47. DERS (Al-i İmran Suresi, 149 - 155) Uhud Savaşı – 3

149- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوَاْ إِن تُطِيعُواْ الَّذِينَ كَفَرُواْ يَرُدُّوكُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ فَتَنقَلِبُواْ خَاسِرِينَ “Ey iman edenler! Siz eğer kâfir olanlara uyarsanız sizi gerisin geriye (küfre) çevirirler de hüsrana uğrarsınız.”

 

Sebeb-i Nüzûl

Uhudda Müslümanlar mağlup olunca münafıklar mü’minlere “dininize ve kardeşlerinize dönünüz. Muhammed bir peygamber olsaydı öldürülmezdi” demeleri üzerine ayet nazil oldu.

Şu manaya da dikkat çekilmiştir: “Ebu Süfyan ve taraflarına karşı miskinlik arzeder ve onlardan eman almak isterseniz, onlar sizi kendi dinlerine döndürürler.”

Bununla beraber, ayetin kâfirlere itaat etmek ve onların hükümlerine uymak hususunda genel bir nehiy olduğuna da dikkat çekildi. Çünkü onlara itaat ve hükümlerine uymak, zamanla onlara benzemeye kadar götürür.

 

150- بَلِ اللّهُ مَوْلاَكُمْ “Hayır! Sizin mevlanız Allah’tır.”

وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِرِينَ “O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.

O, en hayırlı yardım eden olduğuna göre, başkasının velayeti altına girmekten ve ondan yardım istemekten müstağni kalın, tenezzül etmeyin.

 

151- سَنُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُواْ الرُّعْبَ بِمَا أَشْرَكُواْ بِاللّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا “Allah’ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmalarından dolayı, inkâr edenlerin kalplerine korku salacağız.”

Ayet, Mekke müşriklerinin kalbine Uhud savaşında atılan korkuyu anlatmaktadır. Galip geldikleri halde savaşı bıraktılar ve sebepsiz geriye döndüler. Ebu Süfyan şöyle nida etti:

“Ya Muhammed! İstersen gelecek yıl Bedir’de buluşalım!”

Hz. Peygamber, “inşaallah” dedi.

Denildi ki: Mekke müşrikleri Mekke’ye doğru döndükleri esnada pişman oldular. Geriye dönüp Müslümanları toptan imha etmeye azmettiler. Allah da onların kalbine korku bıraktı.

وَمَأْوَاهُمُ النَّارُ “Onların barınakları ateştir.”

وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِمِينَ “Zalimlerin yeri ne kötüdür!”

“Onların yeri ne kötüdür” demek yerine “zâlimlerin yeri ne kötüdür” denilmesi, hem onlara karşı bir şiddeti, hem de bu cezanın illetini beyan içindir.

 

152- وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّهُ وَعْدَهُ   “Andolsun Allah, size olan va’dini gerçekleştirdi.”

Allahın size olan zafer vaadi takva ve sabır şartı ile idi. Okçular emre muhalefet edinceye kadar Allah vaadini yerine getirmişti. Müşrikler Müslümanlara yöneldiklerinde okçular ok atıyor, diğerleri de kılıçlarıyla müşriklere vuruyordu.

Sonunda bozguna uğradılar, Müslümanlar da onların peşinden takibe başladılar.

إِذْ تَحُسُّونَهُم بِإِذْنِهِ “Hani Allah’ın izni ile onları öldürüyordunuz.”

Allahın izni ile onların hislerini ibtal ediyor, yani onları öldürüyordunuz.

حَتَّى إِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الأَمْرِ وَعَصَيْتُم مِّن بَعْدِ مَا أَرَاكُم مَّا تُحِبُّونَ “Derken Allah size sevdiğinizi (galibiyeti) gösterdikten sonra zaafa düştünüz, (Peygamber’in verdiği) emir hakkında tartışmaya kalkıştınız ve isyan ettiniz.”

Sonra korktunuz, basiretiniz köreldi.

Veya ganimete meylettiniz. Çünkü hırs, aklın zaafındandır.

“Tartışmaya kalkıştınız” ifadesinden murat, müşrikler bozguna uğradığında okçuların ihtilafıdır. Bazısı “Artık burada durmamıza lüzum yok” derken diğerleri “Peygamberin emrine muhalefet etmeyelim” dedi. Komutanları, on kişiden az askerle orada sebat etti. Diğerleri ise ganimet için aşağıya indi.

Sevip istemiş olduğunuz zafer, ganimet ve düşmanın bozguna uğramasını Allah size gösterdikten sonra, isyan ettiniz.

مِنكُم مَّن يُرِيدُ الدُّنْيَا “Kiminiz dünyayı istiyordu.”

Bunlar, ganimet için merkezi terk edenlerdir.

وَمِنكُم مَّن يُرِيدُ الآخِرَةَ  “Kiminiz de ahireti istiyordu.”

Bunlar da Hz. Peygamberin emri üzere koruma görevinde sebat edenlerdir.

ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْ “Sonra sizi denemek için onlardan geri çevirdi.”

Sonra sizin elinizi onlardan geri çekti, durum değişti, onlar size galip geldi.

Bu, Allahtan bir imtihandır. Sizi musibetlerle denedi, musibet zamanında imandaki sebatınızı ölçtü.

وَلَقَدْ عَفَا عَنكُمْ “Ve sizi bağışladı.”

Allah hem bir lütuf olarak, hem de emre muhalefetinizden pişmanlığınızı bildiği için sizi affetti.

وَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ “Allah, mü’minlere karşı çok lütufkârdır.”

Allah onlara af ile lütufta bulunur. Veya her hal ü kârda Allah mü’minlere karşı lütuf sahibidir. Bu halin onların leh ve aleyhte olması fark etmez. Çünkü bela ile müptela etmek de bir rahmettir.

 

153-  إِذْ تُصْعِدُونَ وَلاَ تَلْوُونَ عَلَى أحَدٍ “O vakit, durmadan dağa yukarı kaçıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz.”

Kimse kimse için durmuyor, beklemiyordu.

وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ فِي أُخْرَاكُمْ  “Peygamber ise, arkanızdan sizi çağırıyordu.”

Peygamber arkanızdan “Allahın kulları, bana doğru gelin! Allahın kulları bana doğru gelin! Ben Rasulallahım. Kim savaşırsa ona cennet var!” diyordu.

فَأَثَابَكُمْ غُمَّاً بِغَمٍّ “Bundan dolayı size, gam üstüne gam verdi.”

Allah da yılmanız ve isyanınızdan dolayı sizi gam üstüne gam ile cezalandırdı.

-Bir kısmının öldürülmesi,

-Bir kısmının yaralanması,

-Müşriklerin zafer kazanması,

-Hz. Peygamber hakkında yalan haber olarak “Muhammed öldü” yaygarasının koparılması gibi durumlar gamlardan bazılarıdır.

Veya mana şöyle olabilir: “Siz isyanınızla peygamberi gamlandırdınız. Allah da ceza olarak size gam verdi.”

لِّكَيْلاَ تَحْزَنُواْ عَلَى مَا فَاتَكُمْ وَلاَ مَا أَصَابَكُمْ “Ta ki elinizden kaçana ve başınıza gelene üzülmeyesiniz.”

Zor durumlarda sabra alışmanız için Allah böyle yaptı, ta ki elden kaçan faydalı bir şeye üzülmeyin.

Şöyle de denildi: Ayette geçen “lâ” harfi zaid sayılabilir. Bu durumda mana şöyle olur: “Allah size böyle gam üstüne gam verdi. Ta ki elden kaçırdığınız zafer ve ganimete ve size ceza olarak gelen yaralanma ve hezimete üzülesiniz.”

Denildi ki: “Gam üstüne gam verdi” ifadesinde zamir Hz. Peygambere de râci olabilir. Bu durumda mana şöyle olur:

“Hz. Peygamber gammı sizinle paylaştı. Sizin başınıza inen musibetlere karşı kederlendi. Siz de O’nun başına gelenden kederlendiniz. O size bir teselli olması için isyanınızdan dolayı sizi ayıplamadı. Ta ki, kaçırdığınız zafere ve başınıza gelen hezimete üzülmeyesiniz.”

وَاللّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ “Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”

Allah sizin amellerinizi de, bu amellerden maksatlarınızın ne olduğunu da bilir.

 

154- ثُمَّ أَنزَلَ عَلَيْكُم مِّن بَعْدِ الْغَمِّ أَمَنَةً نُّعَاسًا يَغْشَى طَآئِفَةً مِّنكُمْ “Sonra o gamın ardından (Allah) üzerinize içinizden bir kısmını örtüp bürüyen bir güven, hafif bir uyuklama indirdi.”

Sonra Allah üzerinize emniyet indirdi, uyuklama hâli sizi sardı. Ebu Talha bunu şöyle anlatır: “Düşmanla karşı karşıya iken bizi uyuklama hâli bürüdü. Öyle ki, bizden birinin kılıcı elinden düşüyor, sonra onu alıyordu. Tekrar düşüyor, tekrar alıyordu.”

Bu uyuklama hâli, sizden gerçek mü’minleri bürüyordu.

وَطَآئِفَةٌ قَدْ أَهَمَّتْهُمْ أَنفُسُهُمْ “Bir kısmınız da kendi canlarının kaygısına düşmüştü.”

Diğer taife, yani münafıklar ise canlarının derdine düşmüştü.

يَظُنُّونَ بِاللّهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ “Allah’a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlardı.”

Cahiliye zannı, cahiliye inancına ve insanlarına has zanna verilen isimdir.

يَقُولُونَ هَل لَّنَا مِنَ الأَمْرِ مِن شَيْءٍ “Bu işten bizim için bir şey var mı?” diyorlardı.”

Münafıklar, Hz. Peygambere “Bizim için Allahın emrettiği ve vaat ettiği yardım ve zaferden bir nasip var mı?” diyorlardı.

