15- وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ إِحْسَانًا “Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik.”
حَمَلَتْهُ أُمُّهُ كُرْهًا وَوَضَعَتْهُ كُرْهًا “Annesi onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle dünyaya getirdi!”
وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلَاثُونَ شَهْرًا “Onun anne karnında taşınması ve sütten kesilme süresi otuz aydır.”Çocuğun terbiyesinde annenin karşılaştığı zorlukları anlatan bu ifadeler, iyi davranma emrini te’kid etmektedir.Ayette, annenin çocuğu karnında taşıma süresinin en azı altı ay olduğuna bir delil vardır. Çünkü “Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler.” (Bakara, 233) ayeti, emzirmenin iki yıl olduğunu ifade ediyor. Otuz aydan bu süre (yani yirmidört ay) çıkarıldığında altı ay kalır. Doktorlar da böyle demektedirler.
حَتَّى إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةً قَالَ “Nihayet olgunluk çağına gelip,kırk yaşına varınca şöyle dedi:”Denildi ki: Her peygamber kırkından sonra gönderildi.
رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ “Ya Rabbi,bana ve anne-babama verdiğin nimetlere şükretmemi bana ilham et.”
Bundan murat “din nimetidir” veya onu ve diğer nimetleri içine de alabilir. Ayetin Hz. Ebubekir hakkında indiği şeklindeki rivayet de bu ikinci manayı teyit eder. Çünkü ayet indiğinde, muhacir ve ensardan anne-babası da İslâma girmiş bir tek O vardı.
وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ “Senin razı olacağın salih amel işlememi de.”
وَأَصْلِحْ لِي فِي ذُرِّيَّتِي “Neslimi de salih kimseler yap.”
إِنِّي تُبْتُ إِلَيْكَ “Şüphesiz ben sana döndüm.”
Ben, râzı olmayacağın veya Senden alıkoyan şeylerden Sana döndüm.
وَإِنِّي مِنَ الْمُسْلِمِينَ “Gerçekten ben sana teslim olanlardanım.”
16- أُوْلَئِكَ الَّذِينَ نَتَقَبَّلُ عَنْهُمْ أَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَنَتَجاوَزُ عَن سَيِّئَاتِهِمْ فِي أَصْحَابِ الْجَنَّةِ “İşte bunlar, cennet ehli içinde yaptıklarının en güzelini kendilerinden kabul edeceğimiz ve günahlarını bağışlayacağımız kimselerdir.”
Yaptıklarının en güzelinden murat, emredilenleri yerine getirmeleridir. Mubah işlere gelince, bunlara bir sevap verilmez.[1>
وَعْدَ الصِّدْقِ الَّذِي كَانُوا يُوعَدُونَ “Bu, onlara vaad edilmiş olan dosdoğru bir sözdür.”
Amellerinin kabulü ve günahlarının cezalandırılmaması, dünyada iken kendilerine vaat edilmiştir, bu vaat ahirette tahakkuk edecektir.
17- وَالَّذِي قَالَ لِوَالِدَيْهِ أُفٍّ لَّكُمَا “Şu kimse ise anne ve babasına şöylededi: Öf size!”
Ayetin Hz. Ebubekirin oğlu Abdurrahmânın daha İslâma girmezden önce indiği söylenir. Ama murat, sadece o olmayıp genel bir durumu anlatmaktır. Çünkü nüzul sebebinin hususî olması, hükmün umumî olmasına engel değildir.
أَتَعِدَانِنِي أَنْ أُخْرَجَ وَقَدْ خَلَتْ الْقُرُونُ مِن قَبْلِي “Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, bana tekrar diriltilmeyi mi vaat ediyorsunuz?”
Hâlbuki öncekilerden hiçbiri kabrinden çıkarılmadı.
وَهُمَا يَسْتَغِيثَانِ اللَّهَ “Onlar ise Allah’a sığınıyorlardı.”
وَيْلَكَ آمِنْ “Yazıklar olsun sana! İman et.”
إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ “Şüphesiz Allah’ın va’di haktır.”
فَيَقُولُ مَا هَذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ “O ise, “Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir” diyordu.”
“Böyle inançlar, eskilerin yazdığı batıl şeylerdir” diyordu.
18- أُوْلَئِكَ الَّذِينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِم مِّنَ الْجِنِّ “İşte onlar, kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş topluluklar içinde, haklarında azab vaadinin gerçekleşmiş olduğu kimselerdir.”
“İşte bunlar cehennem ehli oldukları sabit kimselerdir.”
Ayetin bu kısmı, ayetin Hz. Ebubekirin oğlu Abdurrahmân hakkında inmiş olmasını reddeder. Çünkü onu da cehennem ehline dâhil etmektedir.[2>
وَالْإِنسِ إِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِرِينَ “Çünkü onlar hüsrana uğrayanlardır.”
Ayet, hükmün illetini bildirir.
19- وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِّمَّا عَمِلُوا “Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır.”
Her iki fırkadan herkes için hayır ve şerden yapmış oldukları amellere göre mertebeler vardır. “Derece” daha çok mükâfatlandırmada kullanılır. Burada tağlîb babından cezayı da içine alacak şekilde gelmiştir.
وَلِيُوَفِّيَهُمْ أَعْمَالَهُمْ “(Bu da) Allah’ın onlara, amellerinin karşılığını tas tamam vermesi içindir.”
وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ “Ve kendilerine haksızlık yapılmaz.
Sevapları noksanlaştırılarak veya cezaları artırılarak onlara zulmedilmez.
20- وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذِينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِ “O gün inkâr edenler ateşe arzedilir.”
Onlara şöyle denilir:
أَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ فِي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا “Dünya hayatınızda güzelliklerinizi bitirdiniz.”
Dolayısıyla, size onlardan bir şey kalmadı.
وَاسْتَمْتَعْتُم بِهَا “Onlarla zevk sürdünüz.”
فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنتُمْ تَفْسُقُونَ “Bugün ise, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı, alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.”
[1> Ancak mubah işler de güzel bir niyetle salih amel olur, sahibine sevap kazandırır. Mesela, yemek-içmek gibi fiiller mubahtır, mü’min de kâfir de yer ve içer. Mü’min kimse, bununla kuvvetlenip daha ziyade ibadet ve taatte bulunmayı niyet ederse, yemesi ve içmesi de ibadet olur.
[2>Hâlbuki sonradan Müslüman olmuştur.