44. DERS (Al-i İmran Suresi, 110 - 120) Ehl-i İman ve Ehl-i Kitab

110- كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ (Ey Ümmet-i Muhammed) Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.”

Ayet, onların geçmişte hayırlı olmasına delalet eder, sonradan arız olan bir durum sebebiyle bu hâlin kesilmesine ise delâleti yoktur. Benzeri bir durumu “Şüphesiz ki Allah Ğafur – Rahîm’dir.” (Nisa, 23) gibi ayetlerde görürüz.34

Ayete şöyle de mana verilebilir: “Sizler, Allahın ilminde veya levh-i mahfuzda veya geçmiş milletler arasında en hayırlı bir ümmetsiniz.”

تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ “İyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah’a iman edersiniz.”

Burada “Allaha iman edersiniz” ifadesi, iman edilmesi gerekenlerin tamamına iman etmeyi tazammun eder. Çünkü Allaha iman, iman edilmesi istenenlerin hepsine inanmakla gerçek bir iman olur, bir kıymet ifade eder.

“Allaha iman edersiniz” ifadesinin hakkı aslında “iyiliği emredersiniz ve kötülükten sakındırırsınız” ifadesinden öncedir. Burada sonra getirilmesi, onların Allaha inanarak, O’nu tasdik ederek ve dinini hâkim kılmak gayesiyle böyle yaptıklarına delalet etmek içindir.

Bu ayetle icmanın hüccet olmasına delil getirildi. Zira, ayet onların her iyiliği emretmelerini ve her kötülükten sakındırmalarını gerektirir. Çünkü marûf ve münker kelimelerindeki elif-lâm istiğrak içindir, iyilik ve kötülüğün bütününü içine alır. Şayet onlar batıl bir şeyde icma’ etselerdi, durumları buna aykırı olurdu.

وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم “Şayet ehl-i kitap da iman etselerdi elbette kendileri için hayırlı olurdu.”

Şayet ehl-i kitap gereği gibi iman etselerdi, bu iman onlar hakkında şimdiki hallerinden daha hayırlı olurdu.

مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ “Onlardan mü’min olanlar var.”

Onlar içinden Abdullah Bin Selâm ve arkadaşları gibi iman edenler vardır.

وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ “Ama çoğu fasık kimselerdir.”

Ama onların ekserisi küfürde inatçıdırlar.

 

111- لَن يَضُرُّوكُمْ إِلاَّ أَذًى “Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler.”

Onlar size ancak tenkid ve tehdid gibi az bir zarar verirler.

وَإِن يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الأَدُبَارَ “Eğer sizinle savaşmaya kalkışsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar.”

Şayet sizinle savaşsalar hezimete uğrarlar, sizi öldürmek ve esir etmek tarzında zarar veremezler.

ثُمَّ لاَ يُنصَرُونَ “Sonra kendilerine yardım da edilmez.”

Sonra da hiç kimse size karşı onlara yardım edemez veya sizin onları cezalandırmanıza engel olamaz.

Ayet, onların sözlü sataşma dışında bir zarar vermelerini nefyetti ve şayet savaşsalar mağlup olacaklarını anlattı. Ardından da akıbetlerinin acz ve başarısızlık olacağını haber verdi.

Bu ayet, vakıaya muvafık gaybî haberlerdendir. Çünkü Hz. Peygamber devrindeki Kurayza, Nadîr, Benî Kaynuka ve Hayber Yahudilerinin hâli, ayette anlatıldığı hâl üzere olmuştur.

 

112- ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ أَيْنَ مَا ثُقِفُواْ “Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine zillet damgası vuruldu.”

وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الْمَسْكَنَةُ “Ve üzerlerine meskenet damgası vuruldu.”

Ayette bahsedilen zillet halleri

-Can, mal ve ehillerinin heder edilmesi,

-Batıla sarılmaları,

-Cizye ödemeye mahkum olmaları gibi durumlardır.

إِلاَّ بِحَبْلٍ مِّنْ اللّهِ وَحَبْلٍ مِّنَ النَّاسِ “Meğer ki Allah’tan bir ipe ve insanlardan bir ipe sığınmış olsunlar.”

