20- أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ “Görmediniz mi, Allah göklerde ne var ve yerde ne varsa hepsini sizin hizmetinize verdi.”
Göklerdekilerin musahhar kılınması, insanların menfaatlerini netice veren sebepler yapılmaları, yerdekilerin musahhar kılınması ise, yerde olanlardan dolaylı veya doğrudan faydalanma imkânının insanlara verilmesidir.
وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً “Gizli ve açık olarak nimetlerini üzerinize yaydı.”
Allah size, göze görülen ve akılla anlaşılan, bildiğiniz ve bilmediğiniz nimetlerini bolca ihsan etti.Nimetin açıklaması ve tafsili, Fatiha sûresinde yapılmıştır.
وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُّنِيرٍ “İnsanlar içinde kimi de var ki, ne bir ilme, ne bir yol göstericiye ve ne de aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında mücadele eder.”
İnsanlardan bir kısmı Allahın birliği ve sıfatları hususunda,
1-Delile dayanan bir ilim,
2-Peygambere râci bir hidayet,
3-Allahın indirdiği aydınlatıcı bir Kitaba dayanmadan, sadece taklid ile Allah hakkında mücadele yapar. Ayetin devamı, onların taklid içinde olduklarını anlatır:
21- وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءنَا “Ken dilerine, “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiği zaman, “Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler.”Ayet, dînin usûlüyle ilgili meselelerde açık bir şekilde taklîdden men etmektedir.[1>
أَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ إِلَى عَذَابِ السَّعِيرِ “Ya şeytan, onları cehennem ateşi azabına çağırıyor olsa da mı..?”Buradaki zamir hem onlara, hem de taklid ettikleri ecdatlarına râci olabilir. Böyle meselelerde taklîdin ve şirkin sonu böyle bir ateştir.
“Ya şeytan...” ifadesinin cevabı hazfedilmiştir. “Yine de onlara mı uyacaklar?” şeklinde takdîr edilebilir.
Ayetteki soru üslûbu, inkâr ve taaccüp içindir.[2>
22- وَمَن يُسْلِمْ وَجْهَهُ إِلَى اللَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى “Kim muhsin olarak işini O’na havale edip, bütün benliğiyle O’na yönelirse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur.”
“Muhsin olarak”Bundan murat, “güzel amel işler olduğu hâlde” manasıdır.
“En sağlam kulp”Bir kimse dağın tepesine çıkmak istediğinde, nasıl ki üstten uzatılan sağlam bir ipe tutunur, öyle çıkar, Onun gibi Allaha taat içinde olup O’na dayanan biri de, o kimse gibi hiç kopmayacak sağlam bir ipe tutunmuş olur.
وَإِلَى اللَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ “Bütün işlerin sonu Allah’a dayanır.”Çünkü, bütün işler sonunda O’na döner.
23- وَمَن كَفَرَ فَلَا يَحْزُنكَ كُفْرُهُ “Kim de inkâr ederse, artık onun küfrü seni üzmesin.”
Çünkü Onun küfrü dünyada da, ahirette de Sana bir zarar vermez.
إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ “Onların dönüşü bizedir.”
Dünya ve ahirette onların dönüşü bizedir.
فَنُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُوا “O zaman onlara bütün yaptıklarını tek tek haber veririz.”
Biz onları helâk ederek ve azaplandırarak yaptıklarını kendilerine haber veririz.
إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ “Şüphesiz Allah, kalplerde olanları bilendir.”
Allah, değil sadece zâhirde görülenleri, kalplerde olanları da bilir ve ona göre karşılık verir.
24- نُمَتِّعُهُمْ قَلِيلًا “Biz, onları (dünyada) biraz yararlandırırız.”
Biz onları az bir zaman diliminde nimetlerle faydalandırır, keyiflendiririz.
Bunun “biraz” olması geçici olması yönündendir. Çünkü geçici olan devam edene nisbetle, az bir şey sayılır.
ثُمَّ نَضْطَرُّهُمْ إِلَى عَذَابٍ غَلِيظٍ “Sonra da onları ağır bir azaba sürükleriz.”
Sonra onları kendilerine çok ağır gelecek bir azaba mahkûm ederiz.
25- وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ “Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka “Allah” derler.”Mahlûkatı bir başkasına isnad etmeğe engel olan delillerin apaçık olması yüzünden “Allah” demeye mecbur kalırlar.
قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ “De ki: Elhamdülillah (Hamd, Allah’a mahsustur.)”
Sen de, onları ilzam ettiği ve kendi inançlarının bâtıl olmasını gerektiren böyle bir itirafa onları mecbur kıldığı için Allaha hamdet, “elhamdülillah” de.
بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ “Doğrusu onların çoğu bilmezler.”
Ama onların çoğu, böyle demelerinin kendilerinin ilzamı olduğunu bilmezler.
26- لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır.”
Göklerde ve yerde O’ndan başkası ibadet edilmeye layık değildir.
إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ “Şüphesiz Allah, Ğanî – Hamîd olan sadece Odur.”
