339. DERS (Zuhruf Suresi, 68 - 89) Mücrimlerin Akıbeti

68- يَا عِبَادِ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَلَا أَنتُمْ تَحْزَنُونَ “Ey kullarım! Bugün size bir korku yoktur, siz üzülmeyeceksiniz de.”

Ayetin bu kısmı, Allah için birbirini seven müttaki kimselere o günde yapılacak nidayı hikâye eder.

 

69- الَّذِينَ آمَنُوا بِآيَاتِنَا “Ki onlar âyetlerimize imân etmişlerdir.”

وَكَانُوا مُسْلِمِينَ “Ve hakka teslim olmuşlardır.”

Onlar, muhlis (samimi) oldukları hâlde iman etmiş kimselerdir.[1>

 

70- ادْخُلُوا الْجَنَّةَ أَنتُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُونَ “Siz ve eşleriniz sevinç ve mutluluk içinde cennete girin.”

 

71- يُطَافُ عَلَيْهِم بِصِحَافٍ مِّن ذَهَبٍ وَأَكْوَابٍ “Altın tepsiler ve kadehlerle onların etrafında dönülür.”

وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ الْأَنفُسُ وَتَلَذُّ الْأَعْيُنُ “Orada canların istediği ve gözlerin lezzet aldığı her şey vardır.”

Ayette önce bazı cennet nimetleri nazara verilmiş, sonunda ise “canların istediği ve gözlerin lezzet aldığı her şey vardır” denilerek bütün güzelliklerin orada olacağı bildirilmiştir.

وَأَنتُمْ فِيهَا خَالِدُونَ “Ve siz orada ebedî olarak kalacaksınız.”

Çünkü zeval bulan her nimet,

-Koruma külfeti,

-Zeval korkusu,

-Peşinde bir pişmanlık gibi durumları gerektirir.

 

72- وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “İşte bu, yaptığınız amellere karşılık size mîras verilen cennettir.”

Ayette, amellerin karşılığı mirasa benzetildi.

 

73- لَكُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ كَثِيرَةٌ مِنْهَا تَأْكُلُونَ “Orada sizin için bol bol meyve var, onlardan yersiniz.”

Onlardan yersiniz” derken “o kadar çok ve devamlı ki, yemekle bitiremezsiniz” manasına işaret vardır.

Muhtemelen Kur’anda cennet nimetlerinin yiyecekler ve elbiseler şeklinde tafsilen anlatılması ve –bunlar cennetin diğer nimetlerine nisbeten hakir olmasına rağmen- Kur’anda tekrarlanması, insanların bunlara şiddetli ihtiyacından dolayıdır.

 

74- إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي عَذَابِ جَهَنَّمَ خَالِدُونَ “Şüphesiz mücrimler cehennem azabında devamlı kalacaklardır.”

Mücrimler” ifadesinden murat kâfirlerdir. Çünkü buradaki ayetlerde mü’minlere mukabil olarak anlatılmaktadırlar ve onlarla ilgili hikâye edilenler kâfirlere has durumlardır.[2>

 

75- لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ وَهُمْ “Azapları hafifletilmez.”

فِيهِ مُبْلِسُونَ “Ve onlar azap içinde ümitsizdirler.”

Ölümle veya başka şekilde onlar için bir kurtuluş yoktur.

 

76- وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ “Biz onlara zulmetmedik.”

وَلَكِن كَانُوا هُمُ الظَّالِمِينَ “Fakat onlar, kendileri zâlim idiler.”

 

77- وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَ (Görevli meleğe şöyle seslenirler:)

“Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin.”

قَالَ إِنَّكُم مَّاكِثُونَ “O da der: Şüphesiz siz kalacaksınız.”

 

78- لَقَدْ جِئْنَاكُم بِالْحَقِّ “Andolsun, size hakkı getirdik.”

Peygamberler göndererek ve kitaplar indirerek biz size hakkı getirmiştik.

Ayetin bu kısmı, onlara verilen cevabın tetimmesidir.

وَلَكِنَّ أَكْثَرَكُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ “Fakat çoğunuz haktan hoşlanmayan kimselersiniz.”

Hakka uymada,

-Nefsin yorulması,

-Ve azaların belli kurallara uyması söz konusu olduğundan, çoğunuz haktan hoşlanmıyordunuz.

 

79- أَمْ أَبْرَمُوا أَمْرًا “Yoksa bir işe kesin karar mı verdiler?”

Yoksa onlar haktan hoşlanmamakla yetinmeyip onu yalanlamak ve reddetmek hususunda tam bir karar mı verdiler?

فَإِنَّا مُبْرِمُونَ “Şüphesiz biz de kararlıyız.”