وَبَآؤُوا بِغَضَبٍ مِّنَ اللّهِ “Onlar Allah’ın gadabına uğradılar.”

O meskenet hâli, bir evin içindekileri kuşatması gibi kendilerini kuşatmıştır. Yahudiler çoğu hâlde fakir ve miskindirler.

ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُواْ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ الأَنبِيَاء بِغَيْرِ حَقٍّ “Çünkü onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı.”

“İşte bu” ifadesi, onların zillet, meskenet ve Allahın gadabına maruz kalmalarına işaret eder.

Peygamberleri öldürmeleri nazara verilirken, “haksız yere” denilmesi, kendi itikadlarına göre de onları öldürmeye bir hakları olmadığına delâlet içindir. Yoksa bir peygamberin haklı bir sebeple öldürülmesi söz konusu olamaz.

ذَلِكَ بِمَا عَصَوا وَّكَانُواْ يَعْتَدُونَ “Çünkü, isyan etmişlerdi ve haddi aşıyorlardı.”

Yani, Allahın ayetlerini inkâr etmeleri ve peygamberleri öldürmeleri, onların isyanı ve Allahın koyduğu sınırları aşmaları sebebi iledir. Çünkü küçük günahlarda ısrar, büyük günahlara yol açar, büyük günahlara devam ise küfre kadar götürür.

Denildi ki: Ayetin manası şöyle de olabilir: Dünyada maruz kaldıkları zillet ve ahirette maruz kalacakları gadap, ilâhî ayetleri inkâr ve peygamberleri öldürmek yüzünden olduğu gibi, aynı zamanda isyanları ve haddi aşmaları yüzündendir. Çünkü onlar, dinin füruatıyla da muhataptırlar, onlardan da sorumludurlar.

 

113- لَيْسُواْ سَوَاء “Onların hepsi bir değildir.”

“Onlar kötülükte aynı değillerdir.”

“Onlar” dan murat ehl-i kitaptır.

مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ أُمَّةٌ قَآئِمَةٌ “Ehl-i kitap içinde istikametli bir topluluk vardır.”

يَتْلُونَ آيَاتِ اللّهِ آنَاء اللَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ “Bunlar gece boyunca Allah’ın âyetlerini okurlar, secdeye varırlar.”

İstikamet üzere olan bu kimseler, onlardan İslâma girenlerdir.

Onlar teheccütlerinde Kur’an okurlar. Bunu, gece saatlerinde secde ile beraber okumak şeklinde ifade etmek, onları daha açık ve daha etkin bir şekilde methetmek içindir.

Denildi ki: Bundan murat yatsı namazıdır. Çünkü ehl-i kitab yatsı vaktinde namaz kılmazdı. Rivayete göre Hz. Peygamber bir defasında yatsı namazını biraz tehir etmişti. Sonra çıktığında insanların kendisini beklediğini gördü. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Bu saatte sizden başka din mensuplarının Allah’ı anması söz konusu değildir.”

 

114- يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ “Onlar, Allah’a ve ahiret gününe iman ederler.”

وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ “İyiliği emrederler, kötülükten men ederler.”

وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ “Hayırlı işlerde birbirleriyle yarışırlar.”

Bunlar, ehl-i kitaptan İslâma girmiş olan seçkin kimselerin diğer sıfatlardır. Bu sıfatlar, Yahudilerde olmayan özelliklerdir. Çünkü onlar,

-Haktan sapmışlardır.

-Gece ibadetleri yoktur.

-Allaha şirk koşmuşlardır.

-Allahın sıfatlarında hata etmişlerdir.

-Ahireti, gerçekte olduğundan farklı anlatmışlardır.

-Amellerini riyakârane yaparlar.

-Hayırlı işlerde ağırdan alırlar.

وَأُوْلَئِكَ مِنَ الصَّالِحِينَ “İşte onlar salihlerdendir.”

Üstteki iki ayette anlatılan özellikleri taşıyanlar, Allah nezdinde hâlleri iyi olan ve O’nun rızasına ve senasına hak kazanan kimselerdendir.

 

115- وَمَا يَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ فَلَن يُكْفَرُوْهُ “Onlar ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır.”

