159. DERS (Ra'd Suresi, 1 - 13) Tekvînî Âyetler

1- المر “Elif, Lâm, Mîm, Ra.”Denildi ki: Bunun manası: “Ben Allahım, bilirim ve görürüm.”

تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ “İşte bunlar Kitabın âyetleridir.” Kitap’tan murat, bu sûredir. “İşte bunlar” ifadesi ise, sûrenin ayetlerine işarettir. Yani, “bu ayetler, sûrenin ayetleridir.”

Kitap’tan murat Kur’an da olabilir. Bundan murat, Kur’anın tamamıdır.

وَالَّذِيَ أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ الْحَقُّ “Rabbinden Sana indirilen haktır.”

Bundan öncesini mübteda saydığımızda, bu ifade haber olur. Yani, “Kitab’tan olan işte şu ayetler, Rabbinden Sana hak olarak indirildi.”

“Hak” ifadesi, cümlenin evveline bir delil gibidir.[1>

“Hak” ifadesinin elif-lâmlı olarak “El-hak” şeklinde gelmesi, hak olanın Allahtan indirilene has oluşuna delâlet etse de, açıktan veya zımnî olarak bundan daha geneldir. Mesela kıyas yoluyla sabit olan ve Kur’anın tâbi olunmasını güzel gördüğü şeyler de “hak”tırlar.

وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يُؤْمِنُونَ “Lâkin insanların çoğu iman etmezler.”

Çünkü dikkatle bakmamakta, tefekkür etmemektedirler.

 

2- اللّهُ الَّذِي رَفَعَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا “Allah O’dur ki, gördüğünüz gibi gökleri direksiz yükseltti.”Görmek”, öncekinin sıfatı olabileceği gibi, yeni bir cümle de olabilir.Sıfat olarak: O Allah ki, göreceğiniz bir direk olmadan gökleri yükseltti.

Cümle olarak: O Allah ki, bir direk olmadan gökleri yükseltti. Bir direk olmadığını siz de görüyorsunuz.Göklerin bu şekilde yükseltilmesi Sani-i Hakîm olan Allahın varlığına bir delildir. Çünkü gerçekte eşit durumda olan diğer cisimlere göklerin tercih edilip yükseltilmesi, yükselmeyi iktiza eden özellikler verilmesi.

-Cisim ve cismanî olmayan,

-İradesiyle bazı mümkinatı diğerlerine tercih eden bir tahsis ediciyi gerektirir.

Ayetlerde zikredilen diğer durumlara da aynen bu metot üzere bakmak gerekir.

ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ “Sonra arşa istiva etti.”Sonra, hıfz ve tedbirle arşa istiva etti.[2>

وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ “Güneşi ve ayı musahhar kıldı.”Allah, güneş ve ayı, dilediği şekilde harekete musahhar kıldı, boyun eğdirdi. Bunun sonucu olarak hem güneş hem de ay varlıkların vücut bulmalarında ve devam etmelerinde fayda verecek şekilde belli bir sür’atle daimî hareket hâlindedirler.

كُلٌّ يَجْرِي لأَجَلٍ مُّسَمًّى “Bunların her biri belli bir ecele kadar akargider.”

Bunların her biri için devrini tamamlayacağı belirli bir zaman (ecel-i müsemma) vardır.

Veya bundan murat “Güneş dürüldüğünde.” “Yıldızlar karartıldığında.” (Tekvîr, 1-2) ayetlerinde nazara verildiği üzere kıyamette sistemlerinin bozulmasını nazara vermek de olabilir. يُدَبِّرُ الأَمْرَ “İşi O yönetir.”İcad – idam (vücut vermek – vücudunu ortadan kaldırmak) ihya imate (hayat vermek – öldürmek) ve diğer tasarruflarda bulunur.

يُفَصِّلُ الآيَاتِ “Âyetleri açıklar.”

-Allah, ayetleri indirir ve onları ayrıntılarıyla açıklar.

