41. DERS (Al-i İmran Suresi, 81 - 91) Tevhid Yolu

81- وَإِذْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّيْنَ لَمَا آتَيْتُكُم مِّن كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءكُمْ رَسُولٌ مُّصَدِّقٌ لِّمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهِ وَلَتَنصُرُنَّهُ

 

“Hani, Allah peygamberlerden, “Andolsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra, elinizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz” diye söz almıştı.”

Denildi ki: Ayet, zâhirine göredir. Peygamberlerle ilgili hüküm böyle olunca, ümmetler de evleviyetle aynı hükme tâbidirler.

Denildi ki: Manası şöyledir: Allah-u Teâlâ peygamberlerden ve ümmetlerden söz aldı. Ama peygamberleri zikredince ümmetleri zikirden istiğna gösterdi.

Denildi ki: Mana şöyledir: Allah peygamberlerden ümmetlerine bildirmek üzere şöyle söz aldı.

Denildi ki: Ayetten murat: “Allah peygamber çocuklarından şöyle söz aldı.” Onlar da İsrailoğulları’dır.

Veya onlara “nebiler” demesi onlarla ince bir alaydır. Çünkü onlar şöyle diyorlardı: Biz nübüvvete Muhammedden daha evla’yız, çünkü biz ehl-i kitabız, peygamberler bizdendi.

 

قَالَ أَأَقْرَرْتُمْ وَأَخَذْتُمْ عَلَى ذَلِكُمْ إِصْرِي “Bunu kabul ettiniz mi; verdiğim bu ağır görevi üstlendiniz mi?” demişti.”

قَالُواْ أَقْرَرْنَا “Onlar, “Kabul ettik” dediler.”

قَالَ فَاشْهَدُواْ وَأَنَاْ مَعَكُم مِّنَ الشَّاهِدِينَ Allah da, “Öyleyse şahid olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım” dedi.”

Birbirinize ikrar hususunda şahit olun. Ben de sizin ikrarınıza ve birbirinize şahit olmanıza şahidim.

Denildi ki, hitap melekleredir.

“Ben de sizinle beraber şahit olanlardanım” ifadesi bir te’kiddir ve çok büyük bir sakındırmadır.

 

82- فَمَن تَوَلَّى بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ “Artık bundan sonra her kim dönerse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.”

Artık kim ikrar ve şehadetle alakalı alınan misak (kuvvetli söz) ve yapılan te’kidden sonra yüz çevirirse, işte onlar inatçı kâfirlerdir.

 

83- أَفَغَيْرَ دِينِ اللّهِ يَبْغُونَ “Onlar, Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar?”

وَلَهُ أَسْلَمَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا “Hâlbuki göklerde ve yerde kim varsa, hepsi ister istemez O’na boyun eğmiştir.”

وَإِلَيْهِ يُرْجَعُونَ “Ve hepsi O’na döndürülürler.”

İnsanlardan isteyerek hakka teslim olanlar, tefekkürle ve delile tâbi olarak Allahın dinine girenlerdir. Kerhen, yani istemeyerek ise, kılıç korkusuyla veya üzerlerine dağın kaldırılması, suda boğulma anı, ölümün yaklaştığı zaman gibi dine teslime zorlayıcı durumları görüp dine girenlerdir.

Veya isteyerek hakka teslim olanlar melekler ve Müslümanlardır.

İstemeyerek boyun eğenler ise, kâfirlerdir. Çünkü onlar kendileri hakkında verilen hükmü engellemeye güç yetiremezler.

 

84- قُلْ آمَنَّا بِاللّهِ وَمَا أُنزِلَ عَلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَالأَسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَالنَّبِيُّونَ مِن رَّبِّهِمْ

 

“De ki: “Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere iman ettik.”

لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ “Biz (peygamberlik noktasında) onlar arasında bir ayrım yapmayız.”

Hz. Peygambere, hem kendisi, hem de tâbi olanlar namına imanlarını haber vermesi için bir emirdir.

Ayette “bize indirilene ve diğerlerine indirilene iman ettik” derken önce Kur’anın nazara verilmesi, onun diğerlerini de tanıtması ve onlara miyar olduğu içindir.

وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ “Ve biz O’na teslim olmuşuz.”

Biz O’na boyun eğmiş, Ona ibadette muhlis kimseleriz.

 

85- وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan asla kabul edilmeyecek.”

Burada “İslam”dan murat, tevhid ve Allahın hükmüne boyun eğmektir.

وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ “Ve o ahirette hüsrana uğrayanlardandır.”

İslâmdan yüz çeviren ve başkasını arayan faydalı olanı kaybeder ve hüsrana düşer. Çünkü Allah insanları belli bir fıtratla yaratmışken, o kimse bu selim fıtratı kaybeder.

 

86- كَيْفَ يَهْدِي اللّهُ قَوْمًا كَفَرُواْ بَعْدَ إِيمَانِهِمْ وَشَهِدُواْ أَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَاءهُمُ الْبَيِّنَاتُ “İman ettikten, Peygamberin hak olduğuna şahitlik ettikten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra inkâr eden bir toplumu Allah nasıl doğru yola eriştirir?”

Ayet, Allahın onlara hidayet etmesinin uzaklığını nazara vermektedir. Çünkü hakkı bildikten sonra ondan sapan ve dalalete her şeyiyle dalan kimse, doğru yoldan çok uzaktır.

Bu ayete dayanarak mürtedin tevbesinin kabul edilmeyeceğini söyleyenler de oldu.[1>

وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ “Allah, zalim toplumu doğru yola iletmez.”

Allah, tefekkürü ihlâl ile nefislerine zulmedenlere hidayet etmez.

 

87- أُوْلَئِكَ جَزَآؤُهُمْ أَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّهِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ “İşte onların cezası; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetinin üzerlerine olmasıdır.”

