1- الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَنزَلَ عَلَى عَبْدِهِ الْكِتَابَ “Hamd, o Allah’a mahsusturki kuluna kitabı indirdi.”
Kitaptan murat, Kur’andır. Allahın hamde layık olmasının Kur’anı indirmesine terettüp ettirilmesinde, onun en büyük nimetlerinden biri olduğuna bir tenbih vardır. Çünkü Kur’an,
-Kulları, kendisiyle kemâl bulacakları şeylere hidayet edicidir.
-Dünya ve ahiretin salahını intizam altına almaya sebeptir.
وَلَمْ يَجْعَل لَّهُ عِوَجَا “Ve onda hiçbir eğriliğe yer vermedi.”
O Kur’anda lafzın fesahatini bozan, mananın belağatini inciten hiçbir eğrilik yoktur.
Veya o Kur’an’da Cenab-ı Hakka davetten bir inhiraf, bir sapma söz konusu değildir.
Ayette geçen “ıvec”, eğrilik anlamındadır. Eğrilik, maddî şeyler için söz konusu olduğu gibi, manevî şeylerde de kullanılır.
2- قَيِّمًا “Dosdoğru (bir kitap) olarak (indirdi).”
O Kur’an dosdoğru, mu’tedil bir kitabtır, onda ifrat ve tefrit yoktur.
Kur’anın “kayyim” olması, aynı zamanda kulların maslahatlarını ayakta tutması anlamına gelir. Bu durumda bu ifade, Kur’anın kemâlini bildirdikten sonra onun “kemâle erdirici” özelliğini nazara verir.
Onun “kayyim” olması, önceki semavî kitapları tamamlaması, onların sıhhatine şehâdet etmesi yönünden de olabilir.
لِّيُنذِرَ بَأْسًا شَدِيدًا مِن لَّدُنْهُ “Ta ki katından şiddetli bir azaba karşı uyarsın.”
Kur’an, inkârcı kâfirleri şiddetli bir azapla uyarmak için indirildi.
وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا حَسَنًا “Ve Salih ameller yapan mü’minlere kendileri için güzel bir mükafat bulunduğunu müjdelesin.”“Güzel bir mükafat”dan murat, cennettir.
3- مَاكِثِينَ فِيهِ أَبَدًا “Onlar orada sürekli kalacaklardır.”
4ّ- وَيُنذِرَ الَّذِينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللَّهُ وَلَدًا “Ve “Allah çocuk edindi” diyenleride uyarsın.”
Biraz önce Kur’anın uyarmak için geldiğine dikkat çekilmişti. Burada, “Allaha çocuk isnat edenleri uyarmak için geldiği”nin ayrıca ifade edilmesi, böyle bir küfrün ne derece büyük olduğuna dikkat çekmek içindir.
Bunlar için nasıl bir cezanın olduğunun burada zikredilmemesi, daha önce inen ayetlerde bahsedildiği içindir. Onlarla yetinilerek burada ayrıca anlatılmamıştır.
5- مَّا لَهُم بِهِ مِنْ عِلْمٍ وَلَا لِآبَائِهِمْ “Bu hususta kendilerinin de, atalarının da hiçbir bilgisi yoktur.”
Yani, onlar böyle bir sözü tam bir cehaletle, aldatıcı bir tevehhümle söylüyorlar.
Veya onlar, öncekilerden duyduklarını taklitle onların ne dediğini tam anlamadan cahilce böyle söylüyorlar. Çünkü öncekiler “baba ve oğul” kelimelerini müessir ve eser manasında kullanıyorlardı.
Veya onlar Allahı bilmediklerinden böyle söylüyorlar. Şayet bilselerdi “O’nun çocuk edinmesi” gibi iftiraları söylemezlerdi.
كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ “Ağızlarından çıkan bu söz ne büyük oldu!”
Onlardan sadır olan bu söz, Allahı insanlara benzetmek, insanları O’na şerik kılmak, Allahın kendisine yardım edecek ve yerine geçecek birine ihtiyacı olduğunu vehme getirmek gibi batıl şeyleri içinde tazammun ettiğinden çok büyük bir küfür olmuştur.
Ayetteki “Ağızlarından çıkan” kaydı, onların böyle bir sözü ağızlarından çıkarmaya cüret etmelerinin ne derece büyük bir vebal olduğunu anlatır.
إِن يَقُولُونَ إِلَّا كَذِبًا “Onlar, yalandan başka bir şey söylemiyorlar.”
6- فَلَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ عَلَى آثَارِهِمْ إِن لَّمْ يُؤْمِنُوا بِهَذَا الْحَدِيثِ أَسَفًا “Onlar,bu söze inanmazlarsa, arkalarından üzülmekten neredeyse kendini helak edeceksin!”
Onlar imandan yüz çevirdiklerinde, neredeyse arkalarından kendini yiyip bitireceksin.
Cenab-ı Hak, Hz. Peygamberin o kâfirlerin yüz çevirmeleri karşısında içinde bulunduğu hâli, sevdiği kimseler kendisinden ayrıldığında onlara üzüntüden kendini yiyip bitiren kimseye benzetti.“Bu söz”den murat, Kur’andır.
7- إِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْأَرْضِ زِينَةً لَّهَا لِنَبْلُوَهُمْ أَيُّهُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا “Biz, arzın üzerinde olanları, insanların amelce hangisinin daha güzel olacağını deneyelim diye, ona bir zînet kıldık.”
Biz, dünya üzerinde olan hayvan, bitki ve madenleri dünyaya ve dünyadakilere bir zînet kıldık.Ta ki insanların birbirleriyle muamelelerinde hangisinin amelce en güzel olduğunu ortaya koyalım.
