakınanlar için çok büyük bir mükâfat olduğu” bildiriliyor. Bu iki vasıftan maksat, medih ve hükmün illetini beyan etmektir, yoksa kayıtlama değildir. Çünkü Allah ve rasulüne icabet edenlerin tamamı muhsin ve müttakidir.[1>

 

173- الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً “Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine, “İnsanlar sizin için toplanmışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu onların imanını artırdı.”

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre Uhud savaşında galip gelen Ebu Süfyan ve arkadaşları, dönüşte Ravha denilen yere geldiklerinde pişman oldular ve geriye dönüp işi bitirmeğe niyetlendiler. Bu durum Hz. Peygambere ulaştığında, ashabını topladı “Bugün ancak dün bizimle beraber olanlar çıksın” dedi. Böylece Hz. Peygamber bir cemaatle Hamrau-l Esed denilen yere kadar geldi. Burası, Medineye sekiz mil mesafede idi. Ashabı genelde yaralı idi. Böyle olmasına rağmen mükâfatı kaçırmamak için tahammül gösterdiler, Allah müşriklerin kalplerine korku saldı, geri döndüler. Bu münasebetle üstteki ayet nazil oldu.

Rivayete göre Ebu Süfyan Uhuddan ayrılırken şöyle nida etti: “Ya Muhammed, gelecek yıl Bedirde buluşalım.” Hz. Peygamber bu davete “inşaallah” dedi. Diğer yıl Ebu Süfyan Mekkelilerle beraber yola çıktı. Zahran denilen yerde konakladıklarında Allah kalbine korku bıraktı, geri dönmenin daha uygun olacağını düşündü. O sırada Abd-i Kays kabilesinden bir kafile onlara uğradı.

Bunlar Medineye gitmekte idiler.

Ebu Süfyan, Müslümanları Medineden çıkmamaya ikna ederse bir deve yükü kuru üzüm vaadinde bulundu. Bir başka rivayette ise, Abd-i Kays’tan bir kafile yerine Nuaym Bin Mesud’un adı geçer. Bu rivayete göre Ebu Süfyan on deve karşılığında Nuaym Bin Mes’udun Müslümanları Medineden çıkmamaya ikna etmesini söyledi. Nuaym, teklifi kabul etti. Medineye geldiğinde Müslümanların sefer için hazırlık yaptıklarını gördü. Onlara şöyle dedi: “Sizin diyarınıza geldiler. Kaçanlar dışında kimse kurtulamaz. Onlar o kadar büyük bir kuvvetle üzerinize gelirlerken, onlara karşı çıkabileceğinizi mi sanıyorsunuz?”

Müslümanlar, bu yalan haber karşısında gevşediler. Hz. Peygamber ise şöyle dedi: “Nefsim elinde olan Allaha yemin ederim ki, benimle kimse çıkmasa bile, ben tek başıma çıkacağım.” Böylece yetmiş atlıyla beraber “Hasbünallah ve nime’l-vekil” diyerek yola çıktı.

“Bu, onların imanını artırdı.”

Onunla beraber olanlar, insanların bu sözüne iltifat etmediler, za’fiyete düşmediler. Allaha olan imanları onlara sebat verdi, imanları daha da arttı. İslam hamiyyeti ve gayretini ortaya koydular, halis niyet izhar ettiler.

Ayetin ifadesi, imanın artıp eksildiğine delalet eder.[2>

İbnu Ömer’den gelen şu rivayet de bunu desteklemektedir:

Dedik ki: “Ya Rasulallah, iman artıp eksilir mi?” “Evet” dedi. İman, sahibini cennete sokacak kadar artar, sahibini cehenneme sokacak kadar da eksilir.”

Eğer Allaha taati imandan sayarsak, imanın artıp eksilmesi gayet açıktır. Taati imana dâhil etmediğimizde ise, yakînin

-Ülfet ile,[3>

-Çokça tefekkür ederek,

-Delillerin birbirine yardımcı olmasıyla artması söz konusudur.

وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ “Ve dediler: Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!”

 

174- فَانقَلَبُواْ بِنِعْمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَفَضْلٍ “Bunun üzerine Allah’tan bir nimet ve bir lütufla geri döndüler.”

İşte böyle diyenler Bedirden sâlimen, imanda sebat ile, hatta imanları artmış olarak döndüler.

Ayrıca ticarî kazanç da elde ettiler. Çünkü Bedir’e geldiklerinde bir pazar kurdular, alış-veriş yapıp kazançlı çıktılar.

لَّمْ يَمْسَسْهُمْ سُوءٌ “Kendilerine hiç bir kötülük dokunmadı.”

Kendilerine bir yara veya düşmandan bir kötülük de dokunmadı.

وَاتَّبَعُواْ رِضْوَانَ اللّهِ “Ve Allah’ın rızasına uydular.”