Öyleyse, biz de onları cezalandırmada tam kararlıyız.

Önceki ayette onlara hitap edilirken, burada onlardan gıyabî olarak (üçüncü şahıslar şeklinde) bahsedilmesi, bu hâlin haktan hoşlanmamak hâllerinden çok daha kötü olduğunu hissettirmek içindir.

Ayetin şu manası da olabilir. “Yoksa o müşrikler Peygambere tuzak kurmada işlerini sağlam mı yaptılar? Biz de onlara tuzak kurmada işimizi sağlam yaptık!”

Ayetin devamı bunu teyit eder:

 

80- أَمْ يَحْسَبُونَ أَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوَاهُم “Yoksa onların sırlarını ve fısıldaşmalarını duymadığımızı mı sanıyorlar?”

بَلَى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ “Hayır öyle değil, yanlarındaki elçilerimiz (melekler) yazmaktadırlar.”

 

81- قُلْ إِن كَانَ لِلرَّحْمَنِ وَلَدٌ فَأَنَا أَوَّلُ الْعَابِدِينَ “De ki: Eğer Rahmân’ın bir çocuğu olsaydı, ona ibadet edenlerin ilki ben olurdum.”

Çünkü Hz. Peygamber Allahı en iyi bilen, O’nun hakkında sahih olanla olmayanı en iyi ayırt edendir. Allahın tazimi hususunda da, tazimi gerektiren şeyleri en iyi yapandır. Oğluna saygı duymak, onun babasına saygı duymak anlamına gelir. Bu ifadelerden, -haşa- Allahın bir oğlu olduğu ve ona ibadet edilmesi gerektiği anlaşılmamalıdır. Çünkü muhal bir şey, bazan muhali gerektirir.

 Bu ifadelerden murat, en beliğ bir şekilde hem Allah için bir evlat söz konusu olmayacağını, hem de böyle bir ibadetin olmadığını anlatmaktır. Benzeri bir faraziyeyi şu ayette görürüz:

“Şayet göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, bunların düzeni bozulurdu.” (Enbiya, 22)

Ancak iki ayet arasında şöyle bir fark vardır: “Şayet göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, bunların düzeni bozulurdu.” ayeti “şayet” şeklinde başlar ve bu ifade iki tarafın da nefyini hissettirir.[3>

Konumuz olan ayette ise “eğer” kelimesi kullanılmıştır. Bu ise, iki tarafın ne nefyini ne de zıddını hissettirmez. Çünkü bu ifade, sadece şartiyet bildirir. Allahın –haşa- evlâdı olmadığı, melzumun olmadığına delâlet eden lazımın nefyi ile malumdur.[4>

Ayette “eğer” ifadesinin kullanılması Hz. Peygamberin Allah için evlât olmasını inkârının bir inad ve muhalefetten kaynaklanmadığına delâlet içindir. Şayet Allahın evlâdı olsaydı, O bunu itiraf ve kabul hususunda insanların en önde geleni olurdu.

Denildi ki: Mana şöyle de olabilir: Eğer siz O’nun çocuğu olduğunu iddia ediyorsanız, ben sizi yalanlayanların ve tek Allah’a ibadet edenlerin ilki olurum.

Veya veledi olan bir ilahtan ve ona ibadetten yüz çevirenlerin ilki olurum.

 

82- سُبْحَانَ رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ “Göklerin ve yerin Rabbi, Arş’ın da Rabbi olan Allah, onların nitelendirmelerinden uzaktır.”

Gökler, yer ve arş, kendileri gibileri meydana getiren diğer cisimlerden farklı iken, bunları yoktan icad eden ve yaratan zâtın –haşa- kendi gibi bir ilah meydana getirmesi nasıl düşünülür?!

 

8ّ3- فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتَّى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي يُوعَدُونَ “Öyleyse bırak onları, vaat edildikleri güne kavuşana kadar dalsınlar ve oynasınlar.”Öyleyse bırak onları batıllarına dalsınlar, kendi dünyalarında oynasınlar.

“Vaat edildikleri güne.”Bu günden murat, kıyamet günüdür.

Ayette onların Allaha evlat nisbet etmelerinin bir cehalet ve hevâya uymak olduğuna, bunların kalplerinin mühürlü olup ahirette azap göreceklerine bir delâlet vardır.

 

84- وَهُوَ الَّذِي فِي السَّمَاء إِلَهٌ وَفِي الْأَرْضِ إِلَهٌ “O ki, gökte de ilâhtır, yerde de ilâhtır.”

وَهُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ “Ve O, Hakîm – Alîm’dir.”

Her ikisinde de ibadet edilmeye layık olan O’dur.