“Amelce daha güzel olan”
-Dünyaya karşı zâhid olan,
-Ona aldanmayan,
-Günlerin getirdiğine kanaat eden,
-Elde ettiklerini uygun yerlere sarfeden kimsedir.
Ayet-i Kerîmede, Hz. Peygambere bir teskîn vardır.
8- وَإِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعِيدًا جُرُزًا “Şüphesiz biz, onda olanları kup kuru bir toprak kılacağız.”
Yani, biz o dünya üzerinde olan zîneti, toprağa çeviririz, üzerinde bitki bitmez çıplak toprak yaparız.Ayette, zâhid olmaya (dünyaya gönül bağlamamaya) teşvik vardır.
9- أَمْ حَسِبْتَ أَنَّ أَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّقِيمِ كَانُوا مِنْ آيَاتِنَا عَجَبًا “Yoksa sen Ashab-ı Kehf’i ve Rakim’i şaşılacak âyetlerimizden mi sandın?”
Sen, Ashab-ı Kehf ve Rakîmi, uzun müddet hayatta kalmalarıyla bizim hayret verici ayetlerimizden sanıyorsun. Hâlbuki Allahın yeryüzünde aynı topraktan sayısız türleri ve cinsleri birbirinden uzak tabiatlerde, farklı görünümlerde, bakanları hayran bırakır şekilde yaratmasına ve ardından bunları tekrar toprağa çevirmesine nispetle, onların kıssası o kadar da hayret edilecek bir şey değildir. Gerçi Ashab-ı Kehf de Allahın ayetlerindendir, ama bütün bu ayetler içinde az bir şey sayılır.Kehf, dağdaki geniş mağaradır.
Rakîm, dağın veya onların bulunduğu mağaranın yer aldığı vâdinin adıdır.
Onların belde veya köpeklerinin adı olduğunu söyleyenler de olmuştur.
Veya kurşundan veya taştan bir levha olup, bu kitabeye onların isimleri yazılmış, mağaranın kapısına konulmuştur.Denildi ki: Ashab-ı Rakîm, Ashab-ı Kehf’ten başkadır. Bunlar üç kişi idiler. Yağmura tutuldular, bir mağaraya sığındılar.
Derken yukarıdan bir kaya yuvarlandı, mağara kapısını kapadı. Bunun üzerine içlerinden biri dedi: Bir iyilik yapmışsanız onu zikredin, olur ki Allah o iyilik bereketine bize merhamet eder.
Bunun üzerine biri dedi: Bir gün yanımda amele çalıştırıyordum. Derken adamın birisi gün ortasında geldi, günün geri kalan vaktinde onların bir günde yaptığı iş kadar iş yaptı, ben de diğerlerine verdiğim kadar ücret verdim. Bunu gören işçilerden biri kızdı, ücretini almadan gitti. Ben de ücretini bir köşeye ayırdım. O parayla bir buzağı aldım, onun da nesli çoğaldı. Hayli zaman sonra bana tanımadığım, yaşlı, zayıf biri uğradı. “Benim sende bir günlük alacağım var” dedi, olayı bana hatırlattı. Ben de o buzağıdan meydana gelen sürünün hepsini verdim. Allahım, şayet bunu Senin rızan için yapmışsam bizi buradan çıkart.
Bu kişinin duası bitince dağ sarsıldı, dışarıdaki ışığı görür hâle geldiler.
Bir diğeri şöyle dedi: Zengin biri idim, insanlara da kıtlık isabet etmişti. Birgün bir kadın geldi, benden bir miktar yardım istedi. Ben de “seninle beraber olmadan olmaz” dedim. O, kabul etmedi. Sonra üç defa geldi, döndü. Eşine söyleyince eşi “icabet et, ailene yardımcı ol” dedi. Derken yanıma geldi, kendini teslim etti. Ben tam niyetlenmiştim ki, kadın şöyle bir sarsıldı. “Neyin var?” dedim. “Allahtan korkuyorum” dedi. Ben de “Sen, şu çaresiz hâlinde Allahtan korkuyorsun, ama ben şu geniş imkânlarım içinde korkmuyorum” deyip kadını bıraktım. Talep ettiği yardımı da kendisine yaptım. Allahım bunu Senin rızan için yapmışsam, bizi buradan çıkart.
Bunun üzerine dağ sarsıldı, kaya biraz daha açıldı, birbirlerini görür hâle geldiler.
Üçüncü adam da şöyle dedi: Benim yaşlı anne ve babam vardı, bir de koyun sürüm vardı. Anne-babamı yedirir, içirir sonra sürüme dönerdim.Bir gün yağmurdan dolayı çok geç kaldım. Aileme vardım, kovayı alıp sütü sağdım, anne-babamın yanına gittim. Onları uyumuş buldum. Onları uyandırmaya kıyamadım. Oturdum, süt elimde onları bekledim.
Sabah oldu uyandılar, sütü onlara takdim ettim. Allahım, eğer bunu Senin rızan için yapmışsam, bizi buradan çıkart.
Allah da önlerindeki kayayı kaldırdı, böylece oradan çıktılar.
Numan Bin Beşir, bunu Hz. Peygamberden naklen anlatmıştır.[1>
10- إِذْ أَوَى الْفِتْيَةُ إِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا “Hani gençler mağaraya sığınıp şöyle dediler:”
Bunlar Rum eşrafından bazı gençlerdi. İmparator Dakyanus bunları zorla müşrik yapmak istedi. Onlar ise direndiler, mağaraya kaçtılar.
رَبَّنَا آتِنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً “Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver.”
