18- لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ “Andolsun o ağacın altında sana biat ederlerken, Allah mü’minlerden razı oldu.”
Hz. Peygamber Hudeybiyeye gelip konakladığında Huzaa kabilesinden Hıraş Bin Ümeyyeyi Mekkelilere elçi olarak gönderdi. Onlar ise kendisini öldürmek istediler, bazıları engel oldular. O da Hudeybiyeye geri döndü. Bunun üzerine Hz. Peygamber Hz. Osmanı elçi olarak gönderdi, O’nu da hapsettiler. Ama öldürüldüğüne dair haberler duyuldu. Hz. Peygamber ashabını çağırdı. Sayıları bin üçyüz, bin beşyüz kişi civarındaydı. Ashab, Kureyşle savaşmak ve onlardan kaçmamak üzere biat ettiler. Hz. Peygamber ise Semure veya Sidre denilen bir ağacın altında oturmaktaydı.
فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَنزَلَ السَّكِينَةَ عَلَيْهِمْ “ Kalplerinde olanı bildi de onlara sekinet indirdi.”
Allah onların kalplerinde olan ihlâsı bildi.
Onlara cesaret vererek veya sulhü gerçekleştirerek üzerlerine itminan ve nefsin sükûnet hâlini indirdi.
وَأَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرِيبًا “Ve onları yakın bir fetih ile mükâfatlandırdı.”
Onlara az zaman sonra Hayber fethini müyesser kıldı.
Denildi ki: Bundan murat Mekke’nin fethidir.
19- وَمَغَانِمَ كَثِيرَةً يَأْخُذُونَهَا “Elde edecekleri birçok ganimetlerle de.”
وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا “Allah Azîz’dir – Hakîm’dir.”
Allah galiptir, hikmetin gereğini gözetir.
20- وَعَدَكُمُ اللَّهُ مَغَانِمَ كَثِيرَةً تَأْخُذُونَهَا “Allah size, elde edeceğiniz birçok ganimetleri de vaad etti.”
Bu ayet, kıyamete kadar Müslümanların elde edecekleri ganimetlere işaret eder.
فَعَجَّلَ لَكُمْ هَذِهِ “Şimdilik peşin olarak bunu size verdi.”
وَكَفَّ أَيْدِيَ النَّاسِ عَنكُمْ “Ve insanların ellerini sizden çekti.”
Hayber halkı ve onların müttefikleri olan Beni Esed ve Ğatafanın ellerini üzerinizden çekti.
Veya bundan murat, Hudeybiye barışı sebebiyle Mekkelilerin ellerinin savaştan geri çekilmesidir.
وَلِتَكُونَ آيَةً لِّلْمُؤْمِنِينَ “Ta ki bu, mü’minlere bir ayet olsun.”
Bu el çekilmesi veya size nasip edilen ganimet, mü’minlerin Allah nezdinde bir kıymete sahip olduklarına bir emaredir.
Veya bundan murat Hz. Peygamberin sıdkını göstermek de olabilir. Çünkü Hz. Peygamber Hudeybiyeden dönerken Hayberin fethini mü’minlere vaat etmişti.
Veya bundan murat, ganimetlerin vaat edilmesi de olabilir.[1>
Veya bundan murat Mekke’nin fethine bir unvan olmasıdır.
وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا “Ve sizi doğru bir yola iletsin.”
Bu, Allahın lütfuna güvenmek ve O’na tevekkül etmektir.
21- وَأُخْرَى لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا قَدْ أَحَاطَ اللَّهُ بِهَا “Ayrıca, sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah’ın kuşattıkları da vardır.”
Nitekim Allah vaadini gerçekleştirdi, Hevazin ve İran ganimetleri gibi nice ganimetlere ulaşıldı.
وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرًا “Ve Allah her şeye kâdirdir.”
Çünkü O’nun kudreti zâtından olup, bir şeyle meşguliyeti başkasına engel değildir.
22- وَلَوْ قَاتَلَكُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوَلَّوُا الْأَدْبَارَ “Şayet kâfirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçarlardı.”
Şayet Mekkeliler barış yapmayıp sizinle savaşsalardı, hezimete uğrayıp arkalarını dönüp kaçarlardı.
ثُمَّ لَا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا “Sonra bir dost ve bir yardımcı da bulamazlardı.”
23- سُنَّةَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلُ “Allah’ın öteden beri gelen kanunu budur.”
Yani, Allah geçmiş kavimlerde kadîm bir esas olarak peygamberlerinin galebesini prensip edinmiştir. Nitekim şöyle bildirir:
“Allah şöyle yazdı: Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz.” (Mücadile, 21)
وَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلًا “Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.”
24- وَهُوَ الَّذِي كَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ عَنْهُم بِبَطْنِ مَكَّةَ مِن بَعْدِ أَنْ أَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ “O ki, sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke vadisinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekti.”
Ebu Cehlin oğlu İkrime, beşyüz kişiyle Hudeybiyeye gelmişti. Hz. Peygamber ona mukabil bir grup müslümanı gönderdi. Gönderilenler Mekke dâhilinde onlara galip geldiler, sonra geri döndüler.
“Ayette anlatılan durum Mekkenin fethinde yaşandı” diyenler oldu ve bunu Mekkenin kuvvet zoruyla fethedildiğine şahit gösterdiler. Ama bu zayıf bir görüştür. Çünkü sûre, Mekkenin fethinden önce inmiştir.
وَكَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرًا “Allah, yaptıklarınızı görendir.”
