33- وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِّمَّن دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ “Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve “ben gerçekten müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?”
-Allaha ibadete çağıran,
-Kendisiyle Rabbi arasında olan şahsi ibadetlerini düzgün bir şekilde yapan,
-Ve iftiharla ve İslâmı bir din ve hayat tarzı olarak benimseyerek “ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?
Ayet, bu özellikleri kendinde taşıyan herkesi içine alır.
Denildi ki: Ayet, Hz. Peygamber hakkında indi.
Denildi ki: Müezzinler hakkında indi.
34- وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ “İyilikle kötülük bir olmaz.”
Karşılık verilmesi ve akıbetin güzelliği noktasında ne iyilik ne de kötülük aynı değildir.
ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ “Kötülüğü en güzel bir şekilde sav.”
Yapılan bir kötülüğe, mümkün olan en güzel iyilikle mukabelede bulun.
Ayet, “kötü bir muameleye maruz kalırsam ne yapayım?” şeklinde mukadder bir soruya cevaptır. “en güzel bir şekilde” ifadesinin gelmesi, manayı ziyadesiyle takviye içindir. Bundan dolayı “güzel” kelimesi yerine “en güzel” ifadesi kullanıldı.
فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ “Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir.”
35- وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا “Bu davranışa ancak sabredenler kavuşturulur.”
Kötülüğe iyilikle mukabelede bulunmak, ancak sabredenlerin yapabileceği bir harekettir. Çünkü bu harekette, nefsi intikamdan alıkoymak vardır.
وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا ذُو حَظٍّ عَظِيمٍ “Buna ancak (hayırdan) büyük bir payı olanlar kavuşturulur.”
Böyle yapabilenler, hayırdan ve nefsin kemâlinden büyük bir pay sahibi olanlardır.
36- وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın.”
Çünkü insan kötü bir muameleye maruz kaldığında, şeytan o kötülüğe daha kötü bir muameleyle cevap vermek tarzında, aslında hiç de uygun olmayan şeyleri telkin eder.
O zaman şeytanın şerrinden Allaha sığın ve ona itaat etme.
إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ “Çünkü O, Semi’-Alim’dir.”
Çünkü O, senin kendisine sığınmanı işitir ve niyetini, salahını bilir.
37- وَمِنْ آيَاتِهِ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ “Gece ile gündüz ve güneş ile ay O’nun ayetlerindendir.”
لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ “Güneşe ve aya secde etmeyin.”
Çünkü ay da, güneş de sizin gibi emir altında birer mahlûktur.
Ayette, güneş ve ayın ilim ve irade sahibi olmadığını hissettirmek vardır.
وَاسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي خَلَقَهُنَّ إِن كُنتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ “Eğer sadece Allah’a ibadet yapıyorsanız, onları yaratan Allah’a secde edin.”
Çünkü secde, ibadetlerin en has olanıdır.[1>
Şafii mezhebinde, emir burada yer aldığından ayetin bu kısmı okunduğunda secde yapılır. Hanefi mezhebinde ise, mana diğer ayetin sonunda bitmesi esas alınarak, diğer ayetin sonunda secde yapılır.
38- فَإِنِ اسْتَكْبَرُوا فَالَّذِينَ عِندَ رَبِّكَ يُسَبِّحُونَ لَهُ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَهُمْ لَا يَسْأَمُونَ “Eğer büyüklük taslarlarsa, bilsinler ki Rabbinin nezdinde olanlar, gece gündüz hiç usanmadan O’nu tesbih ederler.”
“Rabbinin nezdinde olanlar”dan murat, meleklerdir.
“Gece ve gündüz tesbih etmeleri” ise, “daima tesbih ederler” anlamını taşır.
39- وَمِنْ آيَاتِهِ أَنَّكَ تَرَى الْأَرْضَ خَاشِعَةً “Onun ayetlerinden biri de şudur: Sen arzı huşu içinde (boynu bükük) görürsün.”
“Arzın huşu içinde olması”, onun tezellülünü istiare yoluyla ifade eder.
فَإِذَا أَنزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاء اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ “Onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman kıpırdar ve kabarır.”
إِنَّ الَّذِي أَحْيَاهَا لَمُحْيِي الْمَوْتَى “Onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir.”
إِنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Şüphesiz O, her şeye kadirdir.”
O, ihya ve imateden her şeye kâdirdir.
40- إِنَّ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي آيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَا “Âyetlerimiz konusunda doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz.”
Bu,
-Ayetleri tenkit etmek,
-Allahın kelâmında tahrifte bulunmak,
-Batıl te’viller yapmak,
-Okunurken gürültü çıkarmaya çalışmak gibi durumlardır.
Dolayısıyla, bu taşkınlıklarına mukabil onları cezalandırırız.
أَفَمَن يُلْقَى فِي النَّارِ خَيْرٌ أَم مَّن يَأْتِي آمِنًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ “O hâlde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir?”Ayette, kâfirlerin ateşe atılmalarına mukabil, mü’minlerin emin bir şekilde gelmelerinin nazara verilmesinde, onların hâlinin güzelliğini etkili bir şekilde anlatmak vardır.
اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ “Dilediğinizi yapın.”
Ayet, kâfirlere karşı şiddetli bir tehdit manası taşır.
إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ “Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”
Allahın, onların her hâlini gördüğünün nazara verilmesi, onlara ceza verilmesini bildirir.[2>
41- إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَاءهُمْ “Zikir kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler var ya…”Bu ayet, bir önceki ayette vasfedilenlerden bedel olabilir.
Veya yeni bir cümle olarak şöyle takdir edilir: “Zikir (Kur’an) kendilerine geldiğinde Onu inkâr edenler var ya, işte onlar inatçı kimselerdir.”
Veya “Zikir (Kur’an) kendilerine geldiğinde Onu inkâr edenler var ya, işte onlar helâk olacaklardır” şeklinde de değerlendirilebilir.
وَإِنَّهُ لَكِتَابٌ عَزِيزٌ “Şüphesiz o, azîz bir kitaptır.”
“O, azîz bir kitaptır.”
-Faydası pek çoktur, nazîri ise yoktur.
-Veya O ibtal edilmekten, tahrif edilmekten korunmuştur.
42- لَا يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِهِ “Ona ne önünden ne de ardından batıl gelemez.”Hiçbir cihetten ona bâtıl bir şey arız olamaz.Veya bundan murat, onda yer alan geçmişle ve gelecekle ilgili haberlerde batıl bir şey olmadığını anlatmaktır.
تَنزِيلٌ مِّنْ حَكِيمٍ حَمِيدٍ “O, Hakîm - Hamîd tarafından indirilmiştir.”
Her varlık kendisinde görülen hallerle O’nun hikmetine şehadet eder, nimetlerine ise hamdeder.
43- مَا يُقَالُ لَكَ إِلَّا مَا قَدْ قِيلَ لِلرُّسُلِ مِن قَبْلِكَ “Sana söylenenler, ancak senden önceki peygamberlere söylenmiş olanlardır.”Senden önceki peygamberlere kâfir olan kavimleri tarafından neler denilmişse, Sana da kendi kavminin kâfirleri benzeri şeyleri diyorlar.
إِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ وَذُو عِقَابٍ أَلِيمٍ “Hiç şüphesiz Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem verici bir ceza sahibidir.”
Senin Rabbin, peygamberlerine mağfiret sahibidir. Onların düşmanlarına ise, elem verici bir azap sahibidir.Şöyle de mana verilebilir: Hem Sana, hem de Senden önceki peygamberlere vahiyle söylenen, mü’minlerin mağfiret edileceğini ve kâfirlerin de cezalandırılacağını vaat etmek olmuştur.
44- وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا أَعْجَمِيًّا لَّقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ آيَاتُهُ “Eğer biz onu başka dilde bir Kur’an yapsaydık şöyle derlerdi: Keşke âyetleri genişçe açıklansaydı.”
Ayet, “Ona Arabça dışında bir dille Kur’an indirilse ya!” demelerine cevaptır. O zaman “anlayacağımız bir dille beyan edilse ya” derler.
أَأَعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّ “Başka dilde bir kitap ve Arab bir peygamber, öylemi?”
Muhatap Arab iken, Arabça olmayan bir kelâm mı?
Ayetten maksat, mahzuruna dikkat çekerek, taleplerinin ibtalidir.
Veya ayetler nasıl gelirse gelsin işi yokuşa süreceklerini ortaya koymaktır.
قُلْ هُوَ لِلَّذِينَ آمَنُوا هُدًى وَشِفَاء “De ki: O, iman edenler için bir hidayet ve şifâdır.”
O Kur’an, ehl-i imanı hakka sevkeden bir rehber ve onların sadırlarında olan şek ve şüphelere bir şifadır.
وَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ فِي آذَانِهِمْ وَقْرٌ “İman etmeyenlerin kulaklarında bir ağırlık vardır.”
وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًى “Ve o (Kur’an) kendilerine kapalı gelir.”
Bu, onların Kur’anı duymazdan gelmeleri ve O’nun gösterdiği ayetler karşısında görmez bir tavır sergilemelerindendir.
أُوْلَئِكَ يُنَادَوْنَ مِن مَّكَانٍ بَعِيدٍ “(Sanki) onlara uzak bir yerden sesleniliyor.”
Ayet, onların hakkı kabul etmemelerini anlatan bir temsildir. Uzaktan çağrılan bir kimse nasıl bir şey duymaz ve anlamazsa, bunlar da Kur’andan bir şey duymamakta ve anlamamaktadır.
[1>Hadiste “kulun Rabbine en yakın olduğu hâl, secde hâlidir” buyrulur.
[2>Yani, ayetin lazımı murattır. Her ne yaparsanız gördüğü için, bütün yaptıklarınızın cezasını verecektir.