O rahmetinle bizi bağışla, rızıklandır, düşmandan emin kıl.
وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ أَمْرِنَا رَشَدًا “Ve bizim için şu işimizden bir kurtuluş yolu hazırla.”
11- فَضَرَبْنَا عَلَى آذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِنِينَ عَدَدًا “Biz de mağarada nice yıllar onların kulaklarını (dış dünyaya) kapattık.”
Bundan murat, onların kulaklarına ses gelmeyecek şekilde uyutulmalarıdır.
12- ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ أَيُّ الْحِزْبَيْنِ أَحْصَى لِمَا لَبِثُوا أَمَدًا “Sonra da iki hizipten hangisinin, onların kaldıkları süreyi daha iyi hesapladığını bilelim diye, onları tekrar uyandırdık.”
Allah, onların gelecekteki hâllerini biliyordu. Ayette “bilelim” denilmesinden murat, önceki o bilginin şimdiki hâle de mutabık olduğunun gösterilmesidir.
“İki hizipten” murat, ne kadar kaldıkları hususunda Ashab-ı Kehfin kendi içindeki farklı iki görüş olabileceği gibi, başkalarından da olabilir.
13- نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَأَهُم بِالْحَقِّ “Biz sana onların kıssalarını gerçek olarak anlatacağız.”
. إِنَّهُمْ فِتْيَةٌ آمَنُوا بِرَبِّهِمْ “Şüphesiz onlar, Rablerine iman eden bazı gençler idi.”
وَزِدْنَاهُمْ هُدًى “Biz de onların hidayetlerini artırdık.”
14- وَرَبَطْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ “Onların kalplerine kuvvet verdik.”
-Vatanı, aileyi ve malı terk etmelerine karşı sabır vererek,
-Hakkı izhar etmeye ve zorba Dakyanusu reddetmeye cesaretlendirerek, onların kalplerini kuvvetlendirdik.
إِذْ قَامُوا فَقَالُوا “(Hükümdarın karşısında) kıyam edip dediler ki:”
رَبُّنَا رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir.”
لَن نَّدْعُوَ مِن دُونِهِ إِلَهًا “O’ndan başkasını asla ilâh olarak çağırmayız.”
لَقَدْ قُلْنَا إِذًا شَطَطًا “Yoksa saçma bir söz söylemiş oluruz.”
Dakyunusun karşısında cesurca dikilip, “Şayet Allahtan başkasını ilah olarak çağırırsak, vallahi o takdirde haktan uzak, zulümde taşkın bir söz söylemiş oluruz” dediler.
15- هَؤُلَاء قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً “İşte bu kavmimiz, O’nun dışında ilahlar edindi.”
Bu ifadeleri, inkâr manasında ihbardır.[2>
لَّوْلَا يَأْتُونَ عَلَيْهِم بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍ “Onlar hakkında açık bir delil getirselerdi ya!”
Keşke onlara ibadet etmek gerektiği konusunda açık bir delil getirselerdi! Çünkü din, delile dayanır.Ayette, delili olmayan dinle alâkalı meselelerin reddedilmesi gerektiğine ve taklîdin caiz olmadığına bir delil vardır.
فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا “Artık Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?”Şerik nisbet ederek Allaha iftira edenden daha zalim kim olabilir?
1ّ6- وَإِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ إِلَّا اللَّهَ فَأْوُوا إِلَى الْكَهْفِ “Mademki siz, onlardan ve Allah’tan başka taptıklarından ayrıldınız, o halde mağaraya sığının.”
Yani, “o kavimden ve Allah dışında onların mabutlarından ayrıldığınızda mağaraya sığının ki Rabbiniz size dünya ve ahirette bolluk ve genişlik versin.”
Böyle denilmesi, kavimlerinin diğer müşrikler gibi Allah ile beraber putlara tapmalarındandır.
يَنشُرْ لَكُمْ رَبُّكُم مِّن رَّحمته “Ta ki Rabbiniz rahmetinden size genişlik versin.”
ويُهَيِّئْ لَكُم مِّنْ أَمْرِكُم مِّرْفَقًا “Ve işinizi rast getirip kolaylaştırsın.”
Böyle net bir şekilde ifade etmeleri, Allahın lütfuna tam inanmaları ve güvenmelerindendi.
Sen onları gördüğünde şöyle görürdün:
17- وَتَرَى الشَّمْسَ إِذَا طَلَعَت تَّزَاوَرُ عَن كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ “Görürsün ki, güneş doğduğunda bulundukları mağaranın sağ tarafına yönelir.” Burada hitap Hz. Peygamberedir veya muhatap olan herkesedir.Yani, güneş doğduğunda mağaralarından sağ tarafa meyleder, ışıkları üzerlerine gelmezdi, böylece eza görmezlerdi.
Çünkü mağara, güneye bakıyordu.
Veya ayetten murat, Allahın doğrudan güneş ışıklarını onlardan uzak kılmasıdır.
وَإِذَا غَرَبَت تَّقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ “Battığında ise, sol taraftan onlara uğramadan geçer.”
وَهُمْ فِي فَجْوَةٍ مِّنْهُ “Onlar, mağaranın geniş bir yerinde idiler.”
Onlar, mağaranın ortasında genişçe bir yerde olduklarından rahat teneffüs ediyorlardı. Mağaranın nahoş hallerinden ve güneş ışığının üzerlerine çöküp de cesetlerine ezâ vermesinden, elbiselerini çürütmesinden onları koruyordu.
ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ “İşte bu, Allah’ın ayetlerindendir.”
