198. DERS (Kehf Suresi, 83 - 110) Hz. Zülkarneyn

83- وَيَسْأَلُونَكَ عَن ذِي الْقَرْنَيْنِ “Bir de sana Zülkarneyn’den soruyorlar.”

Zülkarneyn, Faris-Rum hükümdarı olan İskender-i Rumîdir.[1>

Denildi ki: Zülkarneyn, yani “iki karn sahibi”nden murat doğu ve batıdır. Bundan dolayı kendisine “doğunun ve batının sahibi” anlamında “Zülkarneyn” denilmiştir.

Veya ona Zülkarneyn denilmesi, dünyanın iki kısmı olan doğuyu ve batıyı dolaşması sebebiyledir.

Veya böyle denilmesi, O’nun devrinde insanların iki neslinin ortadan kalkmasındandır.

Denildi ki: Saçında iki örgü olduğundan böyle denildi.

Denildi ki: Tacında iki boynuz vardı.

Cesur insana “koç” denilmesi gibi, şecaatinden dolayı Zülkarneyne böyle bir lakap verilmesi muhtemeldir. Sanki, emsali olanlara bu boynuzlarla vurmakta, onlara galip gelmektedir.

Zülkarneynin iman sahibi ve salih bir kimse olduğunda ittifak olmakla beraber peygamberliğinde ihtilaf edilmiştir.

Hz. Peygambere Zülkarneyn hakkında soranlar Yahudiler veya Mekke müşrikleridir, İmtihan etmek niyetiyle bunu sormuşlardı.

قُلْ سَأَتْلُو عَلَيْكُم مِّنْهُ ذِكْرًا “De ki: Size ondan bir nebze anlatacağım.”Hitap, suali soranlaradır.

“Ondan” ifadesi Zülkarneyden demektir. Ancak “Allahtan” anlamına da gelebilir. Yani, Allah’tan bir bilgiyle size bahsedeceğim.

 

84- إِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْأَرْضِ “Şüphesiz biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık.”

Biz ona yeryüzünde dilediği gibi tasarrufta bulunma imkânı verdik.

وَآتَيْنَاهُ مِن كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًا “Ve kendisine her şeyden bir sebep verdik.”

Ve ona, dilediği ve yöneldiği şeye kendisini ulaştıracak ilim-kudret ve âlet gibi her türlü sebebi verdik.

 

85- فَأَتْبَعَ سَبَبًا “O da bir sebebe tabi oldu.”Derken mağribe (batıya) ulaşmak istedi de, kendisini oraya ulaştıracak bir sebebe yapıştı.

 

86- حَتَّى إِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ “Nihayet güneşin battığı yere vardığı zaman, onu (sanki) kara balçıklı bir su gözesinde batıyor buldu.”

Ayet metninde geçen “hamie” kelimesi “çamurlu” anlamına geldiği gibi “sıcak” anlamına da gelebilir. Bu manalardan birini tercih etmek diğerini reddetmeyi gerektirmez. Çünkü Zülkarneyn’in güneşi batar gördüğü su, her iki özelliği de cem etmiş olabilir. Muhtemelen Zülkarneyn Atlas okyanusuna ulaştı ve ayette tasvir edildiği şekilde güneşi gördü. Çünkü gözünün önünde sudan başka bir şey yoktu. Bundan dolayı ayet, “güneş çamurlu – sıcak bir suda battı” demeyip “onu (sanki) kara balçıklı bir su gözesinde batıyor buldu.” dedi.

وَوَجَدَ عِندَهَا قَوْمًا “Bir de bunun yanında bir kavim buldu.”

Denildi ki: Bu kavmin elbiseleri vahşi hayvanların derileriydi ve yiyecekleri de denizin sahile attıkları idi. Bunlar kâfir bir topluluktu. Bundan dolayı Allahu Teâlâ Zülkarneyni onlara azap etmek veya imana davet etmekte muhayyer bıraktı.

قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِمَّا أَن تُعَذِّبَ وَإِمَّا أَن تَتَّخِذَ فِيهِمْ حُسْنًا “Ona dedik: Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onlar hakkında iyi davranırsın.”

Ya küfürlerinden dolayı onları öldür.

Ya da dinin hükümlerini öğreterek onları irşad et.

Denildi ki: Allahu Teâlânın muhayyer bırakması öldürmek ve esir almak arasındadır. Çünkü öldürmeye bedel esir almak bir ihsan sayılır.