Onlar hayır olarak ne yaparlarsa, bunların hiçbiri asla zâyi olmaz ve sevabından bir şey eksiltilmez.

وَاللّهُ عَلِيمٌ بِالْمُتَّقِينَ “Allah, muttakileri bilendir.”

Ayet, onlara bir müjdedir ve takvanın hayrın ve güzel amelin başlangıcı olduğunu, Allah nezdinde kurtulanların takva ehli kimseler olduğunu hissettirmektedir.

 

116- إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَن تُغْنِيَ عَنْهُمْ أَمْوَالُهُمْ وَلاَ أَوْلاَدُهُم مِّنَ اللّهِ شَيْئًا “İnkâr edenlerin malları da ve evlatları da Allah’a karşı onlara bir fayda sağlamaz.”

وَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ “İşte onlar cehennem ehlidirler.”

هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ “Onlar orada daimîdirler.”

 

117- مَثَلُ مَا يُنفِقُونَ فِي هِذِهِ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ رِيحٍ فِيهَا صِرٌّ أَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُواْ أَنفُسَهُمْ فَأَهْلَكَتْهُ “Onların bu dünya hayatında harcadıklarının durumu, nefislerine zulmeden bir kavmin ekinlerini, kavurucu ve soğuk bir rüzgârın vurup mahvetmesi gibidir.”

O müşriklerin Allaha yakınlık, birbirine karşı gururlanmak ve şöhret saikasıyla veya münafıkların riya ve korku sebebiyle şu dünya hayatında infak ettikleri şuna benzer:

Şiddetli bir ayaz var. Bu ayaz, küfür ve günahla nefsine zulmeden bir kavmin mahsulüne isabet etmiş, bir ceza olarak o mahsulü yok etmiştir.

Ayette “nefislerine zulmeden bir kavme” böyle bir cezanın geldiği nazara veriliyor. Çünkü gadap sonucu helâk etmek, çok daha çetindir.

Ayet, kâfirlerin infakının/ harcamalarının zâyi olup gitmesini, kâfirlerin ekinine gelen soğuk bir rüzgârın o ekini tamamen yok etmesiyle anlatır. Öyle ki dünyada da ahirette de bundan bir fayda görmeyeceklerdir.

Ayette teşbih-i mürekkep vardır.

وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّهُ وَلَكِنْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ “Allah, onlara zulmetmedi, ama onlar kendi kendilerine zulmediyorlar.”

Allah onların harcamalarını boşa çıkarmakla onlara zulmetmedi, lakin onlar işe yarar şeylerde harcama yapmadıklarından kendilerine zulmettiler.

Veya Allah o mahsul sahiplerinin mahsulünü yok etmekle onlara zulmetmedi, lakin onlar cezayı netice verecek şeyleri yapmakla kendilerine zulmettiler.

 

118- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ بِطَانَةً مِّن دُونِكُمْ “Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan bir sırdaş edinmeyin.”

Ayet metnindeki “Bitane”, kelime anlamıyla elbisenin astarına verilen isimdir, kendisine güven sebebiyle kişinin sırlarını paylaştığı kimse için mecazen kullanılır. Nitekim Hz. Peygamber (asm) “Ensar iç elbise, diğer insanlar ise dış elbise gibidir” diyerek Medineli Müslümanlara olan güvenini ifade etmiştir.

Ayet, gayr-i Müslimlerle sırları paylaşmayı yasaklamaktadır.

لاَ يَأْلُونَكُمْ خَبَالاً “Onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar.”

Onlar size fesat çıkarmakta hiç de kusur etmezler.

وَدُّواْ مَا عَنِتُّمْ “Hep sıkıntıya düşmenizi isterdiler.”

Onlar sizin çok zarar görmenizi ve meşakkat çekmenizi temenni ederler.

قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاء مِنْ أَفْوَاهِهِمْ “Onların kinleri ağızlarından ortaya çıkmıştır.”

Size olan aşırı kinleri sebebiyle kendilerini tutamazlar, düşmanlıkları sözlerine yansır.

وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ “Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür.”

قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الآيَاتِ إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ “Eğer aklınızı kullanırsanız âyetleri size açıkladık.”