“İşte bu” ile işaret edilen durum,
-Onların hâli,
-Mağaraya sığınmaları,
-Allahın sana onların hâlini haber vermesi,
-Güneşin doğarken ve batarken onların üzerine uğramadan yan taraftan gelip geçmesi durumları olabilir.
İşte bu, Allahın ayetlerindendir.
مَن يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِي “Allah kime hidayet ederse, işte o hidayete
ulaşmıştır.”
Allah kime tevfik verip hidayet ederse, işte o kimse kurtuluşa ermiştir.
Ayetten murat,
-Ya Ashab-ı Kehfi sena etmektir,
-Veya şu manaya tenbihte bulunmaktır: Böyle ayetler çoktur. Lakin bunlardan faydalananlar, bunları tefekkür etmeye ve bunlardan ibret almaya Allahın muvaffak kıldığı kimselerdir.
وَمَن يُضْلِلْ فَلَن تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُّرْشِدًا “Kimi de saptırırsa, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın.”Allah kime de yardım etmez, ondan inayetini keserse, sen ona asla ne bir dost, ne de bir mürşit bulamazsın.
18- وَتَحْسَبُهُمْ أَيْقَاظًا وَهُمْ رُقُودٌ “Onlar uykuda oldukları halde, sen onları uyanık sanırsın.”
Gözlerinin açık olmasından veya sağa sola çokça çevrilmesinden dolayı Sen onları uyanık zannedersin.
وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَذَاتَ الشِّمَالِ “Biz onları sağa ve sola çeviririz.”
Aradan geçen uzun zaman dilimi içinde toprak onların bedenlerini çürütmesin diye biz onları sağa-sola çevirmekteyiz.
وَكَلْبُهُم بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَصِيدِ “Köpekleri de girişte ön ayaklarını ileri doğru uzatmıştı.”
Onların köpekleri mağaraya giderlerken peşlerine takılmıştı. Onu kovdular, ama Allah köpeği konuşturdu ve köpek onlara “Ben Allahın sevdiği zâtları seviyorum. Ben size bekçilik yaparım” dedi.
Veya başka bir rivayete göre bu köpek bir çobana aitti. Çoban onlara katılınca, köpek de çobanın peşinden onlarla geldi.
لَوِ اطَّلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَارًا “Eğer onlara muttali olsaydın, arkana bakmadan kaçardın.”
وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْبًا “Ve için korku ile dolardı.”
Çünkü Allah onlara bir heybet vermişti.
Veya cüsseli olmaları ve uykuda iken gözlerinin açık olmasından dolayı böyle bir korku söz konusu olabilir.
Denildi ki: Mekânlarının ıssızlığından içinde bir korku duyardın.
Muaviye ile ilgili şöyle bir olay nakledilir:
Muaviye Rum diyarına savaşa çıkmıştı, Ashab-ı Kehfin mağarasına da uğradı. “Şunlar açılsa da onlara baksak” dedi. İbnu Abbas şunu hatırlattı: Bu sana müyesser olmaz. Allah senden daha hayırlı olana (Hz. Peygambere) şöyle buyurdu: “Eğer onlara muttali olsaydın, arkana bakmadan kaçardın.” Ama Muaviye dinlemedi, bazı insanları mağarayı açmaları için gönderdi. Onlar mağaraya girdiklerinde bir rüzgâr geldi, onları yaktı, kavurdu.
19- وَكَذَلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءلُوا بَيْنَهُمْ “Böylece birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık.”
Bir ayet/ mu’cize olarak onları uyuttuğumuz gibi, kudretimizin kemaline yine bir ayet/ mu’cize olarak onları dirilttik.
Ta ki birbirlerine sual etsinler de durumlarını öğrensinler, Allahın onlara ne yaptığını anlasınlar. Böylece Allahın kudretinin kemâline yakînleri artsın. Böyle bir olayla yeniden dirilme olayına istidlâlde bulunsunlar. Bununla Allahın onlara olan nimetlerine şükretsinler.
قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ “Onlardan biri dedi: Ne kadar kaldınız?”
قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ “(Bazıları) “Bir gün ya da günün bir kısmı kadar kaldık” dediler.”Bu ifadeleri zann-ı galibe göre söylediler. Çünkü uykudaki insan ne kadar süre uykuda olduğunu tam bilemez. Bunun içindir ki, sözlerinin devamında bu konudaki bilgiyi Allaha havale ettiler:
قَالُوا رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ “(Bazıları da) şöyle dediler: Ne kadar durduğunuzu Rabbiniz en iyi bilir.”Bu ifadenin, içlerinden bir kısmının sözü olması da caizdir. Bu durumda, diğerlerinin sözlerini uygun bulmamak söz konusu olur.
Denildi ki: Onlar mağaraya sabah erkenden girdiler. Öğle vakti ise uyandılar. Aynı günün veya diğer günün öğle vakti zannedip “bir gün veya bir günün bir kısmı uyuduk” dediler.
Ama tırnaklarının, saç ve sakallarının uzamış olduğunu görünce “Ne kadar durduğunuzu Rabbiniz en iyi bilir” diyerek ihtiyatlı konuştular. Sonra ne kadar kaldıklarının kendilerinin bilemeyeceği şekilde karışık olduğunu anlayınca, daha mühim olan duruma yönelip şöyle dediler:
فَابْعَثُوا أَحَدَكُم بِوَرِقِكُمْ هَذِهِ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلْيَنظُرْ أَيُّهَا أَزْكَى طَعَامًا “Şimdi siz birinizi, bu parayla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz.”
Şehirden murat, Tarsus’tur.
