64- قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ “De ki: Ey ehl-i kitap!”
İfade, hem Yahudi hem de Hıristiyanları içine alır. Bundan muradın Necran heyeti veya Medine Yahudileri olduğu söylendi.[1>
تَعَالَوْاْ إِلَى كَلَمَةٍ سَوَاء بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ “Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin:”
أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللّهَ “Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim.”
Sadece O’na ibadet edelim, ibadetimizi Allah için yapalım.
وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا “O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım.”
Ondan başkasını ibadete layık kılmada O’na şerik yapmayalım, o şeyi ibadete ehil görmeyelim.
وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ “Ve Allah’ı bırakıp da bazımız bazımızı rabler edinmesin.”
“Üzeyir Allahın oğludur”, “İsa Allahın oğludur” demeyelim. Haram ve helal hususunda ruhbanların sonradan çıkardıklarına itaat etmeyelim. Çünkü onlar da bizim gibi beşerdirler.
Rivayete göre “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp hahamlarını; (Hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler.” (Tevbe, 31) ayeti nazil olunca Adiy bin Hatem şöyle dedi: “Biz onlara tapmıyorduk ya Rasulallah.”
Hz. Peygamber “Onlar size bazı şeyleri helal, bazı şeyleri de haram kılıp siz de onların sözüne göre hareket etmiyor muydunuz?” dedi.
Adiy “evet” deyince “İşte, ayetin anlattığı budur” buyurdu.
فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُولُواْ اشْهَدُواْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ “Eğer onlar yüz çevirirlerse, deyin ki: Şahit olun biz Müslümanlarız.”
“Yüz çevirmekten murat, tevhidden yüz çevirmeleridir.
65- يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَآجُّونَ فِي إِبْرَاهِيم “Ey kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz?”
وَمَا أُنزِلَتِ التَّورَاةُ وَالإنجِيلُ إِلاَّ مِن بَعْدِهِ “Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir.”
Sebeb-i Nüzûl
Yahudi ve Hıristiyanlar Hz. İbrahim hakkında birbirleriyle çekiştiler. Her bir fırka, O’nun kendilerinden olduğunu iddia etti. Bunun üzerine Hz. Peygambere müracaat ettiler, üstteki ayet nazil oldu. Yani, Yahudilik ve Hıristiyanlık Hz. Musa ve Hz. İsa’ya Tevrat ve İncilin inmesiyle meydana gelen iki dindir. Hâlbuki Hz. İbrahim Hz. Musa’dan bin ve Hz. İsa’dan da iki bin yıl önce idi. Nasıl olur da bu dinlere mensup olabilir?
أَفَلاَ تَعْقِلُونَ “Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız?”
Aklınızı kullanıp da muhal (imkânsız) olan bir şeyi bırakmaz mısınız?
66- هَاأَنتُمْ هَؤُلاء حَاجَجْتُمْ فِيمَا لَكُم بِهِ عِلمٌ “İşte siz böyle kimselersiniz! Biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız.”
فَلِمَ تُحَآجُّونَ فِيمَا لَيْسَ لَكُم بِهِ عِلْمٌ “Peki, hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz?”
Ayetteki اَه “ha” tenbih harfidir. Bununla göz ardı ettikleri hallerine uyarıda bulunuldu. Yani, işte sizler böyle ahmak kimselersiniz. Ahmaklığınızın beyanına gelince: Haydi diyelim ki bir inatla Tevrat ve İncilde bilgisini bulduğunuz veya olduğunu iddia ettiğiniz meselelerde mücadeleye giriştiniz. Ama ne diye hiç bilginizin olmadığı, kitabınızda da zikri geçmeyen Hz. İbrahim’in dini hakkında mücadele ediyorsunuz?
وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُون “Allah bilir, siz bilmezsiniz.” Allah tartıştığınız meseleleri bilir, siz ise onlardan cahilsiniz.
67- مَا كَانَ إِبْرَاهِيمُ يَهُودِيًّا وَلاَ نَصْرَانِيًّا “İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hristiyandı.”
وَلَكِن كَانَ حَنِيفًا مُّسْلِمًا “Fakat O, hanif bir müslimdi.”
O, batıl akaidden uzak, Allaha boyun eğmiş biri idi.
وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِين “Ve, müşriklerden değildi.”
Ayette onların müşrik olduklarına bir tariz vardır. Çünkü Hz. Üzeyri ve Hz. İsayı bir nevi şerik yapmışlardı. Ayrıca müşriklerin “biz İbrahim milleti üzereyiz” demelerine de bir red söz konusudur.