 

 87- قَالَ أَمَّا مَن ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ “O da dedi: Kim zulmederse, onu cezalandıracağız.”

ثُمَّ يُرَدُّ إِلَى رَبِّهِ فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُّكْرًا “Sonra Rabbine döndürülür, O da onu görülmemiş bir azabla cezalandırır.”

Yani, Zülkarneyn birinciyi değil, ikinci yol olan daveti tercih etti, ve şöyle dedi: Ben davet ettikten sonra her kim küfürde ısrar ile kendine zulmederse veya önceki zulmü olan şirke devam ederse, ben ve benimle beraber olanlar onu dünyada öldürmekle cezalandırırız, sonra da Allah ahirette misli görülmemiş bir şekilde azaplandırır.

 

88- وَأَمَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَاء الْحُسْنَى “Ama her kim de iman edip salih bir iş yaparsa, kendisine en güzel mükâfat vardır.”

Ama kim de iman eder ve imanın gereği olan iyi işler yaparsa, dünya ve ahirette en güzel mükâfat onun olacaktır.Allahu Teâlânın Zülkarneyne nidası, şayet o bir peygamberse vahiy yoluyladır. Peygamber değilse de ilhamla veya bir peygamberin diliyledir.

وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ أَمْرِنَا يُسْرًا “Ve biz ona emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.”

 

89- ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا “Sonra bir sebebe tabi oldu.”Sonra, doğu tarafına kendini ulaştıracak bir yol tuttu.

 

90- حَتَّى إِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلَى قَوْمٍ لَّمْ نَجْعَل لَّهُم مِّن دُونِهَا سِتْرًا “Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneşarasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.”

O kavmin elbiseleri veya binaları yoktu. Çünkü toprakları bina yapımına elverişli değildi veya onlar bina yapmak yerine kayalıklardaki oyuklarda yaşamayı tercih etmişlerdi.

 

91- كَذَلِكَ “İşte böyle.”İşte, Zülkarneynin durumu, konumunun yüksekliği ve saltanatının genişliği yönü ile böyle vasfettiğimiz şekilde idi.

Veya, Zülkarneyn buradakilere de Mağrip ehline yaptığı muamele gibi muamele yaptı.

وَقَدْ أَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا “Ve biz onun yanında olan her şeyi kuşatmıştık.”

Biz Onun sahip olduğu orduları, âletleri, silahları ve sebepleri ilmen kuşatmıştık. Hem görülenleri, hem de gizli olanları bilmekteydik.

Ayetten murat, bunların çokluğunu nazara vermektir.

Yani, bunlar o kadar çok idi ki, Latîf- Habîr olan Allahtan başkası bunları kuşatamaz.

 

92- ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا “Sonra bir sebebe tabi oldu.”

Sonra, üçüncü bir yol tuttu, doğu ve batıya paralel, kuzeyden güneye doğru gitti.

 

93-“ حَتَّى إِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِن دُونِهِمَا قَوْمًا لَّا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلًا Nihayet iki sed arasına ulaştığında, onların önünde neredeyse hiç söz anlamayan bir kavim buldu.”

Bundan murat Ermeni ve Azerbaycan dağları arasına kurulan seddir.

Denildi ki: Kuzey bölgesinin sonlarında Türk diyarında iki yüksek dağdır. Bu dağların arkasında Ye’cüc-Me’cüc vardır.

Bunlar dillerinin garabeti ve akıllarının kıtlığından neredeyse hiç söz anlamaz bir topluluktur.

 

94- قَالُوا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ “Dediler ki: Ey Zülkarneyn! Ye’cuc ve Me’cuc arzda fesat çıkarıyorlar.”

Bunu, tercümanları aracılığıyla söylediler.

Ye’cüc-Me’cüc, Hz. Nûhun oğlu Yafesin evladından iki kabiledir.

Denildi ki: Ye’cüc Türklerdendir. Me’cüc ise dağ kabilelerindendir.

Bunlar, Arabça asıllı olmayan iki isimdirler.

Bu iki kabile,

-Öldürerek,

-Tahrip ederek,

-Mahsulümüzü telef ederek bizim diyarımızda ortalığı karıştırıyorlar.

Denildi ki: Bunlar bahar geldiğinde ortaya çıkıp yeşil ne varsa yiyorlar, kuru ne varsa yüklenip götürüyorlardı. Hatta denildi ki: İnsanları da yiyorlardı.

فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجًا عَلَى أَن تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَدًّا “Bu durumda, bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir vergi versek olur mu?”

Sana haraç versek de bizimle onlar arasında onların bize gelmelerine engel olacak bir sed yapsan.

 

95- قَالَ مَا مَكَّنِّي فِيهِ رَبِّي خَيْرٌ “Dedi ki: Rabbimin bana verdikleri daha hayırlıdır.”

Benim sizden gelecek haraca ihtiyacım yok. Rabbimin bana nasip ettiği mal ve saltanat, sizin bana vereceğiniz haraçtan çok daha hayırlıdır.

فَأَعِينُونِي بِقُوَّةٍ “Ama bana kuvvet yönünden yardım edin de…”

أَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْمًا “Sizinle onların arasına sağlam bir sed yapayım.”

Siz bana fiilî kuvvetle veya âletlerle yardım edin, sizinle onlar arasında sedden daha büyük ve daha sağlam bir engel yapayım.

 

 96- آتُونِي زُبَرَ الْحَدِيدِ “Bana, demir kütleleri getirin.”Onlardan demir kütleleri istemesi, haraç istememesine aykırı bir durum değildir.

حَتَّى إِذَا سَاوَى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انفُخُوا “Nihayet dağın iki ucunu denkleştirdiği vakit, “Ateş yakıp körükleyin” dedi.”

Dağın iki tarafını demirleri yığarak aynı seviyeye getirince, çalışanlara “körükleyin” dedi.

حَتَّى إِذَا جَعَلَهُ نَارًا قَالَ آتُونِي أُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْرًا “Demiri bir ateş koru haline getirince, “Bana erimiş bakır getirin, üzerine dökeyim” dedi.”

 

97- فَمَا اسْطَاعُوا أَن يَظْهَرُوهُ “Böylece bu seti aşamadılar.”

Yüksekliği ve kaypaklığı sebebiyle Ye’cüc ve Me’cüc bunun üzerine çıkamadılar.

وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْبًا “Ve de delemediler.”

Katı ve sert oluşu sebebiyle de delemediler.

Denildi ki: Zülkarneyn suya ulaşıncaya kadar temel kazdı. Kaya ve erimiş bakırdan temel yaptı. Aralarına odun ve kömür koyarak demir kütlelerinden seddi bina etti, her iki dağın en yüksek seviyesine kadar yükseltti. Sonra körükler koydu, bunlarla seddi âdeta ateş hâline getirdi, üzerine de erimiş bakırı döktü. Böylece bunlar birbiriyle karıştı, kaynaştı, yalçın-sert bir dağ halini aldı.Denildi ki: Zülkarneyn bu seddi kayalardan bina etti. Demirden kancalarla bunları birbirine tutturdu, boşluklarını da erimiş bakırla doldurdu.

 

98- قَالَ هَذَا رَحْمَةٌ مِّن رَّبِّي “Dedi ki: Bu Rabbimden bir rahmettir.”

“Bu” ile işaret edilen, yapılan seddir veya bunu yapabilme nimetidir.

فَإِذَا جَاء وَعْدُ رَبِّي جَعَلَهُ دَكَّاء “Rabbimin vaadi geldiği vakit onu dümdüz yapacaktır.”

Vaatten murat, Ye’cüc ve Me’cücün kıyamet alâmeti olarak çıkışı veya kıyamettir.

وَكَانَ وَعْدُ رَبِّي حَقًّا “Rabbimin vaadi haktır.”

Zülkarneynin hikâyesi burada bitmektedir.

 

99- وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ فِي بَعْضٍ “O gün biz onları bırakırız, dalga dalga birbirlerine karışırlar.”

Ye’cüc ve Me’cüc seddin arkasından çıktıklarında, kalabalık olmaları sebebiyle denizin dalgaları gibi üst üste kılarız.

Veya bundan murat mahlûkatın kıyametteki durumudur, kıyametin o hengâmesinde, insi-cinni herşey birbirine karışır, denizin dalgaları gibi çalkalanır. Ayetin devamı, bu manayı te’yid eder:

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ “Sûr’a da üfürülmüştür.”

Kıyametin kopması için sura üfürülmüştür.

فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعًا “Böylece onların hepsini bir araya toplamışızdır.”

Biz onları hesaba çekmek ve amellerinin karşılığını vermek üzere bir araya getiririz.

 

100- وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِّلْكَافِرِينَ عَرْضًا “Ve cehennemi o gün kâfirlere öyle bir arzla gösteririz!”