Giden kimse, o şehirdekilerden hangi yiyeceğin daha helâl ve temiz veya daha çok ve daha ucuz olduğuna baksın.
فَلْيَأْتِكُم بِرِزْقٍ مِّنْهُ “Ondan size bir rızık getirsin.”
وَلْيَتَلَطَّفْ “Hem çok dikkatli davransın.”
Alış-verişte latif muamele etmeye çalışsın, ta ki aldanmasın.
Veya gizliliğe dikkat etsin, etrafta tanınmasın.
وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ أَحَدًا “Ve sakın sizi kimseye hissettirmesin.”
Sakın sakın sizin burada olduğunuzu hissettirecek yanlış bir harekette bulunmasın.
20- إِنَّهُمْ إِن يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ “Çünkü onlar, sizi ellerine geçirirlerse taşlayarak öldürürler.”
أَوْ يُعِيدُوكُمْ فِي مِلَّتِهِمْ “Veya kendi dinlerine çevirirler.”
Veya zorla kendi dinlerine döndürürler.
Denildi ki: Ashab-ı Kehf, önce onlarla aynı dinde idiler, sonra mü’min oldular.
وَلَن تُفْلِحُوا إِذًا أَبَدًا “Ve o zaman siz asla kurtuluşa eremezsiniz.”
Şayet onların dinine girerseniz, asla iflah olmazsınız.
2ّ1- وَكَذَلِكَ أَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُوا أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَأَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ فِيهَا “Böylece insanları onlardan haberdar kıldık ki, Allah’ın vaadinin hak olduğunu ve kıyamet gününde asla şüphe olmadığını bilsinler.”Onları uyuttuğumuz ve basiretlerinin artması için dirilttiğimiz gibi, onların hallerine diğer insanları muttali kıldık.Ta ki o muttali kılınan kimseler kendilerine vaat edilen öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu bilsinler. Çünkü Ashab-ı Kehfin uyutulmaları ve uyandırılmaları ölen ve sonra diriltilen kimseler gibidir.
Zira onların nefislerini vefat ettirip üçyüz sene tutan, bedenlerini çözülmekten, dağılmaktan koruyan, sonra o ruhları bedenlere gönderen Allah, bütün insanların ruhlarını vefat ettirmeye, bedenleri diriltilinceye kadar o ruhları tutmaya ve o ruhları, diriltilen bedenlere geri vermeye kâdirdir.
إِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ أَمْرَهُمْ “(Onları bulanlar), aralarında durumlarını tartışıyorlardı.”
Biz, o kimseler dinin meselelerini kendi aralarında tartıştıkları bir zamanda, onları Ashab-ı Kehfe muttali kıldık. Bir kısmı “sadece ruhlar diriltilecek” diyor, bazısı “ruhlar ve cesetler beraber diriltilecek” diyorlardı. Böylece aralarında ihtilaf sona erdi, diğer âlemde ruh ve cesedin beraber olacağını anladılar.
Onların tartışmaları Ashab-ı Kehf hakkında da olabilir. Allah onları bu uyanmalarından sonra vefat ettirince, bir kısmı “onlar artık öldü” dedi. Diğerleri de “birincide olduğu gibi uykuya daldılar” şeklinde değerlendirdi.
Veya bu tartışmaları, onların kabirleriyle ilgili olabilir. Bir kısmı şöyle demişti: “Onların üzerine bir bina yapalım, insanlara sükunet versin. O binayı Allaha yakınlığa vesile yapsınlar!”
Diğerleri ise dediler: “Hayır, onların üzerlerine bir mescid yapalım, orada namaz kılınsın, dua edilsin.”
Ayetin devamı bu manaya dikkat çekmektedir:
فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِم بُنْيَانًا “Dediler ki: Üstlerine bir bina yapın.”
رَّبُّهُمْ أَعْلَمُ بِهِمْ “Onların Rabbi onları en iyi bilendir.”
قَالَ الَّذِينَ غَلَبُوا عَلَى أَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِم مَّسْجِدًا “Onlar hususunda üstün gelenler ise “Üzerlerine muhakkak bir mescid yapacağız” dediler.”Ayetin “onların Rabbi onları en iyi bilendir” kısmı bir ara cümledir. Bu cümle,
-Ya onlar hakkında tartışmaya dalan bu iki gruba red olarak ifade buyurmuştur.
-Veya o zamanda o tartışanların bir ifadesidir.
-Veya Hz. Peygamber zamanında onlar hakkında tartışanlar hakkındadır.
-Veya onların nesebleri ve halleri hakkında gerçek bir bilgiye sahip olmadıkları hâlde, bunların ilmini Allaha havale etmek yerine ileri geri konuşan kimselere bir reddir.
Hikâye edilir ki, Ashab-ı Kehfin gönderdiği kimsenin elindeki parada Dakyanusun ismi vardı. Çarşıya gidip parayı çıkardığında Onu hazine bulmakla suçladılar, hükümdara götürdüler. Hükümdar, tevhid ehli bir Hristiyan idi. Bunun üzerine başlarından geçenleri anlattı. Dinleyenlerden bazıları şöyle dedi: “Ecdadımız bize haber verdi ki, bazı gençler dinlerinden dolayı Dakyanus’tan kaçmışlar. Belki de bunlar işte onlardır!”
Bunun üzerine Hükümdar ve mü’miniyle kâfiriyle bütün şehir ahalisi yola koyuldular, onları gördüler, onlarla konuştular. Sonra bu gençler hükümdara “Allaha ısmarladık, Allah seni cin ve insin şerrinden korusun!” dediler. Ardından mağaraya döndüler, orada vefat ettiler. Hükümdar onları mağaraya defnetti ve üzerlerine bir mescit yaptırdı.