Tenbih: Bu kıssada gözetilen irşattaki belağat ve kademe kademe delil getirmekteki güzelliğe bak. Önce Hz. İsanın halleri ve ondan görülen ulûhiyete aykırı tavırları beyan etti.
Sonra onların düğümlerini açan ve şüphelerini izale eden meseleleri zikretti.
Onların inadını ve dik kafalılığını görünce onları bir nevi i’caz ve mübaheleye, yani karşılıklı lanetleşmeye çağırdı.
Buna yanaşmayıp bir derece boyun eğdiklerinde onlara irşada döndü ve daha kolay bir yol izledi. Onları Hz. İsanın ve İncilin, diğer peygamberler ve kitapların muvafakat ettiği esaslara çağırdı.
Ardından bundan da bir sonuç alınmadığını, ayet ve uyarıların onlara bir fayda vermediğini görünce onlardan yüz çevirip şöyle dedi:
“Eğer onlar yüz çevirirlerse, deyin ki: Şahit olun biz Müslümanlarız.” (Âl-i İmran, 64)
68- إِنَّ أَوْلَى النَّاسِ بِإِبْرَاهِيمَ لَلَّذِينَ اتَّبَعُوهُ وَهَذَا النَّبِيُّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ “Doğrusu insanların İbrahim’e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber ve mü’minlerdir.”
Ayette geçen “evla” yakın anlamındaki “veli” kelimesinden gelir. Yani, Hz. İbrahime en has ve en yakın olanlar O’nun ümmetinden olup O’na uyanlar ve bu peygamber ve Onunla beraber iman edenlerdir.
Çünkü bildirilen hükümlerin çoğunda, Hz. İbrahimle muvafakat hâlindedirler.
وَاللّهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنِينَ “Ve Allah mü’minlerin dostudur.”
Onlara yardım eder, imanlarından dolayı en güzel bir şekilde mükâfatlandırır.
69- وَدَّت طَّآئِفَةٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْ “Ehl-i Kitaptan bir grup sizi saptırmak istediler.”
Sebeb-i Nüzûl
Yahudiler, Huzeyfe, Ammar ve Muazı Yahudiliğe çağırmışlardı. Ayet, bu münasebetle indi.
وَمَا يُضِلُّونَ إِلاَّ أَنفُسَهُمْ “Hâlbuki sırf kendilerini saptırırlar.”
Bu saptırmaları ancak kendilerine döner, bunun vebalini ancak kendileri çeker. Çünkü bu hareketleriyle azaplarını kat kat artırmış olurlar.
وَمَا يَشْعُرُونَ “Ama farkında değiller.”
Ama onlar bunun yükünü ve zararın kendilerine döneceğinin şuurunda değiller.
70- يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَأَنتُمْ تَشْهَدُونَ “Ey ehl-i kitap! Gerçeği gördüğünüz halde, niçin Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorsunuz?”
Tevrat ve İncilin söylediği ve Hz. Muhammed’in (asm) nübüvvetine delil olan ayetleri niye inkâr ediyorsunuz.
Hâlbuki siz bunların Allahın ayetleri olduğuna şehadet ediyorsunuz.
Veya mana şöyle olabilir: “Ey ehl-i kitap! Siz hem Tevrat hem de İncilde özelliğini gördüğünüz halde niye Kur’anı inkar ediyorsunuz?”
Veya mu’cizelerin hak olduğunu bildiğiniz halde, bu ilâhî ayetleri/ mu’cizeleri niye inkâr ediyorsunuz.
71- يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ “Ey ehl-i kitap! Niçin hakkı batıla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?”
Hakkı batıla karıştırmak
-Tahrif yoluyla,
-Batılı hak sûretinde ibraz etmek sûretiyle,
-Veya ikisi arasında iyi bir temyiz yapmamakla olur.
Bile bile hakkı gizlemek, Hz. Peygamberin nübüvvetini ve özelliklerini gizlemek gibi durumlardır.
72- وَقَالَت طَّآئِفَةٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ آمِنُواْ بِالَّذِيَ أُنزِلَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْفُرُواْ آخِرَهُ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ “Ehl-i kitaptan bir grup şöyle dedi: Mü’minlere indirilene günün başlangıcında inanın, sonunda da inkâr edin, ola ki onlar da dönerler.”