-Veya bundan murat, Allahu Teâlânın ardı ardına deliller ihdas etmesi de olabilir.

لَعَلَّكُم بِلِقَاء رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ “Ta ki, Rabbinize kavuşacağınızı yakînen bilesiniz.”

Ta ki bu ayetleri iyice düşünüp Allahın kemâl-i kudretini anlayasınız, eşyayı bu şekilde yaratmaya ve idare etmeye kâdir olan zâtın, yeniden yaratmaya ve insanların şu dünyada yaptıklarının karşılığını vermeye de kâdir olduğunu bilesiniz.

 

 

 

 3- وَهُوَ الَّذِي مَدَّ الأَرْضَ “O ki, yeryüzünü yayıp döşedi.”O Allah ki, ayaklar onda sebat etsin, hayvanlar hareket etsin diye yeryüzünü uzunluğuna ve genişliğine yaydı.

وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْهَارًا “Onda azametli dağlar ve ırmaklar meydana getirdi.”

Ayette dağ ve nehirlerin beraber zikri, nehirlerin dağlar vasıtasıyla meydana gelmesindendir.

وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ فِيهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ “Ve orada bütün mahsullerden çift olarak yaptı.”Allah, bütün mahsullerden tatlı-ekşi, siyah-beyaz, küçük-büyük gibi iki sınıf yaptı.

يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ “Geceyi gündüzün üzerine örter.”Böylece gündüzün yerini gece alır, hava aydınlık iken karanlık bir şekle girer.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ “Düşünen bir kavim için, bunda muhakkak ki ibretler vardır.”

Çünkü bütün bunların bu şekilde meydana gelmeleri, başka şekilde olabilmeleri mümkün olduğu halde, bu tarz özellikler göstermeleri; tasarrufta bulunan, her şeyin sebeplerini müheyya kılan bir Sani-i Hakîmin varlığına delildir.

 

4- وَفِي الأَرْضِ قِطَعٌ مُّتَجَاوِرَاتٌ “Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar vardır.”

Yeryüzünde değişik özelliklerde toprak parçaları meydana getirdi. Bunların bir kısmı hoş, bir kısmı çoraktır. Bir kısmı yumuşak, bir kısmı serttir. Bazısında tarım yapılır, ağaç yetişmez, bir kısmında da ağaç yetişir, tarım yapılmaz. Şayet bunlar dilediği şeyi yapmaya kâdir olan bir Zâtın tahsisi olmasaydı, böyle olmazdı. Çünkü, bu toprak parçaları aynı tabiatta müşterektirler. Hepsi benzeri şartlar altında ve aynı semavî sebeplere maruzdurlar. Nisbet ve durumlar itibariyle yan yana ve ortaktırlar.

وَجَنَّاتٌ مِّنْ أَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخِيلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ “Ayrıca üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır.”

يُسْقَى بِمَاء وَاحِدٍ “Hepsi bir tek su ile sulanır.”

وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلَى بَعْضٍ فِي الأُكُلِ “Bunların bir kısmını bir kısmına lezzet olarak üstün kılarız.”

Bunlar aynı su ile sulanmakla beraber şekil, miktar, koku ve tat itibarıyla birbirinden farklıdırlar. Bu da aynı şekilde Sani-i Hakîme delâlet eder. Çünkü, asılları ve sebepleri aynı olmakla beraber bu şekilde farklılıklar meydana gelmesi, ancak ve ancak kudret ve irade sahibi bir Zâtın tahsisi iledir.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ “Aklını kullananlar için bunda ibretler vardır.”

Akıllarını tefekkürle kullanan kimseler için bunlarda nice ayetler, ibretler vardır.

