21- وَاذْكُرْ أَخَا عَادٍ “Âd kavminin kardeşini hatırla.”
Bundan murat, Hz. Hûd’dur.
إِذْ أَنذَرَ قَوْمَهُ بِالْأَحْقَافِ “Hani O, Ahkâf’ta kavmini uyarmıştı.”
Ahkaf, kıvrımlı uzun ve yüksek kum yığını demektir. Âd kavmi, denize yakın böyle bir bölgeye yerleşmişlerdi.
وَقَدْ خَلَتْ النُّذُرُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ “O’ndan önce ve sonra uyarıcılar gelip geçmişti.”
أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ “(Onlara dedi:) Allah’tan başkasına ibadet etmeyin.”
إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ “Çünkü ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum.”
Şirk koşmanız sebebiyle başınıza gelecek dehşetli bir azaptan korkuyorum.
22- قَالُوا أَجِئْتَنَا لِتَأْفِكَنَا عَنْ آلِهَتِنَا “Onlar dediler: Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin?”
فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ “Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize vaad ettiğini getir.”
Vaadinde sadıklardan isen, şirkten dolayı bize vaat ettiğin azabı getir de görelim!
23- قَالَ إِنَّمَا الْعِلْمُ عِندَ اللَّهِ “Hûd dedi: “Onun ilmi Allah katındadır.”
Size vaat edilen azabın vaktini ben bilmiyorum ve benim onda bir müdahalem yoktur ki acele ile başınıza getireyim. Onun ilmi ancak Allah katındadır ve takdir edilen vakitte onu size getirecektir.
وَأُبَلِّغُكُم مَّا أُرْسِلْتُ بِهِ “Ben size, benimle gönderileni tebliğ ediyorum.”
Elçiye düşen ancak tebliğdir.
وَلَكِنِّي أَرَاكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ “Fakat ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.”
Öyle ki, peygamberlerin mübelliğ ve uyarıcı olarak gönderilip azap verici olmadıklarını bilmiyorsunuz.
24- فَلَمَّا رَأَوْهُ عَارِضًا مُّسْتَقْبِلَ أَوْدِيَتِهِمْ قَالُوا “Onu (azabı) vadilerine doğru yayılan bir bulut olarak gördüklerinde şöyle dediler:”
هَذَا عَارِضٌ مُّمْطِرُنَا “Bu, bize yağmur getiren bir buluttur.”
بَلْ هُوَ مَا اسْتَعْجَلْتُم بِهِ “Hayır, o sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir.”
Hz. Hûd dedi: Bilakis o, acele edip istediğiniz azap!
رِيحٌ فِيهَا عَذَابٌ أَلِيمٌ “İçinde elem dolu azabın bulunduğu bir rüzgârdır.”
25- تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِأَمْرِ رَبِّهَا “O, Rabbinin emriyle her şeyi yerle bireder.”
O rüzgâr, Rabbinin emri ile onların canlarını ve mallarını helâk eder. Çünkü en küçük bir hareket ve edna bir sükun, ancak Allahın dilemesi iledir.
فَأَصْبَحُوا لَا يُرَى إِلَّا مَسَاكِنُهُمْ “Derken meskenlerinden başka hiçbir şeyleri görünmez hâle geldiler.”
Böylece rüzgâr onları helâk etti. Öyle ki, faraza onların beldesine gelsen meskenlerinden başka bir şey görmezdin.
كَذَلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِمِينَ “İşte biz, mücrim toplumu böyle cezalandırırız.”
Rivayete göre Hz. Hûd rüzgârı hissedince mü’minlerle ayrı bir yere çekildi. Rüzgâr gelip o mücrim topluluğun üzerlerine kum tepelerini yığdı. Yedi gece sekiz gün rüzgâr dehşetli bir fırtına olarak devam etti. Sonra onları denize sürükleyip sakinleşti.
26- وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ فِيمَا إِن مَّكَّنَّاكُمْ فِيهِ “Andolsun, size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik.”Şöyle bir mana da takdir edilebilir: Onlara öyle imkânlar verdik ki, şayet size verseydik azgınlığınız çok daha fazla olurdu.
Ancak “Size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik” manası daha açık ve daha uygundur. “Hâlbuki biz, kendilerinden evvel, mal ve gösterişçe daha güzel nice nesilleri helak etmişizdir.” (Meryem 74)
ve “Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kuvvetçe ve yeryüzündeki eserleri yönüyle kendilerinden daha çetin idiler.” (Mü’min, 21) gibi ayetler de bu manayı teyid eder.
وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعًا وَأَبْصَارًا وَأَفْئِدَةً “Kendilerine kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik.”
Onlara bu azaları verişimiz, bu nimetleri tanımaları ve bunlarla o nimetleri verene istidlalde bulunmaları ve o nimetlere mukabil şükretmeleri içindi.
فَمَا أَغْنَى عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَا أَبْصَارُهُمْ وَلَا أَفْئِدَتُهُم مِّن شَيْءٍ “Fakat kulakları, gözleri ve kalpleri kendilerine bir yarar sağlamadı.”
إِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ “Çünkü Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlardı.”
وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون “Ve alaya aldıkları şey, onları kuşattı.”
Kendisiyle istihza ettikleri azap, başlarına geldi.
27- وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا مَا حَوْلَكُم مِّنَ الْقُرَى “Andolsun, biz çevrenizdeki beldeleri helak ettik.”
Hitap, (ilk muhatapları olmaları itibarıyla) Mekke halkınadır. Yani, “Ey Mekke halkı! Andolsun ki biz çevrenizdeki Hicr, Semud ve Lût kavminin şehirleri gibi yerleri helâk ettik.
وَصَرَّفْنَا الْآيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ “Ola ki dönerler diye âyetleri tekrar tekrar açıkladık.”
Olur ki küfürlerinden dönerler diye, ayetleri tekrar be tekrar çeşitli şekillerde açıkladık.
28- فَلَوْلَا نَصَرَهُمُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ قُرْبَانًا آلِهَةً “Allah’ı bırakıp da kendilerine yakınlık sağlamak için edindikleri ilâhları onlara yardım etselerdi ya!”
Keşke “bunlar bizim Allah nezdinde şefaatçilerimiz” dedikleri ve kendileriyle Allaha yaklaşacaklarını zannettikleri, batıl mabutları, onları helak edilmekten kurtarsalardı!
بَلْ ضَلُّوا عَنْهُمْ “Ama hayır, aksine onlardan kaybolup gittiler.”
Ama o batıl mabutlar, kendilerinden kaybolup gittiler ve bunlardan bir medet beklemek imkânsız oldu.
وَذَلِكَ إِفْكُهُمْ وَمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ “İşte bu, onların yalanları ve uydurup durdukları iftiralarıdır.”