Yani, günün evvelinde iman izhar edin, ama günün sonunda da inkâr edin. Olur ki, böylece mü’minleri dinleri hakkında şüpheye düşürürsünüz. Gördüğünüz mahzurlu şeyler sebebiyle döndüğünüzü zannederler.
Sebeb-i Nüzûl
Ayette ifade edilen “kitap ehlinden bir taife” Ka’b Bin Eşref ve Malik Bin Sayf’tır. Bunlar kıble Mescid-i Aksadan Mescid-i Harama çevrilince arkadaşlarına dediler: Onların Kabeye doğru namaz kılmalarına önce iman edin, günün evvelinde siz de Ka’beye doğru namaz kılın. Sonra, günün sonunda Kudüse doğru namaz kılın. Olur ki “onlar bu meseleyi bizden daha iyi bilirler, onlar döndü, biz de dönelim” derler.
Ayetin Hayber hahamlarından oniki kişi hakkında indiği de rivayet edilir. Bunlar kendi aralarında günün evvelinde İslâma girmek ve sonunda “Kitabımıza baktık, âlimlerimize danıştık, Muhammedi Tevratta anlatıldığı sıfat üzere bulmadık” demek hususunda anlaştılar. Niyetleri Hz. Peygamberin ashabını O’nun hakkında şüpheye düşürmek idi.
73- وَلاَ تُؤْمِنُواْ إِلاَّ لِمَن تَبِعَ دِينَكُمْ “Ve kendi dininize uyanlardan başkasına inanmayın.”
Kalben tasdik ile ancak kendi dininizden olanları ikrar edin.
Veya günün evvelinde imanınızı ancak sizin dininiz üzere olanlara izhar ediniz. Çünkü onların dönmesi daha ziyade umulur ve daha ehemmiyetlidir.
قُلْ إِنَّ الْهُدَى هُدَى اللّهِ “De ki: Şüphesiz doğru yol, Allah’ın yoludur.”
O, dilediğine imana hidayet eder ve onda sebat verir.
أَن يُؤْتَى أَحَدٌ مِّثْلَ مَا أُوتِيتُمْ أَوْ يُحَآجُّوكُمْ عِندَ رَبِّكُمْ “Size verilenin benzerinin bir başkasına verilmiş olduğuna, yahut Rabbinizin huzurunda sizin aleyhinize deliller getireceklerine” (de inanmayın dediler).”
Yani, bazılarına size verilenin bir mislinin verileceğine inanmayın. “Verilebilir” şeklinde de Müslümanlara ifşa etmeyin. Yoksa sebatları artar. Müşriklere de söylemeyin yoksa İslâm’a girerler.
قُلْ إِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء “De ki: Lütuf Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir.”
وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيم “Allah, Vasi’ – Alîm’dir (rahmeti bol olan, her şeyi hakkıyla bilendir.)”
74- يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهِ مَن يَشَاء “Rahmetini dilediğine tahsis eder.”
وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ “Allah, büyük lütuf sahibidir.”
Ayet, onların batıl iddialarını açık bir şekilde reddir ve ibtaldir.
75- وَمِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ إِن تَأْمَنْهُ بِقِنطَارٍ يُؤَدِّهِ إِلَيْكَ “Ehl-i kitaptan öylesi var ki, ona yüklerle mal emanet etsen, onu sana eksiksiz iade eder.”
Ayette nazara verilenler, Abdullah Bin Selam gibi olanlardır.
Kureyşli biri bu zâta bin iki yüz okka altın emanet etmişti, İbnu Selam tümünü eksiksiz teslim etti.
وَمِنْهُم مَّنْ إِن تَأْمَنْهُ بِدِينَارٍ لاَّ يُؤَدِّهِ إِلَيْكَ إِلاَّ مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَآئِمًا “Fakat öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez.”
Fenhas Bin Azura gibi. Bir Kureyşli kendisine bir dinar emanet bırakmıştı, bir dinara hıyanet etti.
Denildi ki: Kendilerine emanet edilen mal çok da olsa kendisine güvenilebilen kimseler, Hıristiyanlardır. Bunlarda eminlik esastır. Az mala bile hıyanet edenler ise, Yahudilerdir. Bunlarda da daha çok hıyanet asıldır.
Emanete hıyanet eden bu gibi kimselerin başında durup durmadan isteyeceksin, hâkime şikâyet edecek, delil getireceksin ki emanetini geri alabilesin.
ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الأُمِّيِّينَ سَبِيلٌ “Bu da onların, “Ümmîlere karşı yaptıklarımızdan bize vebal yoktur” demelerinden dolayıdır.”
Onların emaneti geri vermeyişleri şöyle demelerindendir: “Kitap ehlinden olmayanların durumu hakkında bize bir şey yok, bizim dinimizden olmayanlara ne yapsak, itab ve kınamaya maruz kalmayız.”
وَيَقُولُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ “Ve onlar, bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.”
Bu iddiaları ile Allaha karşı yalan söylüyorlar. Hâlbuki kendilerinin yalancı olduğunu da bilmektedirler.
Onların “ümmilere karşı yaptıklarımızdan bize bir vebal yok” demeleri, kendilerine muhalif olanlara zulmetmeyi helâl görmelerindendir. Onlar şöyle derler:
“Tevratta onlarla alakalı bir haram yoktur.”
Denildi ki: Yahudiler Kureyşten bir kısım insanları çalıştırdılar. Bunlar Müslüman olunca haklarını istediler. Yahudiler onlara şöyle dedi: “Dininizi terk ettiğiniz için hakkınız düştü.” Kendi kitaplarında onlarla ilgili hükmün böyle olduğunu iddia ettiler.
Hz. Peygamberin bu ayet nazil olduğunda şöyle dediği bildirilir: “Allah düşmanları yalan söyledi. Cahiliye döneminde ne varsa hepsi ayaklarımın altındadır. Ancak emanetler müstesna. Çünkü onlar hem iyi hem de facir olana edâ edilir.”
76- إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلاً “Hayır! (Gerçek, onların dediği gibi değil.) Kim sözünü yerine getirir ve haramdan sakınırsa, şüphesiz Allah müttaki olanları sever.”
Onların nefyettiklerini isbat eder. Yani, Yahudilere, ümmilerle ilgili yaptıkları haksızlıklardan dolayı vebal vardır.
Ayette ahde vefa ve takva beraberce övülürken ayetin “Allah müttaki olanları sever.” şeklinde bitirilmesi, işin esasının takva olduğunu, takvanın vefa dahil bütün vacibatı yapmayı, yasaklardan kaçmayı içine aldığını hissettirir.
77- إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلاً “Şüphesiz, Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya.”
Ayette geçen “Allahın ahdi” peygambere iman ve emanetlere vefa gibi verdikleri sözlerdir.
“Onların yeminleri” “vallahi peygambere inanacağız ve O’na yardım edeceğiz” şeklindeki yeminleridir. Bunları hiçe sayıp aldıkları az bir ücret ise, dünyanın gelip geçici metaıdır.
أُوْلَئِكَ لاَ خَلاَقَ لَهُمْ فِي الآخِرَةِ “İşte onların ahirette bir payı yoktur.”
وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ “Allah, onlarla konuşmaz.”
“Allah onlarla konuşmaz” ifadesi “hiç konuşmaz” anlamında olabileceği gibi, “onları sevindirecek şekilde onlarla konuşmaz” manasını da ifade edebilir. Allah konuşmasa da melekler onları kıyamet günü hesaba çekerler.
Veya onlar Allahın kelimeleri ve ayetlerinden yararlanamazlar.
Zâhir olan, bu ifadenin Allahın onlara gadabından kinaye olmasıdır. Ayetin devamı da bunu te’yit emektedir:
وَلاَ يَنظُرُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Kıyamet günü onlara bakmaz.”
Çünkü birine kızan ve ona onu önemsiz gören ondan yüz çevirir, onunla konuşmaz, ona doğru yönelmez. Ama kıymet verdiğinde, adamdan saydığında onunla konuşur ve ona nazar eder.
وَلاَ يُزَكِّيهِمْ “Ve onları temize çıkarmaz.”
Onları sena etmez.
وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Onlar için elîm bir azap vardır.”
Yaptıklarına karşılık onlara elim bir azap vardır.
Sebeb-i Nüzûl
Denildi ki: Ayet, Tevrat’ı tahrif eden, Hz. Peygamberin ondaki vasfını ve emanetlerin hükmünü ve benzerlerini değiştirip buna mukabil rüşvet alan Yahudi hahamları hakkında nazil oldu.
Ayetin, çarşıda durup da malını satarken alış fiyatını Allaha yemini de katarak yanlış söyleyen kimse hakkında indiği de söylenmiştir.