 

5- وَإِن تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ “Eğer şaşıyorsan, asıl şaşılacak şey onların şu sözleridir:”

أَئِذَا كُنَّا تُرَابًا أَئِنَّا لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ “Biz toprak olup gittikten sonra, gerçekten yeniden mi yaratılacağız?”Ey Peygamber! Eğer onların öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmelerine hayret ediyorsan, gerçekten de onların bu hâli ve şu sözleri hayret edilmeye layıktır. Çünkü Sana anlatılan bu şeyleri yaratmaya kâdir olana, bunları yeniden yapmak çok daha kolaydır.

Üstteki ayetler ilk yaratılışa birer delil olduğu gibi, bütün bunlar Allahın ilminin ve kudretinin kemâline ve maddelerin O’nun çeşit çeşit tasarruflarını kabulüne delâlet etmekle, yeniden yaratılışa da delil olmaktadırlar.

أُوْلَئِكَ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِرَبِّهِمْ “İşte bunlardır Rablerini inkâr edenler.”

Çünkü Allahın diriltmeye kadir olduğunu inkâr ettiler.

وَأُوْلَئِكَ الأَغْلاَلُ فِي أَعْنَاقِهِمْ “Ve işte bunlardır boyunlarına demir halkalar geçirilenler.”

Bunlar, kurtuluşları umulmayacak bir şekilde dalalete kendilerini kaptırmış kimselerdir.

Veya bundan murat, diğer âlemde zincire vurulmalarını anlatmak da olabilir.

وَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ “Ve işte bunlardır cehennem ashabı.”

هُمْ فِيهَا خَالِدونَ “Onlar orada ebedîdirler.”

O cehennemden asla çıkarılmazlar. “Onlar orada ebedidirler” ifadesi, cehennemde ebediliğin kâfirlere has olduğunu gösterir.[3>

 

6- وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ “Ve senden iyilikten önce hemen kötülüğü getirmeni isterler.”Bunlar, afiyet istemek yerine, acele ile cezayı istiyorlar. Şöyle ki: Dünyada başlarına gelecek azap ile tehdit edildiklerinde, dalga geçerek hemen gelmesini istemişlerdi.

وَقَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِمُ الْمَثُلاَتُ “Oysa daha önce onlara misal olacak cezalar gelip geçmiştir.”Onlar gibi ilâhî ayetleri yalanlayanların cezaları gözler önündedir. Onlara ne oluyor ki bunlardan ibret almıyorlar, onların başlarına gelenin kendi başlarına da gelebileceğini hesap etmiyorlar?

وَإِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِّلنَّاسِ عَلَى ظُلْمِهِمْ “Ve gerçekten Rabbin, zulümlerine karşılık insanlara mağfiret sahibidir.”Senin Rabbin, insanlar kendi nefislerine zulmetmelerine rağmen yine de onlara mağfiret edicidir.Ayette tevbeden önce Allahın affının caiz oluşuna bir delil vardır. Çünkü tevbe eden kimse, artık zulmü üzere değildir.

Allahın tevbe etmeyeni affetmesini uygun görmeyenler ise, ayetteki “zulüm” ifadesini “küçük günahlar” şeklinde yorumladılar. Çünkü, büyük günahlardan kaçınan kimselerin küçük günahları bağışlanmaktadır: “Eğer size yasaklanan kebairden (büyük günahlardan) kaçınırsanız, küçük günahlarınızı örteriz ve sizi hoş bir yere koyarız.” (Nisa, 31)

Veya bunlar Allahın mağfiretini “örtmek ve mühlet vermek” şeklinde te’vil ettiler.

وَإِنَّ رَبَّكَ لَشَدِيدُ الْعِقَابِ “Ve gerçekten Rabbin, azabı da çok şedid olandır.”

Allahın cezalandırmasının şedid olması, kâfirler içindir veya dilediği kimseler içindir.

Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Allahın affı ve bağışlaması olmasaydı kimse rahat bir hayat yaşayamazdı. O’nun vaîdi ve cezası da olmasaydı herkes “Allah nasıl olsa affeder” deyip günahlara dalardı.”