Şüphesiz Allah Ğanî’dir, hamdedenlerin hamdine muhtaç değildir.
Hamîd’dir, kendisine hamd eden olmasa da hamde layık olandır.
27- وَلَوْ أَنَّمَا فِي الْأَرْضِ مِن شَجَرَةٍ أَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِن بَعْدِهِ سَبْعَةُ أَبْحُرٍ مَّا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللَّهِ “Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah’ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez.”
Yerdeki bütün ağaçlar kalem olsa, büyük okyanus gibi yedi okyanus daha olup bunların hepsi mürekkep hâline gelse, yine de Allahın kelimelerini yazmakla bitiremezler.
Ayetteki “kelimât” “kelimeler” anlamında olup cem-i kıllet vezninde gelmiştir. Bunda, bu kadar kalem ve mürekkebin az olan ilâhî kelimeleri bile yazmaya yetmeyeceğini hissettirmek vardır. Azı yazamazlarsa, çoğu nasıl yazsınlar?[3>
إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “Şüphesiz Allah Azîz’dir – Hakîm’dir.”
Allah Azîz’dir, hiçbir şey O’nu acze düşüremez.
Hakîm’dir, ilim ve hikmetinden hiçbir şey hâriç olamaz.
Sebeb-i Nüzûl
Ayet, Rasûlullaha soru soran Yahudilere bir cevaptır.
Veya Yahudiler kendilerine gelen Kureyş heyetine şöyle dediler: Muhammede şunu sorun: “Allah Tevratı indirdi, onda her şeyin ilmi var. Ama Kur’anda “Ve size ilimden ancak az bir şey verildi.” (İsra, 85) deniliyor. Bu ikisi birbirine zıt olmuyor mu?”
Bu münasebetle üstteki ayet nazil oldu.
28- مَّا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ إِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ “Sizin yaratılmanız ve sonra diriltilmeniz, ancak bir tek insanı yaratmak ve diriltmek gibidir.”Çünkü, bir iş onu başka bir işten alıkoymaz. Her şeyi vücud sahasına getirmeye O’nun zâtî kudretiyle beraber olan iradesinin taalluku yeter. Nitekim şöyle bildirmiştir:“Biz bir şeyi dilediğimiz zaman, ona sözümüz sadece “ol” dememizdir, o da hemen oluverir.” (Nahl, 40)
إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ “Şüphesiz Allah Semi’dir – Basîr’dir.”
Şüphesiz Allah bütün sesleri işitir, her şeyi görür. Bazılarını idraki, diğerlerini idrakine mâni olmaz. İşte, yaratması da böyledir.
29- أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ “Görmedin mi, Allah geceyi gündüze sokuyor, gündüzü geceye sokuyor.”
وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ “Güneş ve ayı da emrine boyun eğdirdi.”
Güneş ve ayın her biri belli bir yörüngede hareket eder. Güneş için bir yıllık, ay için de bir aylık belli bir süre vardır.
كُلٌّ يَجْرِي إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى “Her biri belirli bir süreye kadar akıp gider.”
Denildi ki: Bundan murat, kıyamete kadar hareketlerinin devam etmesidir.
وَأَنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ “Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
Yaptıklarınızın künhüne vâkıftır.
30- ذَلِكَ “Bu böyledir.”“Bu” ifadesi, daha önce zikredilen
-Allahın ilminin genişliği,
-Kudretinin şümûlü,
-Hayret verici sanatları, tasarrufları olmasına işarettir.
بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ “Çünkü Allah hakkın ta kendisidir.”
İşte, Allahın bütün bunları yapması, zâtında sâbit ve her cihetten vâcibu’l-vücud olmasındandır.Veya Allahın hak olması, ilâh oluşunun sabit olmasını ifade eder.
وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِن دُونِهِ الْبَاطِلُ “Onu bırakıp da taptıkları ise batıldır.”
Ama onların ilah kabul ettikleri, hadd-i zâtında madumdur, (yoktan yaratılmış ve yok olmaya mahkumdur.) Çünkü o batıl mabutlar bir şey icad edemezler. Herhangi bir özellik kazanmaları, ancak Allahın vermesiyledir.
Veya mana şu olabilir: Sizin ilah zannettiklerinizin ilah olmaları bâtıldır.
وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ “Şüphesiz Allah Aliyy – Kebîr olan ancak
O’dur.”Allah her şeyden yücedir, her şeye hükmeder.
[1> Dînin usûlü, inanç esaslarıdır, bunlarda körü körüne taklîd caiz değildir. Ama, içtihadî meselelerde, insanlar İmam-ı Azam, İmam-ı Şafiî gibi âlimleri taklîd ederler.
[2> Yani, şeytanın onları alevli bir azaba çağırdığında şüphe yoktur. Dolayısıyla bu üslûbta onları şeytana uymaktan sakındırmak ve göz göze ateşe gitmelerine de hayret etmek vardır.
[3> Cem-i kıllet, azlık bildiren çoğul şekline denilir.