Allah önce onların Rasûlüne tâat için savaşmalarını, sonra da Ka’beyi tazim için savaşta ileri gitmeyip ellerini çekmelerini elbette bilir ve buna göre amellerinin karşılığını verir.
25- هُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفًا أَن يَبْلُغَ مَحِلَّهُ “Onlar, inkâr eden ve sizi Mescid-i Haram’dan men eden ve bekletilen kurbanların yerlerine ulaşmasına engel olan kimselerdir.”
Ayetin bu kısmı, üstte nazara verilen durumun Hudeybiye’de olduğuna delâlet eder.
Hedy, Mekkeye adanan kurbandır. Bunların kesim mahalli, Mina’dır, başka yerde kesilmesi caiz değildir. Ancak, Hz. Peygamber Hudeybiye’de engellendiği için mecburen orada kesmişlerdi.
وَلَوْلَا رِجَالٌ مُّؤْمِنُونَ وَنِسَاء مُّؤْمِنَاتٌ لَّمْ تَعْلَمُوهُمْ أَن تَطَؤُوهُمْ فَتُصِيبَكُم مِّنْهُم مَّعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍ “Şayet kendilerini henüz tanımadığınız mü’min erkeklerle, mü’min kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle, onlardan yana bir vebalin altında kalmanız ihtimali olmasaydı, (Allah savaşı önlemezdi.)”
Müşriklerle karışık oldukları için bizzat onları tanımıyordunuz.
Yoksa, onlardan dolayı,
-Diyet ödemek,
-Katledilmeleri sebebiyle kefaret ödemek,
-Ve onlara karşı daimî vicdan azabı çekmek gibi nahoş şeyler başınıza gelecekti.
“Şayet” ifadesinin cevabı mahzuf olup, kelâm onun cevabına delâlet etmektedir.
Yani, şayet kafirler arasında bulunan ve mü’min oldukları bilinmeyen bazı kimseleri öldürüp de başınıza hoşlanmayacağınız bir durum gelecek olmasaydı, Allah sizin elinizi onlardan geri çekmezdi.
لِيُدْخِلَ اللَّهُ فِي رَحْمَتِهِ مَن يَشَاء “Dilediklerine rahmet etmek için Allah böyle yapmıştır.”
Bundan murat, Allahın Mekke’deki gizli Müslümanları koruması veya kâfirlerden bir kısmını İslâma girmeye muvaffak kılmasıdır.
لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا “Şayet onlar birbirinden ayrılmış olsalardı elbette onlardan inkâr edenleri elîm bir azaba çarptırırdık.”
Onları katl ve sürgünle cezalandırırdık.
26- إِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ “Hani o inkâr edenler kalplerindeki gayreti, cahiliye gayreti kılmışlardı.”
Cahiliye gayreti, hakkı kabule engel olur.
فَأَنزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ “Allah da, Peygamberine ve mü’minlere sekînetini indirdi.”
Allah, Peygamberine ve mü’minlere sebat ve vakar indirdi.
Şöyle ki: Hz. Peygamber Hudeybiyede müşriklerle savaşa niyetlendiğinde, Mekkeliler “O sene umre yapmayıp geri dönmeleri ve diğer yıl üç günlüğüne Mekkenin boşaltılıp umrelerini yapmaları” teklifiyle Süheyl Bin Amr, Huveytib Bin Abdül Uzza ve Mükriz Bin Hafsı elçi olarak gönderdiler. Hz. Peygamber şartları kabul etti. Bunu, bir yazıyla aralarında anlaşma olarak kaydettiler.
Hz. Peygamber, kâtip olarak Hz. Aliye dedi: “Ya Ali, yaz: Bismillahirrahmânirrahim.”
Onlar dediler: Biz bunu bilmiyoruz, “Allahım, Senin adınla” diye yaz.
Sonra Hz. Peygamber Hz. Aliye “Bu, Allah Rasûlünün Mekkelilerle yaptığı barış anlaşmasıdır yaz” dedi.
Onlar itiraz edip: “Senin Allah Rasûlü olduğunu bilsek, Seni Ka’beden alıkoymaz, Seninle savaşmazdık” dediler. Şöyle yazılsın: “Bu, Abdullah oğlu Muhammedin Mekkelilerle yaptığı barış anlaşmasıdır.”
Hz. Peygamber “onların dediği gibi yaz” buyurdu. Bunun üzerine mü’minler bunu kabul etmeyip üzerlerine saldıracak oldular, Allah onlara sekînet indirdi. Böylece vakur davrandılar ve tahammül ettiler.
وَأَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَى “Ve onları takva kelimesi üzerinde durdurdu.”
Takva kelimesi,
-Kelime-i şehadettir.
-Veya Allahın onlar için seçtiği Besmele ve Muhamedün Rasûlulah”dır.
-Veya sebat ve ahde vefadır.
Buna “takva kelimesi” denilmesi, takvaya sebep olması veya takva ehlinin kelimesi olması cihetiyledir.
وَكَانُوا أَحَقَّ بِهَا وَأَهْلَهَا “Zaten onlar buna lâyık ve ehil idiler.”
وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا “Allah, her şeyi hakkıyla bilmektedir.”
Allah her şeyin ehli olanı bilir ve onu o şeye müyesser kılar.
[1> Nitekim bu vaat gerçekleşmiş, başlangıçta dar bir coğrafyada bulunan mü’minler dünyanın doğusuna batısına seferler düzenleyerek nice ganimetler elde etmişlerdir.