 

 7- وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْلآ أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ “O kâfirler, “Rabbindenona bir ayet (mu’cize) indirilse ya?” derler.”Onlar, Hz. Peygambere inen ayetleri ayetten saymıyor, Hz. Musa ve Hz. İsaya verilenler gibi mu’cizeler talep ediyorlardı.

 إِنَّمَا أَنتَ مُنذِرٌ “Sen ancak bir uyarıcısın.”Ey Peygamber! Sen de diğer Peygamberler gibi ancak bir uyarıcısın. Sana düşen ancak nübüvvetinin sıhhatini gösteren mu’cize türlerini getirmektir, yoksa onların istediklerini göstermek değil.

وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ “Ve her kavim için bir yol gösterici vardır.”

Her kavmin bir peygamberi vardır. Ona verilen mu’cize, kavmin durumuna göredir. Bu peygamberler hakka sevkederler ve doğru olana çağırırlar.

Ayetteki “yol gösterici”den murat doğrudan Allahu Teâlâ da olabilir. Yani Allah onların hepsine hidayet etmeye kâdirdir. Lakin O, hidayetini murat ettiklerini Sana indirdiği ayetlerle hidayete eriştirir.

Allahu Teâlâ, bunun peşinde

-İlminin ve kudretinin kemâline,

-Kaza ve kaderinin şümûlüne delil olan bazı durumları bildirdi. Bunda şu manaya bir uyarı vardır: Allah, onların istemiş oldukları sıradışı mu’cizeleri indirmeye kâdirdir. Onları indirmeyişi, onların bu mu’cizeleri istemelerinin doğruyu bulmak için değil, sırf inattan kaynaklanmasındandır.

Keza O, onlara hidayet etmeye de kâdirdir. Ama hidayet etmeyişi, onların küfür üzere olmaları hakkındaki hükmünden dolayıdır.

 

8- اللّهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ أُنثَى وَمَا تَغِيضُ الأَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُ “Allah her dişinin neyi taşıdığını ve rahimlerin neyi eksiltip neyi arttırdığını bilir.”Allah, ceninde noksan ve fazla neler olduğunu, ana rahminde ne kadar kalacağını, rahimdeki ceninin sayısını bilir.

Şafiîlerin görüşüne göre, insanların ana rahminde kaldığı müddet en çok dört senedir. Bu müddet, İmam-ı Malike göre beş yıl, Ebu Hanifeye göre ise iki yıldır.

Rivayete göre Dahhak iki sene ana rahminde kalmış, Herem Bin Hayyan ise dört yıl kalmıştır.

Ana rahmindeki çocuk sayısının ise, belli bir haddi yoktur. Buna “dört” diyenler vardır, Ebu Hanife bu görüştedir. İmam-ı Şâfiî şöyle der: Yemenli bir zâttan işittim, dedi ki: Hanımım defalarca beşer beşer çocuk dünyaya getirdi.[4>

Rahimlerde noksan ve fazla olandan murat, hayız kanı olduğu da nazara verilmiştir.

Noksan kılmak veya ziyade yapmanın rahimlere isnadı mecazdır. Çünkü noksan kılan veya ziyade yapan, Allahtır.

وَكُلُّ شَيْءٍ عِندَهُ بِمِقْدَارٍ “O’nun nezdinde her şey bir ölçü iledir.”Herşey Allah katında belli bir miktardadır, onu aşmaz, geri de kalmaz. Bu ayet, “Gerçekten biz, her şeyi bir kaderle yarattık.” (Kamer, 49) ayeti gibidir. Çünkü Allahu Teâlâ meydana gelen her şey için belirli bir vakit ve hâl tahsis etmiş ve o şeye gerekli sebepleri müheyya kılmıştır.

 

9- عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ “O, gaybı ve şehadeti bilendir (görünmeyeni de bilir, görüneni de.)

Allah, hem histen uzak olanları, hem de göz önünde olanları bilendir.