Biz size ihlâsın vücubuna, mü’minleri dost edinmeye ve kâfirlere düşman olmaya delâlet eden ayetleri açık bir şekilde beyan ettik.

Ayette dört cümle gayr-ı müslimleri dost edinmenin yasak olmasının gerekçesini açıklamak için geldi. İlk üçünün “bitâne” (sırdaş) için sıfatlar olması da caizdir.

 

119- هَاأَنتُمْ أُوْلاء تُحِبُّونَهُمْ وَلاَ يُحِبُّونَكُمْ “İşte siz öyle kimselersiniz ki onları seversiniz, onlar ise sizi sevmezler.”

Ayet, Müslümanların onları sevmedeki hatasını beyan eder.

وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهِ “Ve siz kitabın hepsine inanırsınız.”

Yani, onlar, siz onların kitabına da inandığınız hâlde yine de sizi sevmezler.

Öyleyse, onlar sizin kitabınıza inanmadıkları hâlde ne diye onları seviyorsunuz?

Ayette “onlar kendi batıl yollarında, sizin hak yolda gösterdiğiniz salâbetten daha tavizsizdirler” şeklinde bir kınama vardır.

وَإِذَا لَقُوكُمْ قَالُواْ آمَنَّا “Onlar sizinle karşılaştıkları zaman ‘amenna’ derler.”

Onların ehl-i imana “amenna” yani “iman ettik” deyişleri münafıkâne ve aldatma gayesi iledir.

وَإِذَا خَلَوْاْ عَضُّواْ عَلَيْكُمُ الأَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ “Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar.”

قُلْ مُوتُواْ بِغَيْظِكُمْ “De ki: Öfkenizden ölün!”

Bu ifade, onlara bir bedduadır.

İslâm’ın ve Müslümanların gücünün gittikçe artmasıyla kinlerinin de artıp, kederlerinden ölmelerini ifade eder.

إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ “Şüphesiz Allah, kalplerde olanı bilendir.”

Dolayısıyla onların içindeki buğzu ve kini de bilmektedir.

Bu ifade onlara söylenen sözün devamı olabilir. Yani, onlara de ki: “Şüphesiz Allah gizlemiş olduğunuz “öfkeden parmakları yemenizden” daha gizli şeyleri de bilir.”

Veya onlara söylenenden hariç de olabilir. Yani, “Bunu onlara söyle ve Seni onların sırlarına muttali kılmama şaşma. Çünkü ben, onların içlerinde sakladıkları en gizli şeyleri de bilirim.”

 

120- إِن تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ “Size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer.”

وَإِن تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُواْ بِهَا “Başınıza bir kötülük gelse, ona sevinirler.”

Ayet, onların düşmanlıklarının ne derece ileri olduğunu beyan eder. Müslümanların nail oldukları her türlü hayır ve menfaate haset etmekte, onlara gelen her türlü zarar ve meşakkatten ise hoşlanmaktadırlar.

وَإِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ لاَ يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا “Eğer siz sabrederseniz ve korunursanız, onların hileleri size hiçbir zarar vermez.”

-Onların düşmanlıklarına veya zor mükellefiyetlerine sabrederseniz,

-Onlara dostluktan veya genel anlamda Allahın haram kıldıklarından sakınırsanız,

Allahın sabredenlere ve sakınanlara vaat etmiş olduğu lütfu ve koruması sayesinde, onların hilesi size herhangi bir şekilde zarar vermez.

Şu da düşünülebilir: Bir işte ciddi olan, tedbir ve sabırda deneyimli olan kimse hasmına karşı fevrî hareket etmez, böylece onun oyununa gelmemiş olur.

إِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ “Çünkü Allah onların işlediklerini kuşatmıştır.”

Allah, onların size olan düşmanlıklarını bilir ve buna göre ceza verir.

Keza O’nun ilmi sizin sabrınızı ve sakınmanızı da, başka hallerinizi de kuşatmıştır, ona göre size layık olan karşılığı verir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
3. Al-i İmran
Gönderi tarihi: 27-05-2011
3,054 kez okundu
Block title
Block content