Bu cesaret ve çıkışlarıyla dünya ve ahiret hayırlarını elde etmenin esası olan Allahın rızasına tâbi oldular.

وَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَظِيمٍ “Allah çok büyük bir lütuf sahibidir.”

Allah onlara,

-Sebat vererek,

-İmanlarını artırarak,

-Cihada koşmaya muvaffak kılarak,

-Dinde salabet vererek,

-Düşmana karşı cesaret gösterterek

-Onları üzebilecek her hâlden koruyarak

-Uhrevî mükafatla beraber dünyevi fayda görmelerini sağlayarak büyük lütufta bulundu.

Ayette geride kalanları pişman kılmak ve görüşlerinin hatalı olduğunu bildirmek vardır. Çünkü, bazıları kazanırken, geride kalanlar kendilerini mahrum bırakmışlardır.

 

175- إِنَّمَا ذَلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءهُ “Size gelen o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur.”

Burada “şeytan” ile Nuaym Bin Mes’ud veya Ebu Süfyan murat edilmiş olabilir. Müslümanları Medinede kalmaya teşvik eden, Peygamberle çıkmayıp oturup kalan kendi dostlarını korkutuyor.

Veya mana şöyle de olabilir. “Şeytan, kendi dostları olan Ebu Süfyan ve yanındakilerle sizi korkutuyor.”

فَلاَ تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ “Eğer mü’min iseniz artık onlardan korkmayın, benden korkun.”

Yani, ne sizi korkutandan ne kendisiyle korkuttuklarından korkmayın.

Benim emrime muhalefet etmekten korkun da Rasulüm ile beraber cihada gidin.

“Eğer mü’min iseniz” denilmesinde şöyle bir incelik vardır: İman, Allah korkusunu insanların korkusuna tercih etmeyi iktiza eder.

 

176- وَلاَ يَحْزُنكَ الَّذِينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ “Küfürde yarışanlar seni üzmesin.”

Ayette bahsedilenler Uhud savaşına katılmayan münafıklar veya İslâmdan dönen bazı kimseler olabilir. Yani, “onlar sana bir zarar verirler ve Sana karşı başkalarına yardım ederler” şeklinde bir korku seni üzmesin.

إِنَّهُمْ لَن يَضُرُّواْ اللّهَ شَيْئاً “Onlar, Allah’a hiçbir şekilde zarar veremezler.”

Onlar, küfürde yarışan kimseler olarak, Allahın sevdiği kimselere hiçbir şekilde zarar veremezler, ancak kendilerine zarar verirler.

يُرِيدُ اللّهُ أَلاَّ يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الآخِرَةِ “Allah, ahirette onlara bir pay vermemek diliyor.”

Allah ahirette onların herhangi bir sevap payları olmamasını murat ediyor.

Ayet, bahsettiği kimselerin tuğyanlarında devam etmelerine ve küfür üzere ölmelerine delâlet eder.

Ayette “Allah böyle diliyor” denilmesi, onların küfürde çok ileri gittiklerini hissettirmek içindir. Öyle ki Erhamür-Rahimin olan Allah, onların ahirette rahmetinden bir nasibi olmamasını murat etmiştir.

وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ “Onlar için çok büyük bir azap vardır.”

Sevaptan mahrum olmaları yanında, onlar için çok büyük bir azap vardır.

 

177- إِنَّ الَّذِينَ اشْتَرَوُاْ الْكُفْرَ بِالإِيمَانِ لَن يَضُرُّواْ اللّهَ شَيْئًا “İman karşılığında küfrü satın alanlar Allah’a hiçbir zarar veremezler.”

وَلهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Onlar için çok elîm bir azap vardır.”

Biraz önceki ayette azaptan bahsedilirken bu ayette de bahsedilmesi, te’kid içindir.

Veya önceki haber verilen azap Uhud savaşına katılmayan münafıklar veya dinden dönenler için iken, bu ayette bildirilen, umum kâfirlere bakan azaptır.

 

178- وَلاَ يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ أَنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ خَيْرٌ لِّأَنفُسِهِمْ “İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar.”

إِنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ لِيَزْدَادُواْ إِثْمًا “Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz.”

وَلَهْمُ عَذَابٌ مُّهِينٌ “Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.”

Ayete şöyle de mana verilmiştir: “O inkârcılar kendilerine mühlet verişimizi günahlarının artması için olduğunu sakın zannetmesinler. Biz onlara tevbe etmeleri, imana girmeleri için süre veririz. Şayet akıllarını başlarına alır ve o süre içinde daha önce yapamadıklarını telâfi ederlerse, bu süre vermemiz kendileri için çok daha hayırlıdır.

 

179- مَّا كَانَ اللّهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِنِينَ عَلَى مَآ أَنتُمْ عَلَيْهِ حَتَّىَ يَمِيزَ الْخَبِيثَ مِنَ الطَّيِّبِ “Allah, habisi temizden ayırıncaya kadar mü’minleri içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir.”