الْكَبِيرُ الْمُتَعَالِ “Kebîr’dir – Müteal’dir.”

O, Kebîr’dir. Yani şânı yücedir, ilminden hiçbir şey dışarıda kalmaz.

O, Müteal’dir. Yani her şeye kudretiyle hâkimdir.

Cenab-ı Hakkın “Müteal” oluşu şunu da ifade eder: O, mahlûkatın özelliklerinden yüce ve mukaddestir.

 

10- سَوَاء مِّنكُم مَّنْ أَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَن جَهَرَ بِهِ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِاللَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ “Sizden sözü gizleyenle açığa vuran, gece gizlenenle gündüz açığa çıkan, O’nun için eşittir.”Ayet, önceki ayetle muttasıldır, Allahın ilminin kemâlini ve şümûlünü ifade etmektedir.

 

11-  لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِّن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ “Her insan için önünden ve arkasından takip edenler vardır.”

Buradaki zamir, bir önceki ayette nazara verilen kimselerle alakalıdır. Yani, sizden biri içinden geçirse veya bunu söylese, gecenin karanlığına gizlense veya gündüz gözler önünde olsa, her ne durumda olursa olsun onu takip eden görevli melekler vardır.

Bu meleklere “muakkıbat” yani “takip edenler” denilmesi, peş peşe olmalarından veya insanın peşinden gelip onun söz ve fiillerini yazmalarından dolayıdır.

Kelimenin çoğul olması, cemaatler hâlinde bu görevi yapmalarına işaret eder.

Bu melekler, o kimsenin önünden arkasından her canipten takibini yaparlar.

Ayette nazara verilen ön ve arka, insanın önden gönderdikleri ve tehir edip bıraktıklarına da işaret edebilir.

يَحْفَظُونَهُ مِنْ أَمْرِ اللّهِ “Onu Allah’ın emrinden korurlar.”Meleklerin koruması değişik şekillerde olabilir:

-Kişi günah işlediğinde, görevli melekler o kimsenin taraf-ı İlahiden hemen ceza görmemesi için mühlet isterler, o kimse hakkında mağfiret talebinde bulunurlar.

-Onu zararlı şeylerden korurlar.

-Allahın emri dolayısıyla onun hâllerini kontrol ederler.

Denildi ki: Ayetteki مِنْ “min” harf-i cerri بِ “ba” manası taşır. Yani, “o

melekler o kimseyi Allahın emri ile korurlar.”“Allahın emrinden” ifadesinin muakkıbat için ikinci bir sıfat olduğuda söylendi. Yani, bu takible görevli melekler Allahtan aldıkları emirle bu işleri yaparlar.Denildi ki: Muakkıbat, sultanın etrafında onu Allahın hükmünden -kendi vehmine göre- koruyacak olan görevlilere verilen isimdir.

إِنَّ اللّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنْفُسِهِمْ “Şüphesiz Allah, bir kavim kendilerini değiştirmedikçe onları değiştirmez.”Allah, bir kavme verdiği afiyet ve nimet gibi halleri, onlar kendilerinde olan güzel halleri çirkin hallere değiştirmedikçe değiştirmez.

وَإِذَا أَرَادَ اللّهُ بِقَوْمٍ سُوءًا فَلاَ مَرَدَّ لَهُ “Allah bir kavme de kötülük murad etti mi, artık onun geri çevrilmesine imkan yoktur.”

وَمَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَالٍ “Onlar için O’ndan başka bir veli de yoktur.”

Onlar için Allah dışında işlerini görecek, kendilerinden kötülüğü def edecek kimse yoktur.

Ayette, Allahın iradesine aykırı bir şeyin imkânsız olduğuna bir delil vardır.

 

12- هُوَ الَّذِي يُرِيكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا “O ki size korku ve ümit içindeşimşeği gösterir.”

Şimşekten rahatsızlık duyan kimse, şimşek çaktığında korkar, yağmur bekleyen kimse ise şimşeği görünce ümide kapılır.