Ayet, onlara lanetin cevazına delalet eder. Mefhum-u muhalif ile de onlardan başkasına lanetin cevazını nefyeder. Onlarla diğerleri arasında fark şudur: Onlar, küfrü kendi tabiatları hâline getirmişlerdir. Hidayetten men olunmuş kimselerdir, diğerlerinin hilafına rahmetten tümüyle ümit kesik hâle gelmişlerdir.

Ayette “insanların lânetinin üzerlerine olmasıdır” denilirken, bahsi geçen insanlar mü’minlerdir.

Ama bütün insanlar da olabilir. Çünkü kâfir de hakkı inkâr eden, haktan dönene lanet eder. Lakin kendisi hakkı bizzat bilmeyebilir.

 

88- خَالِدِينَ فِيهَا “Onlar onda daimidirler.”

“Onlar onda daimidirler” derken, buradaki zamir

-Lanete raci olabilir.

-Her ne kadar önceden zikredilmese de, kelâmın delâlet etmesi hasebiyle ceza ve cehennem ateşinde daimiliği de ifade edebilir.

لاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ “Azap onlardan hafifletilmez.”

وَلاَ هُمْ يُنظَرُونَ “Ve onlara mühlet de verilmez.”

 

89- إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ مِن بَعْدِ ذَلِكَ وَأَصْلَحُواْ “Ancak bundan sonra tövbe edip kendini düzeltenler başka.”

Ancak irtidattan (dinden döndükten) sonra tövbe edenler ve bozduklarını düzeltenler müstesna.

فَإِنَّ الله غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Şüphesiz ki Allah Gafur’dur – Rahîm’dir.”

Allah Ğafur’dur, tevbeyi kabul eder. Rahim’dir, lütufta bulunur.

 

Sebeb-i Nüzûl

Denildi ki: Ayet Haris bin Süveyd hakkında nazil oldu. İrtidad etmişti, ama yaptığına pişman oldu. Kavmine haber gönderdi: “Sorun bakalım, benim için bir tevbe imkânı var mı?” dedi. Bunun üzerine, kardeşi Cellas üstteki ayeti gönderdi. O da Medineye geldi ve tevbe etti.

 

90- إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بَعْدَ إِيمَانِهِمْ ثُمَّ ازْدَادُواْ كُفْرًا لَّن تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْ “Şüphesiz iman ettikten sonra inkâr eden, sonra da küfürde ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir.”

Buna misal Yahudiler olabilir. Hz. Musa’ya ve Tevrat’a inanmışlardı. Ama Hz. İsa’yı ve İncili inkâr ettiler. Sonra Hz. Muhammedi ve Kur’anı inkâr ile küfürlerini artırdılar.

Veya şöyle de olabilir: Hz. Peygamber gönderilmezden önce gıyabî olarak O’na inanıyorlardı, ama geldiğinde inkâr ettiler.

Sonra,

-Israr,

-İnad,

-O’nu tenkit etmek,

-İmandan alıkoymaya çalışmak

-Ahdi bozmak sûretiyle küfürlerini artırdılar.

Şöyle bir kavim de ayetin şümulüne girer: Dinden dönüp Mekke’ye iltihak ederler, ardından “Muhammed’in ölüp gitmesini istiyoruz” diyerek veya “O’na döneriz, “iman ettik” diyerek münafıklık yaparız” diyerek küfürlerini artırırlar.

“Tevbeleri asla kabul edilmeyecektir” denilmesi şöyle anlaşılabilir:

- Çünkü onlar zaten tevbe etmezler.

- Veya tevbe etseler bile ölmek üzereyken bunu yaparlar.

Böylece ayette onların tevbe etmemeleri, tevbelerinin kabul edilmemesiyle kinaye yollu anlatıldı. Bu anlatımda, onlara sertlik gösterilmesi ve rahmetten ümit kesik kimsenin haliyle hallerinin gösterilmesi vardır.

Veya onların tövbesi ancak irtidadları ve küfürlerinin artması için münafıkane olduğundan, ayette böyle denilmiştir.

 

وَأُوْلَئِكَ هُمُ الضَّآلُّونَ “İşte onlar yoldan sapanların ta kendileridir.”

Onlar, dalalet üzere sebat edenlerin ta kendileridir.

 

91- إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَمَاتُواْ وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَن يُقْبَلَ مِنْ أَحَدِهِم مِّلْءُ الأرْضِ ذَهَبًا وَلَوِ افْتَدَى بِهِ “Şüphesiz inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, böyle birisi dünya dolusu altını fidye verse bile kendisinden asla kabul edilmez.”

Ayette şöyle bir mana da olabilir: Onlardan biri dünyada iken ahiretteki azaptan kurtulmak için dünya dolusu altın vermiş de olsa, küfür üzere öldüğü için kurtulamaz.

أُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Onlar için elîm bir azap vardır.”

Ayetin bu kısmı, onları gayet etkili bir şekilde sakındırır ve ümitlerini keser. Çünkü kendisinden fidye kabul edilmeyen biri, bir ikram olarak affedilme ümidi taşıyabilir. “Onlar için elîm bir azap vardır” ifadesiyle bu kapı da kendilerine kapatılmıştır.

وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ “Ve onlara hiçbir yardımcı da yoktur.”

Azabın definde onlar için hiçbir yardımcı da yoktur.


[1> Mürted, İslâm’dan dönene verilen isimdir. Her ne kadar ayetin ifadesinden ilk bakışta “mürtedin tevbesi artık kabul edilmez” şeklinde bir mana zihne gelebilirse de, son ana kadar tevbe kapısı açıktır.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
3. Al-i İmran
Gönderi tarihi: 06-05-2011
3,676 kez okundu
Block title
Block content