 

101- الَّذِينَ كَانَتْ أَعْيُنُهُمْ فِي غِطَاء عَن ذِكْرِي “Onların gözleri, benim zikrimden bir örtü içindeydi.”Onların gözleri benim tekvinî ayetlerime karşı perdeli olduğundan, onları gördüklerinde tevhid ve tazimde bulunmazlardı.

وَكَانُوا لَا يَسْتَطِيعُونَ سَمْعًا “Ve işitmeye de tahammül edemiyorlardı.”

Hakka karşı son derece sağır olduklarından zikrimi ve kelâmımı duymazlardı.

Çünkü işitme engelli biri kuvvetle seslenildiğinde bazan bir şeyler duyabilir, ama bunlar sanki bütün bütün manen sağır hâle geldiklerinden bir şey duyamazlar.

 

 102- أَفَحَسِبَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَن يَتَّخِذُوا عِبَادِي مِن دُونِي أَوْلِيَاء “O kâfirler, beni bırakıp da kullarımı dostlar edineceklerini mi sandılar?”

Ayetteki soru, istifham-ı inkarî türündendir. Yani, onlar öyle zannetmişlerdi.

Melekleri ve Hz. İsayı, kendilerine fayda verecek mabutlar edinmişlerdi.

Veya benim bundan dolayı onlara azap vermeyeceğimi sanmışlardı.

إِنَّا أَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرِينَ نُزُلًا “Doğrusu biz cehennemi o kâfirlere bir nüzül (konukluk) olarak hazırladık.”Ayette, kâfirler için tehekküm (ince bir alay) vardır.

Nüzül, misafire geldiğinde verilen hafif ikram olduğu cihetle de, bunun devamında çok büyük bir azap olduğuna bir tenbih söz konusudur. Devamındaki azap öyle büyüktür ki, diğer azaplar ona nisbetle küçük kalır.

 

103- قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْأَخْسَرِينَ أَعْمَالًا “De ki: Amelleri en çok boşa gidenleri size bildirelim mi?”Ayette “ameller” ifadesinin çoğul gelmesi,

-Ya çok kimseden bahsedildiğinden,

-Veya her birinin amellerinin farklı farklı olmasındandır.

 

104- الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “Onların dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir.”

Dünya hayatında küfürleri ve ucupları (amellerini beğenmeleri) yüzünden çalışmaları hep boşa gitmiş, zayi olmuştur. Mesela ruhbanlar… Hem dünyalarını, hem de ahiretlerini kurtaramamışlar, hüsranda kalmışlardır.

وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا “Oysa onlar güzel işler yaptıklarını sanıyorlar.”

Bunlar amellerine güveniyor, kendilerini hak üzere zannediyorlardı.

 

105- أُولَئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ “İşte onlar, Rabb’lerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr etmişlerdi.”

Ayetlerden murat

-Kur’an ayetleri

-Veya tevhid ve nübüvveti isbat için nasbedilen delillerdir.

“O’na kavuşmayı inkâr etmeleri” ifadesinden murat,

Hakkıyla, olması gerektiği şekliyle öldükten sonra Allaha kavuşmaya inanmamalarıdır.

Veya azabın kendilerine geleceğine inanmamalarıdır.

فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ “Böylece amelleri boşa gitmiştir.”

Küfürleri sebebiyle bunların amelleri boşa gitti, bunlardan bir sevap elde edemezler.

فَلَا نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَزْنًا “Artık kıyamet günü onlara hiçbir önem vermeyiz.”

Onları adam yerine koyup da kendilerine bir kıymet ve itibar vermeyiz.

Veya amelleri boşa gittiği için kendileri için bir mizan koymayız.

 

106- ذَلِكَ جَزَاؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَرُسُلِي هُزُوًا “İnkâr etmeleri, âyetlerimi ve peygamberlerimi alaya almaları yüzünden onların cezası cehennemdir.”

İşte durum böyledir. Onların cezası cehennemdir.

 

107- إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلًا “İman eden ve salih ameller işleyenlere gelince, ikram olarak onlar için Firdevs cennetleri vardır.”

Firdevs, cennetin en üst derecesidir. Kelime itibarıyla, üzüm ve hurma dolu bahçe anlamındadır.

 

108- خَالِدِينَ فِيهَا “Orada ebedî olarak kalacaklar.”

لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلًا “Oradan hiç ayrılmak istemezler.”