Denildi ki: İbnu Übey’e Hazreç oğullarından ölenler olduğu haber verdiğinde böyle söyledi. Yani, “Biz kendimizle ilgili tedbir almaktan ve kendi irademizle hareket etmekten men edildik. Bu durumda, yapılacak iş hususunda bize bir şey kalmadı.”

Veya, “Bu mağlubiyet bizden gider de, yapılacak iş hususunda bize bir şey düşer mi?”

قُلْ إِنَّ الأَمْرَ كُلَّهُ لِلَّهِ “De ki: Bütün iş Allah’ındır.”

Ey Peygamber! Sen bunlara de ki: “Gerçek galebe Allahın ve O’nun sevdiği kimselerindir. Çünkü Allahın hizbinde olanlar, işte galip olan onlardır.”

Veya “Hüküm O’na aittir. Dilediğini yapar, ne isterse hükmeder”

Bu cümle, bir cümle-i muterizadır.

يُخْفُونَ فِي أَنفُسِهِم مَّا لاَ يُبْدُونَ لَكَ “Onlar sana açıklamadıklarını içlerinde saklıyorlar.”

يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الأَمْرِ شَيْءٌ مَّا قُتِلْنَا هَاهُنَا “Diyorlar ki: Şayet bu konuda elimizde bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik.”

Bunu söylemeleri kendi içlerindendir veya kendi aralarında baş başa kaldıklarında böyle demişlerdir:

“Keşke Muhammedin vaat ettiği veya “bütün emir Allahındır ve dostlarınındır” şeklinde dava ettiği gibi, şayet emirden bir hissemiz olsaydı,

Veya şayet bizim için İbnu Übey ve başkasının nazara verdiği şekilde bir tercih ve tedbirimiz olsa, bu işe sevk edilmeseydik, onlar bize galip gelmezdi.

Veya bu savaşta bizden ölenler o zaman öldürülmezlerdi.”

قُل لَّوْ كُنتُمْ فِي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ إِلَى مَضَاجِعِهِمْ “De ki: Şayet evlerinizde olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlaka yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp gideceklerdi.”

Levh-i mahfuzda bu vakitte ölmesi yazılmış olanlar ölecekleri yere varır ve ölürlerdi. Medinede oturmak onlara bir fayda vermez ve hiçbiri kurtulamazdı. Çünkü Allah işleri kader programında takdir etti ve tedbirini yaptı. Onun hükmünü bozmaya kimsenin gücü yetmez.

وَلِيَبْتَلِيَ اللّهُ مَا فِي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحَّصَ مَا فِي قُلُوبِكُمْ “Allah (bunu) gönüllerinizin içindekini denemek ve kalplerinizdekini arındırmak için yaptı.”

Allah gönüllerinizde olanı deneyecek ve onlardaki ihlâs ve nifak gibi gizli hâlleri ortaya çıkaracaktır.

Ve kalplerinizde olanı ortaya koyacak veya vesveselerden kurtaracaktır.

وَاللّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ “Allah, gönüllerde olanı bilendir.”

Allah, gönüllerde olan gizlilikleri ortaya koymadan önce de bilendir.

Ayette vaad ve vaîd vardır. Ayrıca denemeye ihtiyacı olmadığına bir tenbih vardır. Denemesi, mü’minleri eğitmek ve münafıkların halini ortaya koymak içindir.

 

155 إِنَّ الَّذِينَ تَوَلَّوْاْ مِنكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ إِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُواْ “İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanlar var ya, şeytan bazı yaptıklarından dolayı onların ayaklarını kaydırmak istedi.”

Uhud savaşında hezimete uğrayanlar, ancak şeytanın onların ayağını kaydırmak istemesi sebebi ile bozguna uğradılar, ona uydular ve peygamberin “merkezi terk etmeyin” emrine muhalefetle, ganimet veya hayat hırsıyla günah işlediler, bunun sonucu olarak ilâhî teyidden mahrum bırakıldılar, kalplerinde kuvvet kalmadı.

Denildi ki: Şeytanın onların ayaklarını kaydırmak istemesi, onların dönüp kaçmalarıdır. Bunun sebebi, önceki bir kısım günahlarıydı. Çünkü, taat taate sevkettiği gibi, masiyet de masiyete sevkeder.

 

Denildi ki: Şeytan onlara eski günahlarını hatırlatarak ayaklarını sürçtürmek istedi. Onlar da samimi bir tevbe ve karanlıklı hallerden çıkmadan savaşa girmekten hoşlanmadılar.

 

وَلَقَدْ عَفَا اللّهُ عَنْهُمْ “Ama Allah yine de onları affetti.”

إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ “Şüphesiz Allah Ğafur’dur – Halîm’dir.”

Şüphesiz Allah günahları affeder, günaha hemen ceza vermez, tevbeye fırsat tanır.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
3. Al-i İmran
Gönderi tarihi: 17-06-2011
2,859 kez okundu
Block title
Block content