Denildi ki: Mağaraya vardıklarında bu genç şöyle dedi: “Siz burada durun, önce ben gireyim, taki arkadaşlarım sizden korkmasınlar.” Bu genç içeri girdi, onlara ise nereden girdiği gizli kaldı. Onlar da oraya bir mescid bina ettiler.
22- سَيَقُولُونَ ثَلَاثَةٌ رَّابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ “(Bazıları:) “Onlar üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir” diyecekler.”Ayette bahsedilen kimseler Hz. Peygamber devrinde onların kıssası üzerinde tartışmaya giren ehl-i kitap ve mü’minlerdir.
Bu, Yahudilerin görüşüdür.
Denildi ki: Necran Hristiyanlarından Seyyidin görüşüdür. Kendisi Yakubî idi.
وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ “(Diğer bazıları da) “Onlar, beş kişidir,altıncıları köpekleridir” diyecekler.”Bunu diyen de Hristiyanlardır.
Veya onlardan biri olan Âkıb’dir. Âkıb, Nasturî idi.
رَجْمًا بِالْغَيْبِ “Onlar racmen bilgayb böyle diyorlar.”
Onlar, böyle söylerken gerçeğe muttali olarak değil, sırf zanna dayalı olarak konuşuyorlar.
وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ “(Kimileri de:) “Onlar yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir” diyecekler.”
Müslümanlar da böyle söyleyecekler. Müslümanların bu görüşü, Hz. Peygamberin Hz. Cebrailden naklen bir haberine dayanarak ve ayetin devamında Cenab-ı Hakkın imasına binaendir.
قُل رَّبِّي أَعْلَمُ بِعِدَّتِهِم “De ki: Rabbim onların sayılarını en iyi bilendir.”
مَّا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا قَلِيلٌ “Onları ancak pek azı bilir.”
Cenab-ı Hak, önceki görüşlerin peşinde “racmen bil gayb” dedi, onların zanna dayanarak böyle dediklerini belirtti. Devamında ise sayıları az da olsa bir grubun onların adedini bildiğini söyledi.
Bu konuda görüşler üç çeşit olup ikisinin doğru olmadığı ifade edilince, üçüncünün doğruluğu ortaya çıkar. Çünkü böyle bir yerde dördüncü bir görüşün söylenmemesi, başka görüş olmadığına bir delildir. Sonra önceki iki görüşü “gayba taş atmak” şeklinde reddetti, bununla üçüncünün doğruluğuna işarette bulundu.
Hz. Ali’den de bu üçüncü görüş rivayet edilmiştir. Bu rivayette onların isimleri şöyle geçer:
Yemliha, Mekselina Mislîna. Bu üçü hükümdarın sağında yer alırlardı.
Mernuş, Debernuş ve Şazenuş. Bu üçü de solunda yer alırlardı. Hükümdar bu altısıyla meşveret ederdi. Yedincileri onlara katılan çobandır. Köpeklerinin ismi Kıtmîr’dir. Şehirlerinin ismi ise Efsus’tur.
Denildi ki: Ayette anlatılan üç görüşün tamamı ehl-i kitabındır. Gerçek sayıyı bilenler de onlardan olan bazı kimselerdir.
فَلَا تُمَارِ فِيهِمْ إِلَّا مِرَاء ظَاهِرًا “Bu sebeple onlar hakkında bir münakaşaya girişme, ancak ana hatlarıyla tartış.”
Onlar hakkında derinlemesine bir tartışmaya girme, ancak ana hatlarıyla meseleyi ele al. Bu da,
-Onları bilmemekle suçlamadan,
-Kendilerini reddetmeden,
-Kur’anda sana anlatılanı kendilerine anlatmak şeklinde olsun.
وَلَا تَسْتَفْتِ فِيهِم مِّنْهُمْ أَحَدًا “Ve bunlar hakkında onlardan hiç kimseye de bir şey sorma!”
Ve onların kıssası hakkında bir şeyler öğrenmek için onlardan hiçbirine bir şey sorma, Çünkü Sana vahiyle bildirilenlerde başkasına ihtiyaç duyurmayacak şeyler bulunmaktadır. Kaldı ki, zâten onların da bu konuda bir bilgileri yoktur.
Keza, onları köşeye sıkıştırmak, tahkîr etmek için de bir şey sorma. Çünkü böyle bir sual tarzı, mekarim-i ahlaka (yüce ahlaka) aykırıdır.
23- وَلَا تَقُولَنَّ لِشَيْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذَلِكَ غَدًا “Herhangi bir şey için, “Ben yarın onu yapacağım” deme.”
2ّ4- إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ “Ancak, “Allah dilerse” de.”
Sebeb-i Nüzûl
Yahudiler Kureyşe şöyle demişlerdi: “Muhammed’e ruhtan, Ashab-ı Kehf’ten ve Zülkarneyn’den sorun.” Onlar da sordular. Hz. Peygamber (asm) “yarın gelin, size haber vereyim” dedi, ama “inşaallah” ifadesini kullanmadı. Bunun üzerine kendisine vahyin gelmesi on küsur gün gecikti. Bu durum Hz. Peygambere ağır geldi. Kureyş de kendisini yalanladı.
Ayet, Allahtan Hz. Peygambere bir edeb dersidir.
وَاذْكُر رَّبَّكَ إِذَا نَسِيتَ “Ve unuttuğunda Rabbini zikret.”
Rabbinin meşietini an ve “inşaallah” de.