Ayette semavî ve arzî ilahların (batıl mabutların) nefyi ve ilah olmaya layık olanın sadece Allah olduğunu bildirmek vardır.

 

85- وَتَبَارَكَ الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا “Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin hükümranlığı kendisine ait olan Allah yücedir!”

وَعِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ “Kıyametin ilmi yalnız O’nun katındadır.”

وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “Ve yalnızca O’na döndürüleceksiniz.”

 

86- وَلَا يَمْلِكُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ الشَّفَاعَةَ “O’nun dışında taptıkları şeyler şefaat edemezler.”

إِلَّا مَن شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ “Ancak bilerek hakka şâhitlik edenler müstesna.”

Müşrikler “bunlar bizim Allah katında şefaatçilerimiz” diye iddia ediyorlardı.

Burada istisna muttasıl veya munfasıl olabilir.

Birinciye göre, melekler ve Hz. İsa da ilk hükme dâhil olduklarından, bu cümleyle istisna edilmişlerdir.[5>

İkinciye göre ise, ayetin manası sırf putlara yöneliktir. Yani, onların taptıkları putlar, şefaat etmeye mâlik değillerdir. Ancak bilerek hakka şehadet edenler (peygamberler, melekler…) şefaat edeceklerdir.

 

87- وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ “Andolsun, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette, “Allah” derler.”

O batıl mabutlara tapanlara veya taptıkları mabutlara onları yaratanın kim olduğunu sorsan, mesele gayet aşikar ve inkârı gayr-ı kabil olduğundan, ister istemez “Allah” diyecekler.

فَأَنَّى يُؤْفَكُونَ “Öyleyken nasıl döndürülüyorlar?”

Böyle iken, nasıl oluyor da Allahı bırakıp başkasına ibadete yöneliyorlar?!

 

88- وَقِيلِهِ “Onun (Peygamberin) sözü şu olmuştur:”

Ayet, seksenbeşinci ayetteki “Kıyametin ilmi yalnız O’nun katındadır.” ifadesine atfedilmiştir. Yani, Allah kıyametin ne zaman kopacağını bildiği gibi, peygamberinin şöyle demesini de bilir:

يَارَبِّ إِنَّ هَؤُلَاء قَوْمٌ لَّا يُؤْمِنُونَ “Ya Rabbi! Şüphesiz bunlar iman etmeyen bir kavimdir.”

 

89- فَاصْفَحْ عَنْهُمْ “Öyleyse sen onları hoş gör.”

Öyleyse Sen onların imanından ümidini keserek kendilerini davetten yüz çevir.

وَقُلْ سَلَامٌ “Ve “selâm size” de.”

“Sizden istediğimiz selâmet ve mütarekedir” de.

فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ “Artık sonra bilecekler.”

Ayetin bu kısmı Hz. Peygamber için bir teselli ve onlar için de bir tehdittir.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Her kim Zuhruf sûresini okursa, haklarında “Ey kullarım! Bugün size bir korku yoktur, siz üzülmeyeceksiniz de.” (Zuhruf, 68) denilenlerden olur.”


[1> Yani, onların imanı münafıklar gibi değildir.

[2> Beydâvî’nin “mücrimler” ifadesini “kâfirler” şeklinde açıklaması yanlış anlamayı önlemek içindir. Çünkü, “mücrim” ifadesi kelime anlamı itibarıyla “cürüm işleyen, suçlu” manasındadır. Bu mana itibarıyla ehl-i imana da şümûlü vardır. Çünkü hemen her ehl-i imanın bir şekilde günahları da vardır ve bu yönüyle “mücrim”dir. Ama ayette anlatılan durum, suçluluğun zirvesinde olan kâfirlerle alakalıdır.

[3> Yani, göklerde ve yerde Allah dışında ilahlar yoktur, dolayısıyla gökler ve yer bozulmamakta, dengeli bir şekilde devam etmektedir.

[4>Yani, Allahın evladı olsaydı ona da ibadet etmek gerekirdi. Hz. Peygamber Allahı en iyi bilen kimse olarak sadece Allaha ibadet ettiğine göre, Allah için evlât söz konusu değildir ve olamaz.

[5> Yani, onların şefaatçi olduklarına inandıkları batıl mabutlar asla şefaatçi olamazlar. Ama Hz. İsa ve melekler, Allahın verdiği şefaat izniyle şefaatçi olacaklardır. Çünkü bunlar, bilerek hakka şehadet etmektedirler. Bazılarının yanlış olarak bunlara ilahlık payesi vermesi, onların şefaatçi olmalarına engel değildir.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
43. Zuhruf
Gönderi tarihi: 16-04-2014
1,177 kez okundu
Block title
Block content