78- وَإِنَّ مِنْهُمْ لَفَرِيقًا يَلْوُونَ أَلْسِنَتَهُم بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِ “Onlardan bir grup var ki, (okudukları) Kitab’dan olmadığı hâlde Kitab’dan sanasınız diye Kitap’tanmış gibi dillerini eğip bükerler.”
Onlardan, yani Tevratı tahrif edenlerden Ka’b, Malik, Huyey Bin Ahtab gibi bir fırka da vardır ki, bunlar Tevratı okurken ağızlarını eğip bükerler, nazil olduğu şekilde okumak yerine muharref şeklini okumaya meylederler.
وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ “Bu, Allah katındandır” derler.”
وَمَا هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ “Hâlbuki o, Allah katından değildir.”
Ayet böyle yapanları şiddetle kınar, onların tariz ile değil, açıktan böyle bir iddiada bulunduklarını bildirir.
Onların kendi yalanlarını Allahtanmış gibi göstermelerine karşılık ayette “o, Allah katından değildir” ifadesi, kulun fiilinin Allahın fiili olmamasını gerektirmez.[2>
وَيَقُولُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ “Bile bile Allah adına yalan söylerler.”
Ayetin bu kısmı, önceki manayı te’kid, onların Allaha karşı yalancılıklarını tescil ve bunu bile bile yaptıklarını ilan etmektedir.
79- مَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُؤْتِيَهُ اللّهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُواْ عِبَادًا لِّي مِن دُونِ اللّهِ “Allah’ın, kendisine Kitab, hüküm (hikmet) ve peygamberlik verdiği hiçbir insanın, ‘Allah’ı bırakıp bana kul olun’ demesi düşünülemez.”
Ayet, Hz. İsaya ibadet edenlere bir tekzip ve reddir.
Sebeb-i Nüzûl
Denildi ki: Kurayza oğullarından Ebu Râfi’ ve Necran Hristiyanlarından Esseyyid, Hz. Peygambere “Sana ibadet etmemizi, Seni Rab edinmemizi ister misin?” dediler. Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: “Allahtan başkasına ibadet etmekten ve Allahtan başkasına ibadeti emretmekten Allaha sığınırız. Allah beni bununla göndermedi ve bununla bana emretmedi.”
Bu vakıa üzerine ayet nazil oldu.
Denildi ki: Bir adam “Ya Rasulallah, Sana birbirimize selâm verdiğimiz gibi selâm veriyoruz. Ne dersin, Sana secde edelim mi?” Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
“Allahtan başka kimse secde edilmeye uygun değildir. Lakin peygamberinize ikram edin, ehli için hakkı bilin.”[3>
وَلَكِن كُونُواْ رَبَّانِيِّينَ بِمَا كُنتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنتُمْ تَدْرُسُونَ “Fakat onun, “öğrettiğiniz ve okuduğunuz kitap gereğince Rabbaniler olun” (demesi uygundur).”
Lakin peygamber size “Rabbaniler olun!” der.
Rabbanî, Rabbe mensup olana denir. İlim ve amelde kâmil olan için kullanılır.
Kitabı öğretmeniz ve O’nu ders yapmanız sebebiyle böyle söyler. Çünkü talim ve taallümün faydası, itikad ve amel için hakkın ve hayrın bilinmesidir.
80- وَلاَ يَأْمُرَكُمْ أَن تَتَّخِذُواْ الْمَلاَئِكَةَ وَالنِّبِيِّيْنَ أَرْبَابًا “Onun size, “Melekleri ve peygamberleri rabler edinin” diye emretmesi de düşünülemez.”
أَيَأْمُرُكُم بِالْكُفْرِ بَعْدَ إِذْ أَنتُم مُّسْلِمُونَ “Siz Müslüman olduktan sonra, o size hiç küfrü emreder mi?”
[1> Bir ayet, belli bir sebeple indiğinde, hüküm olarak sırf onlara bakmaz. “İtibar, lafzın umumî oluşunadır, sebebin hususî oluşuna değil” denilir. Yani, sebeb-i nüzulün hususiliği, hükmün umumî olmasına engel değildir.
[2> Ehl-i sünnet, insanın fiillerini kesb yönüyle insana, yaratma yönüyle Allaha nisbet eder. Mu’tezile mezhebi ise, insanın sorumlu olabilmesi için kendi fiillerinin yaratıcısı olması gerektiğini söyler. Hâlbuki Allah bütün fiillerin yaratıcısıdır, yaratmada da O’nun bir şeriki yoktur.
[3> Yani, her hak sahibine hakkını verin.