وَيُنْشِىءُ السَّحَابَ الثِّقَالَ “Ve o yağmur yüklü bulutları meydana getirir.”

 

13- وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهِ “Gök gürültüsü hamd ile O’nu tesbih eder.”Gök gürültüsü kendisi bizzat “Subhanallah, Elhamdülillah” diyerek tesbih ettiği gibi, onu duyanlar da böyle söylerler.Gök gürültüsü, zâtı ile Allahın birliğine ve kudretinin kemâline delâlet ettiği gibi, O’nun lütfuna ve rahmetinin nüzülüne de delâlet eder. İbnu Abbas’tan şöyle nakledilir:Rasûlullaha gök gürültüsünden sual edildi: “O, buluta görevli bir melektir, yanında ateş hazineleri vardır, bunlarla bulutları sevkeder” buyurdu.

وَالْمَلاَئِكَةُ مِنْ خِيفَتِهِ “Melekler de O’nun korkusundan dolayı…”Melekler, Allah korkusu ve saygısı ile tesbihte bulunurlar.

 وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُصِيبُ بِهَا مَن يَشَاء “O yıldırımlar gönderir, onları dilediğine isabet ettirir.”

وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّهِ وَهُوَ شَدِيدُ الْمِحَالِ “Onlar ise, Allah hakkında mücadele edip duruyorlar.”

Onlar ise, Peygamberin anlattığı,

-Allahın ilim ve kudretinin kemâli,

-Uluhiyette tek olması,

-İnsanları ahirette yeniden yaratıp yaptıkları amellere göre karşılık vermesi gibi haberleri yalanlayarak Allah hakkında mücadeleye girişiyorlar.

 

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre Lebîd’in iki kardeşi Amir Bin Tufeyl ve Erbed Bin Rabia, Hz. Peygamberi öldürmek niyetiyle yola çıktılar. Hz. Peygamberin yanına varınca, Amir Hz. Peygamberle mücadeleye başladı, Erbed de kılıçla vurmak niyetiyle arkasına geçti. Hz. Peygamber, onun farkına vardı, “Allahım, dilediğin şekilde onlara karşı bana yardım et” dedi. Allah Erbede yıldırım gönderdi, yıldırım onu öldürdü. Âmir’e ise bulaşıcı bir hastalık isabet etti, onunla öldü. Ayet, bu münasebetle nazil oldu.

وَهُوَ شَدِيدُ الْمِحَالِ “Oysa Allah’ın kuvveti pek çetindir.”

 

Ayet metnindeki “mihal” kelimesi kuvvet, hile, gibi anlamlara gelir. Yani, Allah çok güçlüdür, hilesi çok çetindir, o kuvvete karşı konulamaz, O’nun hilesi karşısında bütün hileler boşa çıkar.


 

[1> Yani, vahiy yoluyla olmayan bilgilerde zaman zaman hakka ulaşılsa da, zaman zaman da batıl bir şey hak zannedilebilir2 Bununla ilgili olarak bkz. A’raf, 54.

[2> Bununla ilgili olarak bkz. A’raf, 54.

[3> Yani, ehl-i iman olup ta günahları fazla olan kimseler, cezalarını çekmek üzere cehenneme gönderilirler. Ama orada daimî değillerdir, cezalarının bitiminde cennete alınırlar.

[4> Burada ana rahminde kalınan süre ve ana rahmindeki çocuk sayısıyla alakalı bilgiler, dinî bilgiler olmayıp bu tefsirin yazıldığı dönemdeki tıbbî bilgileri yansıtır. Bu bilgilerin bir kısmının günümüz tıbbı açısından yanlış olması, tefsirdeki dinle ilgili açıklamalara bir zarar vermez. Sadece o dönemdeki tıb ilminin bazı bilgilerini gösterir.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
13. Ra'd
Gönderi tarihi: 12-04-2014
4,543 kez okundu
Block title
Block content