Ayet, Hz. Peygamberin devrindeki samimi mü’minlerin ve münafıkların hepsine hitap eder. Yani, Allah sizleri karışık, içinizden muhlis ve münafıklar bilinmez, bir şekilde bırakacak değildir. İçinizden münafık olanları,

-Ya peygambere vahiyle bildirerek,

-Veya meşakkatli tekliflerle samimi mü’minlerden ayıracaktır.

Münafık olanlar, Allah yolunda mal ve canını feda etmek gibi çetin mükellefiyetlere sabredemez ve kabullenemezken, içinizden halis muhlis, samimi Müslüman olanlar, bu mükellefiyetlerin hakkını verecektir.

وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ “Allah, sizi gayba muttali kılacak da değildir.”

وَلَكِنَّ اللّهَ يَجْتَبِي مِن رُّسُلِهِ مَن يَشَاء “Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer.”

Allah sizden birine gayb ilmi verip, kalplerde olan küfre ve imana bununla muttali kılacak değildir. Lakin Allah dilediğini risaleti için seçer, Ona vahyeder ve Ona bazı gaybî şeyleri bildirir. Veya gayba delalet eden bazı emareler ortaya koyar.

فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ “O hâlde, Allah’a ve peygamberlerine iman edin.”

Öyleyse samimi bir şekilde Allaha ve elçilerine iman edin.

Veya şuna inanın ki: Gayba muttali olan sadece Allahtır. Peygamberler O’nun seçkin kulları olmakla beraber, Allah bildirmedikçe gaybı bilemezler, kendilerine vahyedilenden başkasını söyleyemezler.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre kâfirler “Muhammed bir peygamberse bizden kimin iman edip kimin kâfir olduğunu bize haber versin” dediler. Bunun üzerine ayet nazil oldu.

Bir başla rivayette ise, Süddi Hz. Peygamberin şöyle dediğini nakleder: “Ümmetim bana arzedildi, kimin iman edip kimin inkâr edeceği bana bildirildi.” Bunu duyan münafıklar “kimin iman edip kimin inkâr edeceğini bildiğini söylüyor. Biz onunlar beraberiz, ama bizim hâlimizi bilmiyor” deyince ayet nazil oldu.

وَإِن تُؤْمِنُواْ وَتَتَّقُواْ فَلَكُمْ أَجْرٌ عَظِيمٌ “Eğer iman eder ve günahlardan sakınırsanız sizin için çok büyük bir mükâfat vardır.”

Eğer hakkıyla iman eder, nifaktan sakınırsanız sizin için hatır ve hayale gelmez büyük bir mükâfat vardır.

 

180- وَلاَ يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَبْخَلُونَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ هُوَ خَيْرًا لَّهُمْ “Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar.”

بَلْ هُوَ شَرٌّ لَّهُمْ “Hayır! O kendileri için bir şerdir.”

Cimrilik, ilâhî cezayı celbettiğinden hayır değil, şerdir.

سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُواْ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Cimrilik ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır.”

Ayet, cimriliğin nasıl bir şer olduğunu beyan eder.

Hz. Peygamber şöyle bildirir: “Malının zekâtını vermeyen kimselere, Allah o malı kıyamet günü boynunda bir yılan yapar.”

وَلِلّهِ مِيرَاثُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ “Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır.”

Göklerde ve yerdekilerin birbirine miras olarak bıraktıklarının hepsi Allahındır.

Bu durumda, malıyla cimrilik yapanlara ne oluyor ki, mallarını Allah yolunda infak etmiyorlar!

Veya mana şöyle olabilir: Allah, o cimrilik yapanları helâk etmekle, ellerinde sımsıkı tuttukları ve Allah yolunda harcamadıkları mallara varis olur. O kimselere de pişmanlık ve ceza kalır.

وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ “Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”

Allah neyi men edip neyi verdiklerinizi bilir, ona göre karşılık verir.


[1> Onların hepsi iyi işler yaparlar ve günahlardan sakınırlar.

[2> Işığın zayıf ve kuvvetli halleri olması misali, imanda da mertebeler vardır. Bu zaviyeden bakıldığında iman artar ve eksilir. Ayetlerin zahirinden de anlaşılan budur. Ama iman edilecek şeyler açısından bir artış ve eksiliş söz konusu olamaz.

[3> Burada ülfetten murat, imanı artıracak durumlarla içli dışlı olmak anlamında olabilir. Mesela, dinî sohbetlerin takipçisi olan biri, iman konularına yabancı kalmaktan kurtulur. Onlarla içli dışlı olmak, imanını artırmaya sebebiyet verir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
3. Al-i İmran
Gönderi tarihi: 01-07-2011
3,006 kez okundu
Block title
Block content