Nitekim ilgili rivayette, bu ayet nazil olduğunda Hz. Peygamberin “inşaallah” dediği nakledilir.Şayet bu konuda Senden bir ihmal olur da sonra hatırlarsan “inşaallah”de.
İbnu Abbasın, bir yıl sonra da hatırlasa “inşaallah” dediğinde o kimsenin yalancı olmayacağını söylediği nakledilir. Bunun için O, istisnanın tehirini caiz görür. Ama bütün fıkıh âlimleri bunun zıddını söylediler. Çünkü istisnanın sonra da yapılması geçerli sayıldığında ne bir ikrar, ne bir boşama ne bir köle azat etme gerçekleşir. Doğru ve yalan birbirinden seçilmez. Ayette ve herhangi bir rivayette böyle bir manaya delâlet yoktur. Ayette
“Unuttuğunda Rabbini zikret” denilmektedir. “İnşaallah de” kısmı tefsir olarak takdir edilmektedir. Bu mukadder cümle, başka şekillerde de olabilir. Mesela “İnşaallah demeyi unuttuğunda, Rabbini tesbih ve istiğfarla zikret,” Bu mana, “İnşaallah” demeye ziyadesiyle teşviktir.
Veya “Sana emrettiği bazı şeyleri terk ettiğinde Rabbini ve cezalandırmasını zikret, ta ki Seni eksiklerini telafiye sevketsin!”
Veya “Sana unutmak arız olduğunda, unutulanı hatırlatması için Rabbini zikret.”
وَقُلْ عَسَى أَن يَهْدِيَنِ رَبِّي لِأَقْرَبَ مِنْ هَذَا رَشَدًا “Ve “Umarım Rabbimbeni, bundan daha doğru olana ulaştırır” de.”De ki: Umarım ki Rabbim bana risaletim hususunda Ashab-ı Kehf kıssasından daha ziyade irşad eden ve çok daha açık bir şekilde delil olan şeylere hidayet eder. Nitekim Allahu Teâlâ,
-Çok uzak devirlerdeki peygamberlerin kıssalarıyla,
-Gaybtan verdiği haberlerle,
-Kıyamete kadarki asırlarda meydana gelecek olaylara işaretle bu kıssadan daha büyüklerine hidayet etti.
Veya ayetten murat unutulandan daha ziyade hayırlı bir irşada muvaffak kılınmak da olabilir.
25- وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا “Onlar, mağaralarında üçyüz yıl kaldılar ve dokuz yıl da buna ilave ettiler.”Ayet, daha önce mücmel geçilen müddeti beyandır.
Denildi ki: Bu ifade, ehl-i kitabın kelâmını hikâyedir. Çünkü onlar, Ashab-ı Kehfin sayısı hakkında ihtilaf ettikleri gibi, ne kadar müddet kaldıklarında da ihtilaf etmişlerdi. Bir kısmı “üçyüz yıl” derken, bir kısmı da “üçyüz dokuz yıl” dediler.
2ّ6- قُلِ اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثُوا “De ki: Onların ne kadar kaldıklarını Allah eniyi bilir.”
لَهُ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerin ve yerin gaybı O’na aittir.”
O, göklerde ve yerde gözden ırak olanları ve bunların gizli hâllerini bilir. Allah için, durumu kendisine gizli kalmış bir mahluk söz konusu değildir.
أَبْصِرْ بِهِ وَأَسْمِعْ “O ne güzel görendir! O ne mükemmel işitendir!Ayette, taaccüp sığasıyla Allahın görmesi ve işitmesinin nazara verilmesi, O’nun idrakinin (görmesi ve işitmesinin) görenlerin ve işitenlerin idrakinden hariç olduğuna delâlet içindir. Çünkü,
-Hiçbir şey Allah’ın görmesine ve işitmesine perde olamaz.
-Allah için latîf- kesif, küçük-büyük, gizli-açık fark etmez.
مَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَلِيٍّ “Onlar için O’ndan başka bir yardımcı yoktur.”
Göktekiler ve yerdekiler için; Allahın dışında işlerinin tedbirini görecek kimse yoktur.[3>
وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا “Ve O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.”
Ve Allah, onlardan hiçbirini hükmüne ortak kılmaz, onlardan hiç birine müdahale hakkı vermez.Cenab-ı Hak, Peygambere nisbetle gayb olan Ashab-ı Kehf kıssasını anlatmakla bu kıssayı ihtiva eden Kur’anın vahiyle geldiğini ve mu’cize olduğunu nazara verdikten sonra, Hz. Peygambere dersine devam etmesini ve ashabın yetiştirmesini emredip şöyle dedi:
27- وَاتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِن كِتَابِ رَبِّكَ “Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku!”
Rabbinin kitabı olan Kur’andan Sana vahyedileni onlara oku. Bazılarının “Bize başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir” demelerine kulak asma!
لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهِ “Onun sözlerini değiştirecek kimse yoktur.”
Hiç kimse onu değiştirmeye ve onun yerine başkasını getirmeye güç yetiremez.
وَلَن تَجِدَ مِن دُونِهِ مُلْتَحَدًا “Ve O’ndan başka bir melce de bulamazsın.”
28- وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ “Sabah akşam O’nun rızasını dileyerek Rablerine dua edenlerle birlikte candan sebat et.”
Sabah-akşamdan murat, bütün vakitlerdir.
Veya günün ilk ve son vakitleridir.
وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “Dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini ayırma.”
Nazarını onlardan başkasına çevirme, başkalarını arama.
وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا “Kalbini, bizi anmaktan gafil kıldığımız kimseye uyma.”