Hallerinden memnun olduklarından bir değişiklik aramazlar. Çünkü daha güzeli yoktur ki nefisleri o tarafa meyletsin.

Bu cümlenin, cennetin ebediliğini te’kid etmesi de caizdir.[2>

 

109- قُل لَّوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِّكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَن تَنفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّي “Deki: Eğer Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa, Rabbimin kelimeleri tükenmeden deniz tükenirdi.”

“Rabbimin kelimeleri” ifadesinden murat, Onun ilim ve hikmet kelimeleridir.

Denizlerin Allahın sözlerini yazmaya yetmemesi şundandır: Çünkü, her cisim sonludur. Allahın ilmi sonsuz olduğu gibi, kelimeleri de öyledir, gayr-ı mütenahidir.

وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا “Velev bir mislini daha yardımcı getirsek bile.”

Mevcut denizlere yardım olarak bir mislini de getirsek, yine de Rabbimin kelimelerini yazmakla bitiremezler.

Çünkü sonlu şeyleri bir araya getirdiğimizde bunlar yine sonlu olurlar. Hatta vücut sahasında ne kadar cisim varsa, bunlar ancak sonlu olurlar, bunların boyutlarının sonlu olduğuna katî deliller vardır.

Şüphesiz, sonsuz olana karşı sonlu olan bitmeye mahkûmdur.

Sebeb-i Nüzûl

Yahudiler şöyle demişlerdi: “Kitabınızda “Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir.” (Bakara, 269) ayeti var. Hem de “Ve size ilimden ancak az bir şey verildi.” (İsra, 85) ayeti. Bu nasıl oluyor?”

Onların sorusu üzerine bu ayet nazil oldu.

 

110- قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ “De ki: Ben de ancak sizin gibi bir beşerim.”

Ben de sizin gibi insanım, Rabbimin kelimelerini kuşattığımı iddia etmiyorum.

يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ “Bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor.”

Benim sizden farkım, bana vahiy gelmesidir.

فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا “Onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse, salih bir amel işlesin.”

Artık kim Allaha güzel bir şekilde kavuşmayı umuyor veya kötü bir şekilde kavuşmaktan korkuyorsa, Allahı razı edeceği salih bir amel yapsın.

وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا “Ve Rabbine yaptığı ibadete hiçbir şeyi ortak etmesin.”

Amelinde riya (gösteriş) yaparak veya bunun mukabilinde insanlardan bir beklenti içinde olarak ibadetinde şirke düşmesin.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre Cündüb Bin Züheyr, Hz. Peygambere şöyle dedi: “Ben ameli Allah için yapıyorum. Ama amelimin başkaları tarafından bilinmesi de hoşuma gidiyor.” Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: “Şüphesiz Allah, kendisine başkalarının şerik kılındığı şeyi kabul etmez!”

Ardından Hz. Peygamberi tasdik olarak bu ayet indi.

Hz. Peygamberden şöyle rivayet edilir: “Küçük şirkten kaçının!”

Dediler: “Küçük şirk nedir?”

Hz. Peygamber cevap verdi: “Riya!”

Ayet, ilim ve amelin hülasasını cem etmiştir. Bunlar da

1-Tevhid,

2-Taatte ihlâs.

Hz. Peygamberden şöyle nakledilir:

“Kim yattığında Kehf sûresini okursa yatağında Mekke’ye doğru parlayan bir nur olur. Melekler, o kimse yatağından kalkıncaya kadar kendisine dua ederler. Şayet Mekkede yatmışsa, yatağından Beyt-i Mamura doğru parlayan bir nur olur. O kimse uyanıncaya kadar melekler kendisine dua ederler.”

Hz. Peygamberden şöyle rivayet edilir:

“Kim Kehf sûresinin son kısmından okusa, baştan aşağıya nurla dolar. Kim de tamamını okusa, o kimse için arzdan semaya kadar nur olur.”


[1> Aslında Zülkarneynin kim olduğu çok da net değildir. Allahın teyidine mazhar adil bir hükümdar olduğu kesin olmakla beraber nebi mi yoksa veli mi olduğu ihtilaflıdır. Kendisi, dünyanın değişik yerlerine gitmiş, oraları fethetmiş ve gittiği yerlere adalet götürmüştür.

[2> Yani, onların bulunduğu bu ebedilik hâlinde bir değişiklik olmaz, hep böyle devam ederler.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
18. Kehf
Gönderi tarihi: 14-04-2014
1,938 kez okundu
Block title
Block content