Ayetten murat, Hz. Peygamberin fakir mü’minleri hakir görüp, onların eski elbiselerinden yüz çevirerek zenginlerin parlak elbiselerine tamahta bulunmasını nehyetmektir.
Ayet, Ümeyye Bin Halef gibiler hakkındadır. Ümeyye Bin Halef, Hz. Peygambere “yanındaki fakir mü’minleri uzaklaştır, o zaman Kureyşin uluları yanına gelir” demişti.
Ayette, Ümeyyeyi böyle bir talebe sevk eden durumun, kalbinin makulattan (akla hitap eden manevî şeylerden) gaflet etmesi ve mahsusata (sadece duyulara hitap eden maddî şeylere) yönelmesi olduğuna bir tenbih vardır. Öyle ki, şerefin cesed güzelliğiyle değil, ruh güzelliğiyle olduğu kendisine gizli kalmıştır.
Ayrıca, Hz. Peygamber farz-ı muhal ona uysaydı, kendisinin de onun gibi olacağına dikkat çekilmiştir.
Mu’tezile mezhebi, ayette geçen “Kalbini, bizi anmaktan gafil kıldığımız” ifadesinde, gafil kılmanın Allaha isnadını “biz onun kalbini gafil bulduk” şeklinde te’vil etmeye çalışmışlardır. Bunun cevabı daha önce defalarca geçmişti.
وَاتَّبَعَ هَوَاهُ “Bu kimse, hevâsına uydu.”
وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا “Ve işi hep aşırılık oldu.”
Onun işi, hakkın önüne geçmeye çalışmak ve onu arkasına atmak oldu.
29- وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ “Ve de ki: Hak Rabbinizdendir.”
Hak, hevânın gereği değil, Allah cihetinden olana denir.
فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن “Artık dileyen iman etsin.”
وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ “Dileyen de inkâr etsin.”
Böyle olunca, ne iman edenin imanına, ne de küfre girenin küfrüne aldırmam.
Ayetin ifadesi, kulun kendi fiilinde tamamen müstakil olmasını gerektirmez. Çünkü, her ne kadar yaptığı fiili kendi meşîeti ile yapmakta ise de, meşieti kendi meşîeti ile değildir.[4>
إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا “Çünkü biz zalimler için öyle bir ateş hazırladık ki, onun duvarları çepeçevre kendilerini kuşatmıştır.”
Çadır, içinde olanları nasıl kuşatmışsa, cehennem ateşi de bunları kuşatmıştır.
Ayette geçen “süradık” ifadesinden murat, “duman” veya “ateşten bir duvar” da denilmiştir.
وَإِن يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاء كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ “(Susuzluktan) feryat edip yardım istediklerinde, maden eriyiği gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su ile kendilerine yardım edilir.”Onlar susuzluktan dolayı yardım isterlerse kendilerine maden eriyiği gibi bir su içirilir.
Ama bu su, son derece kaynar bir şekilde olduğundan yüzlerini haşlar.
بِئْسَ الشَّرَابُ “O ne kötü bir içecektir.”
وَسَاءتْ مُرْتَفَقًا “Ve ne kötü bir yaslanma yeridir!”
O ateş, ne kötü bir kalma yeridir.
30- إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ إِنَّا لَا نُضِيعُ أَجْرَ مَنْ أَحْسَنَ عَمَلًا “İman edip de salih amellerde bulunanlar var ya, şüphe yok ki biz öyle güzel işler yapanların mükâfatını zayi etmeyiz.”
31- أُوْلَئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ “İşte onlara altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır.”
يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِن ذَهَبٍ “Orada altın bileziklerle süslenecekler.”
“Altın bilezik” ifadesinin ayette elif-lâmsız gelmesi, güzelliğinin kuşatılamayacak şekilde ziyade olduğunu anlatmak içindir.
وَيَلْبَسُونَ ثِيَابًا خُضْرًا مِّن سُندُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ “Ayrıca ince ve kalın ipekliden
yeşil elbiseler giyecekler.”Çünkü yeşil, renklerin en güzeli ve en canlı olanıdır.
Bu yeşil elbiseler, hem ince, hem de kalın kumaşlardan olacaktır. Ayette bu ayrıntının ifade edilmesi, cennette insanın canı ne isterse, gözler neden hoşlanırsa hepsinin olacağına delâlet içindir.
مُّتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ “Koltuklar üzerine dayanıp kurulacaklar.”
Tahtlar üzerine kurulmak, bol nimet içinde bulunmanın ve keyif sürmenin bir alâmetidir.
نِعْمَ الثَّوَابُ “O ne güzel karşılıktır.”
وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا “Ve ne güzel kalma yeridir!”.
[1> Bazı rivayetlerde, olayın ayrıntılarında bazı farklılıklar vardır.
[2> Yani, nasıl da böyle yapıyorlar? Allah varken hiç batıl mabutlar ilah kabul edilir mi?
[3> Bazıları daraldıklarında “İşimiz Allaha kaldı” derler. Bu cümlede, “normal şartlarda biz kendi işimizi hallederiz, ama zor durumlarda Allahın yardımı gerekir” gibi bir zihniyet görülmektedir. Ama Kur’anın bize gösterdiği zaviyeden bakınca, her türlü durumda muvaffak olmanın Allahın yardımıyla olduğu anlaşılır.
[4> Yani, insana bu dileme, irade etme özelliğini veren Allah’tır. Böyle olunca, insanın sorumluluğu için her ne kadar irade sahibi olması bir esas ise de, buradan “öyleyse insan kendi fiillerinin yaratıcısıdır” gibi bir sonuca varamaz. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince, siz dileyemezsiniz.” (Tekvîr, 29)